Yolcunun bavulunu bagaja koyduktan sonra etrafımda bir tur attı. Yere atılmış yarım litrelik plastik boş su kabına doğru sağ ayağını savurdu, ıskalamasıyla düşer gibi sendeleyince sağ eliyle kapıma tutundu, göbeğinin aşağı yukarı hareketi yavaşlayınca dengesini sağladı, gören oldu mu endişesiyle etrafına bakınıp vazgeçmeden sol ayağını kullandı. Bu sefer isabet ettirmişti, plastik kap ön lastiğime çarpıp tak tuk sesleriyle arka lastiğime doğru yuvarlandı. Lastiklerimin esnekliğiyle başımdan defetmiştim boş su kabını ama sinirlenmiştim, ‘hop hop’ demek geldi içimden! Sonra yanıma yaklaşan ikinci Şoför Latif, ‘Yolcular bakıyor ne yapıyorsun’ dercesine Şoför Hikmet’i süzdü. Yazıhanenin önündeki taburede oturan yolcu yakını, “Ne lakayt muavin, yaptığı hareket ciddi bir otobüs firmasına yakışır mı?” dedi.  

Turgutreis’ten hareket saatim olan 20.00’ye az kalmıştı, Yolcular birer ikişer koltuklara oturmaya başladı. Anneanne denilen hanımın haricinde kimse emniyet kemerini takmadı. Yanındaki kızı bile. Öyle olunca ‘niye emniyet kemerlerini koltuklara monte ettiler’ diye düşünüp duruyordum. Anneannenin dokuz on yaşlarındaki dombili torunu, iki koltuğa vücudunu cenin pozisyonuna getirip yattı, yastıklarımdan birini başının altına yerleştirdi. Anneanne de çantasından çıkardığı atkıyı özenle çocuğun üzerine örttü, diğer yolcuları gözlemeye başladı. İkinci Şoför Latif’in yola çıkmaya hazır durumunu sezince, on saat sürecek gece yolculuğunun tedirginliğiyle, “Hayırlı yolculuklar şoför oğlum, yolumuz açık olsun,” dedi. Kızına bir şey söyleyecekmiş gibi baktı. Annesinin huzursuz halini anlayan kızı söylendi:

– Anne, rahat ol lütfen!

– Kızım, bayramlarda otobüs yolculuğu…

– İyi yolculuklar olsun anne

– Kızım son günlerde çatır çatır çıra gibi yanıyor otobüsler.

– Sus anne! Lütfen böyle konuşma. Çocuk duyacak.

– Ya İzmir’deki orman yangını?

– Anne!

Hareket ettiğimde şoför Latif, anneanneye boş gözlerle bakarken bir yolcu yakınının ‘lakayt muavin’ yakıştırması yaptığı şoför Hikmet’in söylediklerini düşünüyordu. Hareket saatine yaklaşırken, ‘bu şartlarda şoförlük yapılır mı?’ demişti. Dokuz günlük bayram tatili süresince yorgun düşmesi ve uykusuz kalmasıyla birlikte Bodrum’u sıkışık trafik akışı içinde geride bırakan şoför, saat 22.00 civarı ışıklarımı söndürdü. Sessizlik karanlıkla beraber daha da arttı. Sol ön koltukta oturan yolcu tepedeki düğmelerimle uğraştı, okuma ışığını bulamadı, geriye dönüp muavin için bakındı. Göremeyince ön koltukta oturmanın avantajıyla şoföre doğru başını eğdi ve “Koltuğun üzerindeki ışığı yakar mısın?” dedi. Şoför Latif, gecenin karanlığında farlarımın aydınlattığı yoldan gözünü ayırmadan aynadan içeriyi gözledi, başını eğip kaldırdı. Ön koltuktan kitabın ışığı yansıdı. Asfalt yolun üzerindeki beyaz çizgilerle gelen giden arabaların sarı kırmızı ışıkları göz alıyor, dikkati dağıtacak ayrıntılar görünmüyordu. Saat gece yarısını geçtiğinde sağ ön koltuktaki yolcu etrafına bakınmaya başladı. Şoföre doğru yönelip baktı, ‘şoför bey su istiyorum’ diyemedi. Dudaklarını emdi. Suyu kendi almak için ayağa kalktı, uyku sırasında koltuklardan taşan yolculara sürtünerek geçti, tekrar alamam belki diye dört tane plastik ambalajlı su aldı. Yerine geçerken kucağında çocuğu olan kadının bakışındaki isteği görerek ikisini ona verdi. Uykulu uykulu bakan bazı gözlerin arasından geçerek yerine oturdu. Sessizlik karanlıkla daha da bütünleşti. Durduğum bir benzinlikte, Şoför Latif ‘yirmi dakika ihtiyaç molası’ diye seslendiğinde yolcuların ancak yarısı uyanmıştı. Kapılarım açıldığında içeriye dolan koku, öksürük ve tıksırıkları duyan yolcular uyanıp, aceleyle dışarı çıktı. Şoför çoktan benden uzaklaşmıştı. Tüm yolcular şaşkın bakışlarıyla tuvaletlere koşturdu. Etkilenmemiştim bu durumdan, motorumun kokusu bana yetiyordu zaten! Benzinliğin marketinde çalışan görevli, genizleri yakan kokunun yakındaki gübre fabrikasından geldiğini söyledi. Zaman dolduğunda şoförün yanına gelen kızlı erkekli dört yolcu, bu kokunun olduğu yerde neden ihtiyaç molası verildiğini sordu? Sağ eliyle direksiyonumdan tutan Şoför Latif, ‘yerinize oturun’ dercesine sadece baktı. Yola çıktığımızda gece yolculuğunun tedirginliği ve uyku, yine karanlık ve sessizlikle bütünleşmişti. Saat 03.00 civarı Susurluk’taki tesislere gelince hareketliliği gören yolcularda bir canlılık belirdi. Yarım saatlik ihtiyaç molası, yolcuların aklına İstanbul’a yakınlaşmış olmanın umudunu düşürdü. Ben de elindeki su hortumunu ön camıma tutan, fırçasıyla tozlarımı temizleyen işçinin gayretiyle ferahladım. Motorumun ısısı normale döndü.   

Kalkış anonsu yapıldığında direksiyonuma, yolcu yakınının ‘lakayt muavin’ dediği Şoför Hikmet oturdu. Lastiğime attığı plastik su kabını hatırlayınca bu durumdan pek hoşnut olmadım. Durgun görünen Şoför Hikmet, yolculuk anında uyku ihtiyacını karşılamanın sağladığı rahatlıkla koltuğa oturmuştu. Yolcular şoför değişikliğinin farkına dahi varmadı.

İstanbul sınırlarına girdiğimizde yolcular hareketlenmeye başladı. Şoförler de kendi arasında konuşuyordu. Bense sabah lakayt muavinle Trabzon yoluna çıkacağım için, suyumu ve yağımı kontrol edecekler mi diye düşünüyordum. Hava aydınlanınca Anadolu Yakası’ndaki yazıhanemize geldik. İnen yolcular valizlerini kendileri aldı. Gece yolculuğunun sessizliğini bozan genç grup, yolcu yakınının ‘lakayt muavin’ dediği Şoför Hikmet’e, “Servisiniz, hizmetiniz neden yok, siz neden hiç açıklama yapmıyorsunuz?” dedi. Şoför Hikmet, “Muavin kaçtı!” diyerek yumruğunu bagaj kapağıma vurdu. Dinleyenler şaşkınlıkla baktı. Bense bu bayram şartlarında, şoförlerin de kaçmamasına hep şaşırmışımdır.

Muhsin Başaldı