İstifa etmekten vazgeçtim,  orada yaşayacak tek ben değilim ya, doktorlar, öğretmenler, polisler, vatan görevi yapan askerler  ve niceleri. Ben gitmezsem,  o gitmezse kim yapacak bu görevleri.

Çiseleyen yağmurla beraber birkaç  saattir  içimdeki adlandıramadığım duygularımla otoyoldayım. Sevdiğimi ve ailemi A şehrinde bıraktım, gideceğim yerin uzaklığı bir yana tehlikeli bölge olduğu için onlar gelemez yanıma, benim iznime dek hasret kalacağız, ah bu mecburiyetler olmasa. Yalnız yolculukta sıkıcı aslında, neyse ki tüm frekansları çekmese de bana yoldaş olan  radyom var. Bu tanklar nereden çıktı şimdi hayırdır? Görev yerim,  X şehrine doğru gidiyorlar sanki, sağ şeritten ağır ağır yürüyen demir gergedanlar gibi…  Radyoda son dakika haberi “Suriye sınırındaki X şehrinde çıkan çatışmada üç askerimiz şehit oldu” of bir Suriye eksikti. Ne zaman bitecek bu şehit haberleri? Ateş en çok da düştüğü yeri yakarmış, canlar gitti yine, nice hayaller yıkıldı.  Yağmur da dinmedi bir türlü,  o da ne? Dolu, arabanın tavanına delecek gibi  vuruyor, bir yere sığınsam iyi olacak. Şansım varmış ileride ışık görüyorum, bu benzin istasyonunda dolu kesilene dek bekleyebilirim.

A şehrinde;  hukuk  fakültesini  bitirdikten sonra, avukatlık stajımı yaptığım günlerde anlatılan bir davadan etkilenerek, “Keşke o hâkim yerinde ben olsaydım, en adil kararı verebilirdim, hâkimlik sınavlarına girmeyi daha önce neden düşünmedim ki” diye düşünmüştüm. Açılan sınavlara girdim ve  sonrasında geçerli notu alarak hâkimlik stajımı da yaptım.  Mesleğe kabul müracaatımın sonucunda; kura çekilişlerinin  yapıldığı günü unutamam; o gün sonuçlar açıklanana  dek evin içinde saatlerce volta attığım aklımdan çıkmıyor. Bilgisayarımda, açıklanan atama listesinde tayinimin  Suriye sınırında çatışmaların olduğu X şehrine çıktığını gördüğüm an sinirimi masadan çıkarmışım. Yan odadan annem koşarak geldiğinde ben; olamaz olamaz diyerek masayı yumrukluyormuşum.  Ama bu mesleği kendim istedim, beni kimse zorlamadı diyordu bir yanım. Devlet memuruydum artık  ve nereye atanırsam atanayım mecburi hizmetimi yapmak zorundaydım, daha mesleğimi yeni elde etmişken istifayı aklımın ucundan bile geçirmem söz konusu olamazdı. Görev tarihi yaklaştıkça içimdeki çelişkiler de büyüyor, en çok da sevdiğimi A şehrinde bırakacak olmak üzüyordu beni.

Sonunda yoldayım işte, yarın sabah görev yerinde olmam gerek. Neyse ki, atandığım X şehrinde kalacak yer sorunum yok, Adliye lojmanlarında bir odalı  daire ayarlayacaklarını söylemişlerdi.

Yağmur hızını kesip hafifleyince yola çıkmadan elimi yüzümü yıkamak için marketin yan tarafındaki lavaboya girdim. Tam yüzümü yıkarken aynada endişeli aksime, “İstememekte haklıymışım, doluyla başladı aksilikler, bundan sonra daha…” Aman Allah’ım  silah sesleri, neler oluyor? Cebimden telefonu çıkarıp polisi arayacağım, panikten elim ayağım boşalmış, tuşlara basamadım bile. Hâkim olduğumu falan unuttum, sessiz kalarak canımı kurtarırım belki diye düşündüm. Sesler kesilince; ne kadar süre geçti bilmiyorum ama bulunduğum yerden çıktığımda ilk gördüğüm, uzun boylu, kilolu ve ayağı aksayan bir adam ve kısa boylu, zayıf arkadaşının  koşarak kaçtıkları, her ikisi de gri işçi tulumlu,  başlarında da siyah bere var. Gözden kaybetmeden telefonumla fotoğraflarını çekerek hemen  polisi ve ambulansı arıyorum. Etrafa bakınıyorum iki kişi cansız yatıyor, tam çıkacağım sırada kasanın yan tarafından gelen  iniltiyi  duyunca yanına gidiyorum, yaralı sağ omzundan vurulmuş. Ambulans ve polisi beklerken “Hay Allah, ilk görevim bu mu olacak şimdi, bu nasıl başlangıç” diye içimden geçiriyorum. Çok geçmeden önce polisler, akabinde savcı geliyor. Polislere, çektiğim  fotoğrafları gösterirken daha önceden  aranan şahıslar olduğunu öğreniyorum ancak eşkâlleri  ilk kez belli olmuş benim çektiğim fotoğraflarla. Telsiz konuşmaları arasında  sağlık çalışanlarının yaralı gencin hayati tehlikesinin olmadığını söylemesi, ters giden bu kadar olay arasında yüreğime su serpiyor.

Savcı da benim gibi genç, uykulu gözlerinin altında torbalar, açılmak için sigara üstüne sigara yakıyor. “Olaysız bir gün de geçmiyor ki buralarda…” diyor derin nefes çekerken sigarasından.

Yaralıyı ambulansa teslim edip oradan ayrıldığımda gün ağarmaya başlamış bile. Direksiyon başına oturunca  tilkiler yine dolaşmaya başladı kafamda.  Neyse ki yaşıyorum ama bu yaşadıklarımı sevdiklerim öğrenmese iyi olur diyorum içimden. Yaklaşık dört saati benzincide geçirmişim. Sevgilimi aramak istiyorum ama telefon hattı çekmiyor. Of  bu ne şimdi?  Bunca yaşadıklarım bana neyi göstermeye çalışıyor? Nereden hâkim olmayı istedim sanki diye kurtçuklar kafamı kemirirken önüme çıkan ilk U dönüşü tabelası  fosforuyla sanki beni çağırıyor.

Özlem Gemici