Beş ayda iki kere Odessa’ya geldiğime inanamıyorum, üstelik hiç planlamadan. Edebiyat, sanat şehri olduğunu da bilmiyordum o zamanlar Odessa’nın. Parisvari bulvarlar, binalar, Opera, Resim Müzesi, Puşkin Müzesi, Edebiyat Müzesi, heykeller, merdivenler, parklar, kafeler bir daha görmek de keyifliydi diye düşünüyorum dönüşte evde, kahve eşliğinde fotoğraflara bakarak, bir de öykü, anı yazmam gerek haftaya atölyeye, ne yazsam … Bronz kadın heykelini düşünüyorum, önünden hızlıca geçerken, bir an durup baktığım. Normal boyutlarda çok zarif bir kadın heykeli…Google’a aratıyorum, işte buldum 🙂 Vera Kholodnaya… Sessiz film yıldızı… Önce fotoğrafları etkiliyor beni sonra yaşamının derinliklerine iniyorum. Yazılar, bloglar okuyor, okuyorum… 1919 yılında bir sahne kuruyorum ölümüyle başlıyorum sessiz film yıldızının… İspanyol gribi o yıllarda ne çok insan öldürmüş…savaş ardından da grip…

1919 yılında şubat soğuğu, iç savaş… Hiçbir şey Odessalıları Sobornoya Meydanı’ndaki Popudov evinin önüne gelip, beklemekten alı koyamamıştı. Genç kızlar, yaşlı kadınlar, genç erkekler, Yahudiler, Ruslar, Tatarlar, tüm Odessalılar evin kapısından çıkan biri olunca çılgınca bir merakla sorular soruyorlardı. Dualar ediliyor, gözyaşları dökülüyordu. “Gümüş ekranın imparatoriçesi” tüm Rusya’nın sevgilisi, buğulu gözleri, çocuksu seksiliği ile sadece beş yılda milyonlarca kişiyi kendine âşık eden Vera evde hasta yatıyordu.
“Geçen hafta opera girişine gördüm onu, incecik ipek bir giysi giymişti, o soğuk havada…”
“Çok güzeldi ama… atlı arabada yoldan geçerken el sallamıştı bana…”
“Daha çok genç…”
“İspanyol gribiymiş…”
“Hayır, olamaz çok korkunç…”
“Değil değil, zehirlenmiş ona âşık Fransız bir diplomat zehirlemiş…”

Aslında genelde ölürdü filmlerinde Vera. Kamelyalı Kadında olduğu gibi ama kimse gerçek hayatta ona ölümü yakıştıramıyordu. Cenazesi de olay oldu, belki de en önemli rolünü oynamıştı. Üstelik filme alındı cenazesi. Tüm Odessa uğurladı onu. 1924 yılında Ruslar filmlerini yasaklayana kadar milyonlarca kere izlediler tüm filmlerini…
Yirmi beşinde ölmek… Ardında seksen film bırakmak ve bu filmlerin hepsinin yasaklanması… Oysaki hayata çok güzel bir dönemde başlamıştı Vera. 1800’lü yılların sonları, 1900’lerin başlangıcı parıltılı günlerdi. Elektrik, telefon, sinema, motor art arda teknolojik yenilikler geliyor, özellikle şehirler gelişiyordu, Rusya’nın üçüncü büyük kenti Odessa 1990’lerin başında masal şehri gibiydi, baharda açan akasyalar, tiyatrolar, operalar, konserler, sergiler, eğlenceler, yeni yeni kurulan sinema salonları, en az üç dil bilen entellektüel insanlar…
Odessa’da soylu bir ailede doğan Vera çekingen, saatlerce bebekleri ile oynayan, hayalci, kırılgan bir çocuktu. Balerin olma düşleri kuruyordu. Anneannesinin yanına Moskova’ya gidince de Bolşov Bale okulunun öğrencisi oldu. Ancak anneannesi asil genç kızların yarı çıplak sahneye çıkmalarının söz konusu olamayacağını söyleyince bale okulunu bırakmak zorunda kaldı. Vera sahneyi seviyordu, seyircileri seviyordu. Bale okulundan bir arkadaşının sinema filmlerinde oynadığını görünce o da oyuncu olmak için başvurdu ve Anna Karenina’da ufak bir rol aldı.
Bir baloda tanıştığı Vladimir Kholodanay’ya âşık oldu, zengin bir Avukat olan Vladimir araba yarışlarına meraklıydı, Vera’da Vladimir ile tüm araba yarışlarına katılırdı, hep kaza yaparlardı. Evlendiler, 1912’de kızları oldu, 1913’te başka bir kız çocuğu evlat edindiler. Filmlerde oynamasını kocası istemediğinden o dönem sahnelerde pek görülmedi ama birinci dünya savaşı her şeyi değiştirdi. Vladimir askere gidince Vera tekrar yönetmenlerin kapısını çalmaya başladı. V. Hardin onunla çalışmak istemedi, yeteneğin yok dedi, ama Yevgeni Bauer ondaki star ışığını fark etmişti. Turganyev’in eserinden uyarladığı mistik bir aşk dramını konu alan filmi “Pesn torzhestvuyushchey lyubvi” (Aşkın Zafer Şarkısı)’nı çekmeyi planlayan Bauer riske girerek başrolü Vera’ya verdi. İnanılmaz bir başarı yakaladılar. Kadınlar ağlıyor, erkekler gözlerini güzel Vera’dan alamıyordu. Kara kalın maskara çekilmiş gözleri, kıpkırmızı dudakları, küçük şapka açık elbiseleri ve o buğulu gözleri ile herkesi kendisine hayran bırakmıştı.

Başrolü oynadığı “Bir hayat için bir hayat ” filmi iki ay vizyonda kaldı, filmlerin çabuk çekilip, çabuk tüketildiği sinema dünyasında o dönemde bu bir rekordu. Okuyamayacağı kadar çok aşk mektubu alıyordu, erkekler karşılıksız aşklarından dolayı intihar edeceklerini yazıyorlardı. Her filmi bir önceki filmden daha çok başarı yakalıyordu. Halk onun filmlerini seyrederek savaşı, devrimi, akan kanı unutuyordu. O vardı ekranda, aşk, şehvet, heyecan, macera… İki üç haftada bir yeni bir film çıkıyordu. Avrupa’da, Amerika’da, İstanbul’da ve hatta Japonya’da izlenilir olmuştu. Hollywood yapımcıları sürekli onu çağırıyordu. Vera kendi giydiği elbiseleri, şapkaları tasarlıyor, giysileri tüm dergilerde yayınlanıyor, kadınlar onun gibi giyinmeye çalışıyordu.
Tüm bu parıltılı yaşamın ardında savaştaki kocasını bekleyen yalnız bir kadındı. Soylular, aktörler, zenginler tüm erkekler ona âşıktı ama o hiç birine önem vermiyordu. Metresi olmasını teklif eden Çar 2. Alexander’ın torunu Grand Duke Boris Vladimirovich’e tokat atmaktan çekinmiyordu. Kocası savaşta yaralandığında hastaneye gidip, günlerce ona bakmıştı.

Rol yapmayı, sahne de olmayı çok seviyordu ama şöhret onu çok etkilememişti, bu kadar çok insanın onu neden sevdiğini anlayamadığını düşünüyordu. “Kanlı canlı bir insan olarak artık var olmadığımı düşünmeye başlıyorum, hayran oldukları ben değil, sadece gölgem,” demişti bir arkadaşına.
Eşi iyileşip eve döndüğünde işler daha da karmaşıklaştı. Vladimir’in eskisi kadar mal varlığı yoktu, iflas etmişti, borçları vardı ve Vera’nın kazancına muhtaçtı. Artist olmasını hiç bir zaman istemediği karısının parasına muhtaç olmak onu hırçın bir adam yaptı. Kıskançlık krizlerine giriyor, seti basıyordu.
1919 yılında doğduğu kente Odessa’ya döndü Vera, Bolşevikler casus olduğunu düşündükleri Vladimir’e seyahat izni vermediklerinden yalnız dönmüştü baba evine. Odessa onu alkışlar, çiçeklerle karşıladı. Vali, askeri otoriteler hatta meşhur haydut Misha Yaponchik (Odessa Hikâyelerine ilham olmuştur) ona tapıyordu. Ama Vera her zamanki gibi tüm bu ilgiye kayıtsız ve kocasına sadıktı.
Ölümüne kimse inanamadı. Birçok söylence vardı. Fransız Casusu olduğu için zehirlendiği, aslında ölü süsü verip, Odessa’dan kaçtığı…
Odessa’da maalesef bir mezarı yok sessiz kraliçenin. 1937 yılında gömüldüğü mezarlık Lenin Parkı yapılmış. Mezarlar yıkılmış. Ailesi Vera’nın cenazesini almak ve Moskova’ya götürmek istediyse de bu talepleri reddedilmiş. Vera’nın başka bir yere gömüldüğü yolunda da hiç bir delil yok.
Filmleri yasaklanmış, mezarı yıkılmış, unutulup gitmişti. Filmleri ile belki de tüm hayranları, 1900 yılları başı Moskova, Odessa belleklerden yitip gitmişti…

Nikita Mikhalkov Vera’nın hayatından esinlenerek 1976 yılında “Aşk Kölesi” filmini çekince dünya onu, hayatını ve o yılları tekrar hatırladı.
Odessa’da gerçek boyutlarda bronz heykeli dikildi. Filmleri arandı. Seksen filminden sadece beşi bulundu, cenaze görüntüleri de ortaya çıktı.
Babel’in hikâyeleri ardı sıra gittiğimiz Odessa gezisinde Babel gibi uzun süre unutulmuş, sonra tekrar halkla, hayranlarıyla buluşmuş bir Odessa’lı sanatçı Vera’yı da tanımak beni heyecanlandırdı. Savaşlar, devrimler, İspanyol gribi, işkenceler, casuslar, kan, ölüm… Hepsinden geriye iki heykel kalmış. Kader çarkının yanında Babel ve zarif bronz bir Vera Heykeli..

Işın Güner Tuzcular
N.İ
Işın Hanım, Biri roman kahramanı (OSS 117 Ajanı) VERA PENSKY, diğeri 50 yıllık arkadaşımın eşi VERA olmak üzere sevdiğim 2 VERA vardı. Şimdi okuduğum bu öykü ile VERA’lar 3’lendi.
Kaleminize ,yüreğinize sağlık. Uğur G.
BeğenLiked by 1 kişi
Çok teşekkürler Uğur Bey. Bu Vera geçmişten gelip beni çarptı resmen. Çok kısa sürede iki kere Odessa’ya gitmemin nedeniydi galiba.
BeğenBeğen
Ne çok suret var kim bilir zamanın yuttuğu… Güzel hikaye !
BeğenLiked by 1 kişi
kimbilir kimler …. teşekkürler
BeğenLiked by 1 kişi