Odessa şehri Çariçe II. Katerina tarafından verilen bir emirle 18. yüzyılın sonuna doğru Avrupalı mimarlar tarafından kuruluyor. Adını Homeros’un Odessa destanından aldığı söylenen şehir, Osmanlı döneminde Hacıbey denilen küçük bir Tatar köyüdür.
Esas olarak liman ticareti için kurulan Odessa kısa bir süre sonra kültür şehrine de dönüşür. Bugüne kadar başka ülkelerde ve ülkemizde pek örneğine rastlamadığımız Edebiyat Müzesi buna güzel bir örnektir. Gagarin ailesinin barok ve klasik mimariyle inşa edilmiş sarayı olarak kullanıldıktan sonra 19. yüzyıl sonunda edebiyatçıların ve sanatçıların buluşma yeri olmuş, yakın zamanda modern bir edebiyat müzesine dönüşmüştür.
Odessa: Yazarlarına aşık şehir
Sally MCGRANE 13 Haziran 2013 -New Yorker :
Odessalı yazar Aleksander Kurpin, göz kamaştırıcı bir bahar günü Puşkin Caddesinde, yeni çiçek açmış akasyaların altında yürüyen Odessa gezginlerini, çılgınca bir şey yapmamaları için uyarır, akasyaların kokusu, caddenin güzelliği yeni gelenlerin âşık olup, ani bir kararla evlenmelerine neden olabilir diye yazmıştır. Bunin Caddesinden karşıya geçtim. Nobel ödüllü kısa öykü yazarının adını taşıyan bu caddeyi geçince Zhukovskogo caddesine çıktım. Bu caddeye de Puşkin’in mentörü romantik şairin adı verilmiş. Opera yakınında, altın bir tabela ile Odessa Edebiyat Müzesi’ni duyuruyorlar.

Yazarlar her zaman şehirlere âşık olur. Fakat Puşkin 1823’te bu şehirde on üç ay geçirdiğinden beri, Odessa yazarlarına âşık bir şehir olmuş. Şehir merkezinde harap bir saray, Odessa Edebiyat Müzesi’ne dönüştürülmüş, dünyadaki türünün en büyük tapınaklarından biri olmuştur.
Edebiyat Müzesi’nin çalışanları size belirli bir yazarın Odessa’da kaç gün kaldığını, ne yaptığını -ki örneğin Çehov dört kez şehre gelmiş, burada kaldığı toplam on altı gün boyunca maaşının yarısını Odessa dondurması yemek için harcamış- hangi eserlerin hangi bölümlerini yazdığını söyleyebilir. Puşkin, “Eugene Onegin’in” ikinci bölümünü ve üçüncünün yarısını Odessa’da tamamladı. Odessa’da “Onegin’e” başladığını iddia eden şair, aslında buradaki ilk bölümü yeniden yazdı; ayrıca, edebiyat müzesinde hangi yazarın Odessa’da yazdığı hangi eserinin el yazmalarını yaktığını da öğrenebilirsiniz. Odessa dönüşü Moskova’da bir kış geçirdikten sonra Gogol, “Ölü Canlar’ın” ikinci bölümünün çoğunu alevler arasında atar.
Müzede başka bilgiler de var, Nobokov’un Vera’sı gibi eşi Odessalı olanlar, kente yolu düşen ama bir daha ziyaret etmeyenler ki Nobokov ve Tolstoy’u örnek verebiliriz. Şehri hiç ziyaret edemediği halde eserinin kurgusunu Odessa üzerine kuranlar; Jules Verne, Arthur Conan Doyle, Balzac ilk akla gelenlerdir. Odessa’ya yolculuk etmek istediğini bir mektupta yazan ama gelemeyen Dostoyevsky gibi yazarlar…
Müzenin yirmi odasında, bir zamanlar Rus İmparatorluğu’nun ışıltılı, kozmopolit üçüncü büyük şehri olan Karadeniz’deki bu şehirle bir şekilde ilişkilendirilmiş yaklaşık üç yüz yazarın anılarından oluşan sergiler yer almakta.

1977’de kızıl saçlı, edebiyata ve içki şişelerine tutkulu, eski bir KGB memuru Nikita Brygin müzeyi kurmayı hayal etmişti, o dönemde gerçekleştirmesi zor bir hayaldi. 70’lerde eski bir saray olan bu bina harabe gibiydi ve baskıcı siyasi iklim yeni projelere çok da sıcak bakmıyordu. Ancak Brygin, KGB bağlantılarını da kullanarak azimle çalıştı ve hayalindeki müzeyi kurmak için gerekli izini çıkarttı. Çok az bir ücret karşılığında çalışan hevesli genç kadınlardan bir ekip kurup; malzemeleri, dokümanları toplamaya başladı. Müzenin halka açılmasından iki yıl önce 1982 yılında çalışmaya başlayan müzenin bilimsel sekreteri Helena Karakina, “O bir maceracıydı, insanları para için değil, projenin ruhu için çalışmaya ikna edebilirdi,” diyerek kurucu Brygin’i anmaktadır.

Karakina, Odessa’yı tam üç kez “tozlu” olarak adlandırılan, bugün bile “Odessa tozu” cümlesinin kullanılmasına neden olan Puşkin’e ayrılmış yaldızlı yeşil odadan geçti; ve 1984’ten beri değiştirilmemiş kronolojik sıradaki sergilere doğru yürüdü. On dokuzuncu yüzyıldan kalma bir kitapçı gibi tasarlanmış odada durdu.
“Müzede gördüğünüz, edebiyatın yanı sıra, yetmişlerin ve seksenlerin zihniyetidir,” dedi ve müze tasarımcılarının Sovyet rejimine karşı sıra dışı bir protesto eylemine imza atarak, rafları büyük bir haç şeklinde tasarladıklarını söyledi. “Açık konuşamazdın, sadece sembollerle konuşabiliyorduk.”

En önemli parçası belki de Çehov’un oturduğu bir masa olan odada, duvardaki kırık bir keman, Aleksander Kuprin’in ana karakteri herhangi bir ülkeden herhangi bir şarkıyı hemen çalabilen, gemicilerin dinlediği Saşha adlı Odessalı kemancı olan “Gambrinus” adlı kısa öyküsünü temsil ediyor. Saşha bir pogrom (etnik bir gruba yapılan saldırı) sırasında ortadan kaybolur. Döndüğünde, iki eli de kırılmıştır. Hikâyenin sonunda Saşha armonika çalmaya başlamıştır. Yıkıcı güçler kaybetmiş, sanat zafer kazanmıştır.

Sergileri gezmeye devam ederken, Odessa’nın liman işçilerini gözlemleyen Gorky’yi gördük; Burada doğan Akhmatova ve güzel bir Odessalı kıza olan sevgisi karşılıksız kalan Mayakovsky’i geçtik, 19 yüzyıl Rus yazarların “Odessa Okulu” na ayrılan odada Karakina, bir çerçeveye işaret etti: “İşte, ‘Metaforlar Kralı’ dedi, Yuri Olesha’ya atıfta bulunarak. Başka bir sergi önünde durdu, “İşte Kataev,” ‘Zamanı Durdurabilen Adam’.
“1910’daki bir üzümün tadına bakmak istiyorsanız kitabını açmanız yeter” dedi ve ekledi “Acımasız bir zamandı, çoğu genç öldü.”

Odessa’nın en ünlü oğlu İzak Babel, Stalin’i överek edebiyat dünyasında yükselen, Troçki’nin kuzeni Vera Inber’den daha küçük bir yere sahip. “Yetkililer bize, ‘Unut gitsin, Ukrayna’nın gururunu unutun, tüm Babel’i dört küçük kutuya koyabilirsiniz’ dediler”, “Kırmızı Süvari’nin” yazarı, Odessa’nın Moldavanka bölgesinden iyi yürekli Yahudi gangster Benya’yı, kralı yaratan Babel’i”…
Babel’in ölümünden hiç bahsedilmez – 1940’ta gizli polis tarafından öldürüldü – sanki aniden yok olmuştur, geride bir şey bırakmadan. Buğulu, kırılmış gözlük camlarını saymazsanız tabii, eşi tarafından müzeye armağan edilen gözlükler, yazılarının üstünde yüzüyormuş gibi görünür.
Alt kattaki odalar savaş sonrası Sovyet edebiyatına adanmışlardı, şu anda kapalılar, Karakina bana “Onlar edebiyat değil” diyor. Turumuzdaki bir sonraki odanın kapısı sandalyelerle kapatılmış, tavan çöktüğünden girilemiyor, (devlet tarafından finanse edilen müzede onarım için para yok). Yine de içeri girip yürüyoruz, gülümseyen işçilerin tasviri olan duvarları geçtik.
Kurum içi müze tasarımcıları, Gulaglarda (Sovyet mesajının ironisini vurgulamak için) çekilen fotoğrafları ve “askerler gibi” sıralanan kitapları tercih etmişler. Kitaplıklar kahverengi seçilmiş, diğer sunum malzemeleri Sovyet kırmızısı. Karakina, “Sembolleri okuyamazsanız, sadece resmi bir duvar görürsünüz,” dedi. “Fakat kahverengi, faşizm için seçildi ve kırmızı ile birlikte sunuldu, her iki sistemin de birbiri gibi olduğunu söylemek için” diye açıkladı.

Sinema bölümünde sergilenen bilgiler arasında sürgüne gitmeden kısa bir süre önce iş arayan şair Joseph Brodsky’nin Odessa’ya gelmesi de vardı; yönetmen bir arkadaş ona bir savaş filminde iyi bir Komünist rolünü vermişti. (Derhal ihbar edildi ve sahnelerinin çoğu kesildi.)

İspanya’da düzenlenen yetmişli yazarlar kongresine adanmış son odalardan birinde, tasarımcılar neredeyse çok ileri gideceklerdi ama “KGB’li adamlar geldi ve“ Bu kırmızı çerçeve ve siyah iplerin anlamı ne? – asılmak gibi mi?” dediler” Karakina, ölü kafasına benzeyen eski moda bir daktilo altında duruyor. “Genellikle aptal insanlar sembolizmden anlamıyor. Fakat onlar bir şeyler sezmişti.” Serginin tasarımcıları, duvardaki Guernica’nın reprüdüksiyonuna dikkat çekti ve gizli polisi, siyah iplerin Sovyetle ilgili değil, İspanya İç Savaşı’nda gerçekleşen ölümlere ithafen yerleştirildiği konusunda ikna ettiler.
“1983’te tehlikeliydi,” diye anlatıyor Karakina. “Stalin’in zamanı değildi, biz Sibirya’ya gönderilmeyecektik. Ancak şehirde – Odessa’da yaşama imtiyazını kaybedebilirdik. ”

Bugün, Edebiyat Müzesi, çocuklar için festivaller, okumalar, konserler ve dersler düzenliyor. Odessa doğumlu Amerikan şairi Ilya Kaminsky’nin dediği gibi “yeniden doğan kentte, yaşayan yazarlardan çok ölü yazarlara ait anıtlar var.”

Sistematik Sovyet anti-Semitizm nedeniyle elli yaşına kadar yayınlanamayan psikiyatri profesörü ve saygın şair Boris Khersonsky, “Müze için Odessa’nın kültürel yaşamının en büyük merkezlerinden biri,” dedikten sonra “Müzedeki tüm yazarlar arkadaşlarım,” dedi. (bir zamanlar yasadışı kitap dağıtmak da dâhil birçok konu KGB soruşturması geçirmiş biri). Duvarları ikonalarla kaplı sessiz çalışma odasında otururken, Khersonsky – bazen sokaklarda duyulan Yidiş kökenli konuşmaların susmasına neden olan son göçlere katılmamış olduğuna pişmanlık duyduğunu söyledi sonra gülümsedi “Onlar için genç bir adamım. Benim için hala genç ve güzel kızlar. Hepimiz altmışlarımızda olsak da. ”
Müzeden ayrılmadan önce, Karakina’ya Odessa hakkında hangi kitabı okumam gerektiğini sordum. “Beş” dedi. “Ah! Ayrıca, Babel’in ‘Odessa Hikâyeleri.’ Vladimir Jabotinsky’nin ‘Beş’i çok ünlü değil, ancak Odessa’nın en nostaljik, en tatlı tasviri bu kitaptadır. Odessa’yı çok severdi, on bir dil konuşurdu – normal Odessalılar, o zamanlar dört ya da beş dil konuştu, ama o on bir dil bilirdi.” Modern İsrail’in kurucu düşünürlerinden biri olan, ateşli bir Siyonist, Jabotinsky, 1914’te Londra’ya gitmek için Odessa’dan ayrıldı. Yahudi Lejyonu’nu yarattı. Karakina, “Odessa’ya asla geri dönmedi” dedi. “Ancak 1930’larda, Odessa’da biriktirdiği hatıralar ile roman yazmaya başladı. Plaj, kiliseler, mutfak ve deniz… Size bu kadar çok şey veren Tanrı’ya, bu güneşe, bu denize ve bu havaya, bu tatil kokusuna şükrettiğini yazdı. ‘Buna sahip olduğun için şanslısınız’ dedi. ”

NEYYA EDEBİYAT