“Şanslı insan; doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişiyle karşılaşan insandır.” 

4 Ekim 2019 Cuma günü o şanslı insan kesinlikle bendim. Öyle bir şans ki; Rus Edebiyatında benzeri görülmemiş mizahın, kahramanlığın, ironinin ve hüznün büyük şairi Aleksandr Sergeyeviç Puşkin ile bundan tam 200 yıl önce karşıt fikirleri nedeniyle sürgüne gönderildiği Odessa’da tanışmam için gülmüştü bana. Şans kaç kere insana böyle güler, değil mi Güler?

İstanbul Havaalanına bu ilk gelişim. Birazdan yirmi üç arkadaşımla birlikte Odessa’ya doğru uçuyor olacağız. Havanın kötü olduğu gerekçesiyle bir saat rötardan sonra nihayet 11:30 da elimde biletim ve kimliğimle kapıya doğru yürürken Puşkin’le olan randevuma biran önce gitmek için sabırsızlanıyorum.

Aklımda bir sürü soru ve hayalle uçağa biniyorum. Türbülansa girer miyiz, yüksek irtifada kuş sürüleriyle çarpışır mıyız? Malum rüzgârları ve kuşların göç yolu üzerinde olmasıyla ünlü bir havaalanından uçmaktayız. Bu arada uçak fobisi olduğundan tüm ısrarlarımıza rağmen bizlere katılamayıp Puşkin’e selamlarını gönderen Gülayşen’in kararlılığını takdir ederken dinlediğim müzik kulağıma ninni gibi geliyor.

Topçunun Düşü – Gunner’s Dream / Pink Floyd

“Yüzerken bulutların arasında

Anılar hızla geliyor şimdi benle buluşmaya

Bir boşlukta, göklerin arasında

Ve köşesinde bir yabancı toprağın

Bir düş gördüm…”

Hayal gücümün ürettiği soruların aksine 1,5 saat süren yolculuğumuz sükûnetle tamamlanıyor. Hava sadece yağmurlu,  bunun için hazırlıklıyım, kırmızı yağmurluğum sırt çantamda.  

Havaalanında bizleri karşılayan rehber ve gruba katılan ilave 7 kişi ile birlikte aracımız bizi şehir merkezine getiriyor. İki akşam için 100 dolar bozdurmanın uygun olacağına karar veriyoruz. Cebimizde 2460 grivna ile Odessa turumuz başlıyor.

İlk durak çorbacı diye seviniyoruz fakat sevincimiz pek uzun sürmüyor. Gelen kapının önünde kalıyor çünkü bahçede yağmurun altında bekletiliyor içeri alınmıyoruz. 

“Neden bekliyoruz?” diyoruz. “Çıkan grubun arkasından masaları hazırlıyoruz” diyorlar. Uzunca bir bekleyişin ardından, kanaviçeler serilmiş masalarda borç çorbalarını yudumlamak bizlere öyle büyük bir haz veriyor ki; hepimiz istisnasız hayatımızda içtiğimiz en güzel çorbanın bu olduğunu düşünüyoruz.

Opera binasının önüne geliyoruz, içerisini gezmek 150 grivna, biz 500 grivnaya cumartesi akşamı için konser biletlerimizi alıyor ve geziye devam ediyoruz.

Primorsky bulvarında yağmurla birlikte yerlere serilmiş muhteşem sonbahar renkli yapraklarla bezenmiş yolda yürürken çekilmiş, kartpostal kıvamında resimlerimiz oluyor.

Potemkin basamaklarına geliyoruz, arkamızda Odessa limanı. 

Yağmur bizi beklemiş belli, ıslatmadık yerimiz kalsın istemiyor.  Odessa’ya gelme fikrinin çıkış noktası olan bir başka önemli şahsiyeti, gazeteci, çevirmen,  kısa öykü ve oyun yazarı  Isaac Babel’i anıyoruz onun yıldızında. 

Isınmak, kurumak, dinlenmek için ihtiyaç molası vakti. Bir kafe öneriyor rehberimiz. Biz içeride kahvelerimizi yudumlarken hava dışarıda sakin görünüyor.  Akşam yemeği için plan yapılıyor bu arada, balık yemeye karar veriyoruz.  Düşen enerjilerimizi yükseltmek için kahve, kahve için 50 grivna yetiyor, keyfimiz yerinde dışarı çıkıyoruz. Akşam ayazı çıkmış ama balıkçı yakın.  Kişi başı en az 350 grivnaya anlaşılmış. Garsonlara pek istediklerimizi anlatamasak da; balık, kalamar, bira, şarap daha ne olsun diyoruz kalkıyor kadehler, biralarımızı tokuşturuyoruz,  oynuyoruz birazcık da eğlenceli bir akşam oluyor.

Sabahleyin yağmur yine kapıda karşılıyor bizi, kuru bir yeriniz kaldı mı dünden diye soruyor, senin yüzünden giyemedim beyaz spor ayakkabılarımı diyorum. Babel’in heykelinin önünde duruyor otobüs. Alev koşup büyük aşkına sarılıyor, yağmurun da katkısıyla romantik resimler çektiriyoruz, duygusal anlar yaşanıyor. Bir dönem yaşadığı ev olduğu düşünülen bir avludan geçip resimlerle canlanmış duvarları izliyoruz. Otobüse binerken sabahki sorusunun cevabını almış olmaktan yağmur mutlu görünüyor.

Ve nihayet  Puşkin’le o büyük buluşmama geliyor sıra,  otobüsten inip yanına gidiyorum, iki asır geç kaldığım için mahcup bir selamla, kendimi tanıtıp gelemeyen arkadaşların da sevgilerini iletiyorum büyük şaire.

Bastonuyla reverans yaparak teşekkür ediyor ve şöyle diyor:

“Vaktidir dostum vaktidir!

Yürek dinginlik istiyor.

Günler birbiri ardına uçup giderken,

Ve geçen her saat,

Yaşamdan bir parça daha alıp götürürken,

Seninle ikimiz,

Sanırız ki yaşıyoruz.

Bir de bakacaksın ki ölmüşüz.

Dünyada mutluluk yok dostum,

Fakat huzurlu ve özgür olunabilir…”

Soyadımı soruyor tekrar; “Puşkin mi, Pişkin mi anlayamadım” diyor. “Pişkin” diyorum.

“Nereden geliyorsun?” diyor. Karadeniz’in karşı kıyısından diyorum. 

Laflıyoruz ayaküstü dedesinin çarın ordusunda topçu olduğundan bahsediyor. “Puşko” topçu demekmiş, Puşkin de, Topçuoğlu anlamına geliyormuş. Babamın da askerliğini topçu olarak yaptığı geliyor aklıma ve uçakta buraya gelirken dinlediğim “Topçunun Düşü” şarkısı. Tüm topçuların ve çocuklarının düşleri, Puşkin’in ve Pişkin’in düşleri…

Daha yakından tanımak istiyorum onu ve müzeden  içeriye giriyorum.   

“Aşk fıskiyesi, ölümsüz çeşme!

Sana armağan olarak iki gül getirdim.

Seviyorum bitimsiz konuşmanı

Ve şiirsel gözyaşlarını senin…”

Puşkin’in eşini başka bir generalle ( Çar d’Anthes) ile gördüğü ve kıskandığı tablo Fotoğraf : Oya Kaya

Şiirin nükteleri içine çekiyor bizi, tılsımı tüm evi sarıyor, duvardaki resimler geçmişten bir kare, bize seni anlatıyor. 

Pencerende bir anda uçuşuyor tüller rüzgâr kokusunu getiriyor olmalı, heyecanla kalkıyorsun masadan yazdıkların yerlere savruluyor.   Tüllerin arasından karşı kaldırımda görüyorsun onu,  bekle diyorsun belki, belki el sallayıp kur yapıyorsun.  

Bize seni anlatan bir başka resim; sevgili Natalya bir subayla dans ediyor, öfkeli olduğun belli hem başını çevirmişsin, hem de göz ucuyla takiptesin.

Çok kıskanç biri misin?  

Çok güzel miydi Natalya?  

Çok güzel olduğu için mi,  onu çok sevmiştin?

Bu kez Natalya’yı anlatan bir resim, önünde durup Pişkin gözüyle bakıyorum bu sıradan genç kadına sonra Puşkin gözüyle süzüyorum onu;

Aşk! Diyorum, 

Düello! Diyorum.

Kaçırıyor gözlerini.

Bizim Âşık Veysel’imizin dizeleri geliyor aklıma; 

“Güzelliğin on para etmez, Puşkin’deki aşk olmasa.” 

Edebiyat Müzesini geziyoruz. Çok güzel gerçekten de Puşkin ve Babel in de aralarında olduğu 300 den fazla Ukraynalı yazarın eserleri, ilk baskıları, hayatlarından seçkiler.

Dinlemek, gözlemek, yürümek…

Yorgunluk çöküyor üzerlerimize; kahve istiyoruz, yemek istiyoruz, kendimizi rahat koltuklara bırakmak istiyoruz. Odessa’nın meşhur çikolatacısının önünde 1,5 saat sonra buluşmak üzere dağılıyoruz.

Oya’nın önerisi khinkali (şekli incire benzeyen mantı),  haçapuri (peynirli pide) ve özellikle tahinli patlıcan sarmasının damaklarımıza yerleşen lezzetlerinin ardından çaylarımızı içiyoruz. Hediyelik vişne likörleri ve çikolatalar da alınıyor.

Akşam opera binasının önündeyiz, biletlerimiz ikinci balkonda, çıkana kadar söylensek de keyifli bir konser dinliyoruz Avrupa’nın en güzeli olduğu iddia edilen opera binasında.

Akşam yemeğinde biranın yanında yediğimiz meşhur Kiev tavuğunun lezzetine tam not vererek otele dönüyoruz yağmur yok artık, birazcık ayaz.

Sabah kahvaltıdan sonra meşhur halk pazarına gidiyoruz Odessa’nın, çok ilgimizi çekmiyor. Tren garını görmek için yürüyoruz. Katedralde Pazar ayini var. İlgimizi çekiyor bizde başımızı örtüp içeri giriyoruz, şaşalı bir tören 5-10 dakika kadar izliyoruz. 

Daha vaktimiz varken mis gibi bir kahve içelim diyoruz ama kısmette vişne şerbeti içmek varmış pasta ve vişne şerbetinden sonra buluşma yerinin önündeki dükkândan çikolata, gofret alıyoruz.

Arcadia şimdi ki istikametimiz, 

Yolculuğumuzun son durağı.

23 Neyya’lı sahile doğru yürüyüp Karadeniz’in karşı kıyısının kokusunu çekiyoruz içimize.

Zeynep’in doğum gününü kutluyoruz şampanya patlatarak, kadehler kalkıyor birlikte geçirdiğimiz güzel gezinin şerefine. 

Duygusal konuşmalarla vedalaşıyoruz Odesa’yla. 

Yol üstü Arcadia tostçusundan aldığımız peynirli duble tostlarımız ellerimizde otobüse doğru yürüyoruz. 

Otelden valizler alınıyor. Havaalanındayız. Rehberimiz bizi uğurluyor. Bir kahve içimlik grivna kalmış cebimde. Rehbere veriyorum sen benim yerime iç diye. Rötar yok uçaktayız. 

Puşkin’in “Tutsak” şiirinden bir dörtlük geliyor aklıma;

“Bizler özgür kuşlarız, hadi davran!

O beyaz dağa doğru, daha da öteye bulutlardan,

Denizin gökyüzüyle buluştuğu maviliklere,

Sadece rüzgârın ve benim gidebileceğimiz o yerlere…”

Ayşenur 5 grivna veriyor bana hatıra parası olarak saklamam için. Sandviç ve kek ikramı. Şarap gelince hep birlikte hemen kalkıyor kadehler Rus edebiyatının büyük şairi, romancısı tarih yazımına üslubuyla yön veren Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’in şerefine… 

Ve ben yine aynı şarkının bu kez son melodileri eşliğinde, tatlı bir uykuda, topçunun düşünü düşlüyorum…

“Geceden geceye

Dönüyor ve dönüyor beynim

Düşü bile beni deli ediyor

Bir yabancı toprağın sınırında

Topçu uyuyor bu gece

Oldu olan

Önem verin düşene

Önem verin”

Güler PİŞKİN