Özlem Budak
“Uyandırılan her dehşet, sorumlusunu da yeryüzünden siler,” diyen Lovecraft, sadece yazdığı korku dolu karakterler ve karanlık dünyalarından bahsetmiyor. Bana öyle geliyor ki aynı zamanda insanlığa da bir uyarıda bulunuyor. Eserlerinde engin hayal gücüyle korkunç yaratıklar, karanlıklar ve kanlardan bahsetse de söylemlerinde çoğunlukla gerçek yaşama atıflarda bulunuyor. Cthulhu’nun Çağrı’sında belirttiği gibi : “Üstünü kapattığı tahmin bile edilemeyecek korkular dünyaya salınırsa, hiçbir ölümlü zihin bunu kaldıramaz.” İnsanlığın en eski ve en güçlü duygusu olan korkuyu artık son yıllarda sessiz bir kederle fazlasıyla hissetmeye başladık. Buna neden olan ne korku filmleri, ne korku hikayeleri ne de fantastik yaratıklar. Tek neden insanın ta kendisi.

Son otuz yıla kadar insanlığa salınmayan ancak bilim adamları tarafından önüne geçilemeyen iklim değişikleri ve etkilerinden bahsediyorum elbet. İçinde barındırdığı insanın, kendisinde yarattığı dehşet karşısında Dünya da sorumlusunu yeryüzünden silmek üzere. İlk çağlarda doğa ile iç içe yaşadığını unutan, doğaya hükmederek onu yok etmeye başlayan insana karşı sessiz ama etkili bir koruma kalkanı oluşturdu. Bilimsel kanıtlar doğrultusunda bir grup insan yıllardır bu konuya dikkat çekmek, ülke yöneticilerini ve insanlığı uyarmak adına çalışmalar yapıp, çareler bulmaya çalıştı. Ancak konu istenilen hedeflere hâlâ ulaşamadı. Ülkemizin geldiği nokta: “mevsimler de bir tuhaflaştı,” oldu.
Bilimsel veriler demişken onlara da kısaca baktığımızda son durum şöyle: Dünyada her gün yaklaşık 200 canlı türünün yok olduğu altıncı kitlesel yokoluşun ortasındayız. Son 44 yılda canlı popülasyonları yüzde 60 azaldı. Bir milyon canlı türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. İklim krizi yüzünden göçler artıyor, sadece 2018’de dünyada 17 milyon insan göç etti, 2008-2018 arasında bu sayı 265 milyonu buldu. 2050 yılında 200 milyon insanın göç etmesi bekleniyor.
Dünyadaki yoksul bölgeler karbon salımının sadece %10’unu gerçekleştirdiği hâlde iklim krizinin yükünün %75’ini sırtlayacak. 2100’e kadar deniz suyu seviyesi 2 metreye kadar yükselebilir. Bu durumda milyonlarca kişi yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kalacak. İklim krizi yüzünden önümüzdeki 11 yılda 120 milyon kişi daha yoksullaşacak. İklim değişikliği sebebiyle milyonlarca kişi yaşama, beslenme, barınma ve su gibi temel insan haklarından mahrum kalacak. Haziran ayında sıcaklıklar normallerin 0,93 derece üzerinde geçti. Türkiye’nin içinde bulunduğu Akdeniz Havzası son 900 yılın en ağır kuraklığını yaşıyor.

Tüm bunlar neden mi oluyor? Nüfus artışı ve artışa bağlı olarak enerji tüketimi, toprak kullanımı, uluslararası ticaret ve ulaşım gibi diğer insan aktivitelerindeki artış ile sanayinin hızla gelişmesi yüzünden.
İklim değişikliğinin asıl nedeni ise küresel ısınmadır. Bunun sebebi ise atmosferdeki “sera gazlarının” artmasıdır. Sera gazı emisyonlarının insan faaliyetleri ile arttığını biliyoruz. Karbondioksit (CO2) en önemli sera gazı olup; araç egzoslarından, ısınma amaçlı yakılan yakıtlardan, fabrika bacalarından atmosfere bırakılmaktadır. Bu gazlar atmosferde bir kalkan görevi görüyor, ısıyı tutup hapsediyor, sıcaklığı artırıyor ve dünya soğuyamıyor. Soğuyamayan dünya ısındıkça buzulları eritmeye başladı, yağmur miktarındaki sağanak şeklinde yağışları artırdı, denizlerde su seviyesini yükseltti, fırtına ve sel hasarlarını artırdı, tundraları (Tundra, Kuzey ülkelerinde rastlanan, yapısına likenlerin de katıldığı bodur ot toplulukları) eritti, buharlaşma miktarını artırdı ve kuraklıklarla toprağı küstürdü. Tüm bunları yaparken tek derdi; rahat nefes alıp, içinde barındırdığı canlılarla hayatına devam edebilmekti. Peki bu ne kadar devam eder? Bizler hayattan kaçmayıp, dünyamıza vefamızı, geleceğimize inancımızı yansıtana kadar.
Geçtiğimiz yıllarda yapılan bir animasyon filmi olan Vol.i, günümüzden çok da uzak olmayan bir gelecekte geçiyor. Filmde, insanoğlu aşırı kirlenme sebebiyle Dünya’yı terk edip başka bir gezegende yaşamaya başlamıştır. Çöplerle çevrili dünyayı temizleme görevi verilmiş olan sevimli robot Vol.i insanoğlunun bıraktığı çöplerden kendine yeni bir dünya yaratmıştır. Vol.i’nin yalnızlığı, başka bir robot olan Eve’nın gelmesiyle son buluyor. İki sevimli robotun arasında filizlenen duygusal ilişki türlü zorluklara direnerek ayakta kalmayı başarıyor. Film tüketim çılgınlığına ve insan türünün kendi yaşadığı doğal çevreye verdiği zararlara dair önemli yorumlar yaparken geleceğin insanlığını teknolojinin esiri olmuş, tembellikten tükenmiş bir profilde uzay boşluğunda bir uzay gemisinin içinde resmediyor. Hemen aklınıza başka dünyalar arayışında olan uzay çalışmaları gelmiş olmalı. Önüne geçilmediği takdirde yaşadığımız küresel ısınmayla evsiz kalacağımız kesindir.
Bizler tüm bunları inkar ede duralım, aylardır bu konuda taleplerini dile getirmeye çalışan, dünyada diğer çevre gönüllüleri ile birlikte hareket eden sivil toplum örgütleri, iklim aktivistleri 20 Eylül’de Kadıköy’de toplanacak. Fridays for Future (Gelecek İçin Cumalar) isimli hareket üzerinden daha önce 15 Mart ve 24 Mayıs için küresel çağrıya çıkılmış, ilkinde 1.6 milyon ikincisinde de 2 milyonun üzerinde çocuk ve gencin katıldığı eş zamanlı gösteriler düzenlenmişti. Sıfır gelecek kampanyası başlatan STK üyeleri “Gezegen olarak ekolojik bir krizin ortasındayız” diyerek kaybedecek 1 saniyenin bile olmadığına vurgu yaptı. “Ya sıfır karbon ya da sıfır gelecek” mottosuyla herkesi mücadelede etkili bir taraf olmaya çağırırken taleplerini de sıraladılar.

Herkes üzerine düşeni bireysel ve hükümetler bazında geç olmadan yaparsa, dünyamız nefes almaya başladıkça sakinleyecektir. Uyandırdığımız dehşeti tekrar uyutabilmemiz tabii ki mümkündür. Pek çok Lovecraft öyküsünde olduğu gibi bizim öykümüzün sonu da aslında başka şeylerin başlangıcı olabilecektir.