NEYYA Edebiyat Grubu’nun ekim ayı içerisinde gerçekleştirdiği Odessa gezisine ait yazıları ve öyküleri Pazartesi14’de ve sosyal medya yayınlarında okuyor musunuz?

Yayınlanan yazılar içinde “Ben de gittim,” diye orada gördüklerimi yazdığım bir anımın bulunmasını çok isterdim.

Hayatımda bitmeyen aksiliklerin bu defada çıkan aksiliğiyle maalesef gidemedim. Çok sıkıldım. Gidemememin çaresini bulamadan da duramadım.

Bavul hazırlamadan, yurtdışı çıkış işlemlerini yerine getirmeden peşlerine takıldım.

Uçağın kanadında pencereye doğru yüzükoyun yatıp “Püfür püfür uçmak, Oh… Ne güzel.” İçerideki arkadaşlarımın konuştuklarını duyamıyor, sohbetlerine katılamıyorum ama onları görüyorum, onlarla beraber gibiyim.

Gider gitmez yağan yağmurla ıslandılar; yemeden içmeden dolaştılar, yoruldular. En sonunda gittikleri lokantanın kapısından girince, ben de “Müzik ruhun gıdasıdır,” sözünü uygulayarak operaya gittim. Gişede “Lütfen bir bilet,” dedim, kimse duymadı. Mecburen kapıdan döndüm.

Onlar operaya girince ben Deribasovskaya caddesinde dolaştım. Güzel ışıklandırılmış, temiz, ferah bir yer. Daha sıcak aylarda burada herhalde iğne atsan yere düşmez. Burada yaşamış; oldukları zamanın günlük kıyafetleri içinde yürüyüş yapan kadınlar ve erkekler, neşe içinde koşuşan çocuklar tablo gibi gözümün önünde canlandılar.

İstanbul parkının ağaçlarının dallarında sallanan, yere düşen rengini kaybetmiş ama yağan yağmurla parlamış yaprakları arasında dolaştım.  Sakindi huzur buldum.

1200’lü yıllarda Kırım Hanı Hacı Giray tarafından “Hacıbey” adında Tatar köyü olarak kurulan, bugün 300 yazarın hayatını, eserlerini, hatıra eşyalarını bünyesinde bulunduran Edebiyat Müzesiyle Odessa yazarlar şehri olarak anılmayı hak ediyor.

Edebiyat Müzesine, eserlerin döneme göre sıralanmış olduğunu öğrendiğim Sanat Müzesine gitmedim ama öyle güzel yazdılar, görüntülediler ki görmüş kadar oldum.

İsaac Babel’in, Puşkin’in tertemiz heykelleri onların çektiği fotoğraflarla renklendi, canlandı.

İsaac Babel’in, Kral adlı öyküsünü inceledikten sonra karar vererek gittiklerinden mi bilmem, çektirdikleri fotoğraflarda onun koluna girerek yakınlıklarını gösterdiklerini, onun da diğer yazarlara “Benim okuyucularım,” diye gururla bahsettiğini düşündüm.

Odessa’da yaşamış veya yolu düşmüş ya da istemiş ama gidememiş yazarların hepsini andılar. Bence onların da gönülleri alınmış oldu.

Caddelerini, sokaklarını dolaştılar, evlerin duvarlarına çizilmiş resimlere, kaldırımdaki çarka uzun uzun baktılar.

Potemkin merdivenlerine yukarıdan bakınca, yüz küsur merdiveni adım adım çıkmak zorunda olanları bir taraftan takdir ettim, diğer taraftan da üzüldüm doğrusu.

Onlar dinlenirken plaja gitmiştim bile. Koyu lacivert, köpüklü denize bakarken; karşı taraftan geldiğini bilmek değişik bir duygu. “Mevsim kapanmış, denize giren yok,” derken cesur bir insan gördüm. Kim bilir nereden gelmiş? “Gelmişken girmeden olmaz,” diye düşünmüş olabilir, belki de aslen buralı olup hasret gidermeye geldiği bu yerde yüzmeye doyamamıştır.

Dönüş gününde kiliseye, satıcıları genellikle kadın olan, ünlü Privoz pazarına gittiler. Alışveriş yaptılar, eşyalarını topladılar, çok yoruldular.

Gezinin dönüş yolculuğu da benim için çok kolay geçti. Hiçbir şey almadan, taşımadan, yorulmadan geldim.

Onların ayak izlerine basarak düşüncelerimle gezdiğim Odessa’dan bir anda dönüp kendimi otururken buldum.

Grubumuza nice güzel geziler dilerim. Başa yazmayı unuttum. “Hep beraber”.

 Nebahat Alptekin

N.İ.