James Joyce ilk kitaplarının yayımlanmaya başlamasının ardından yüzyıldan fazla zaman geçmesine karşın, eserleri üzerinde en çok araştırma, inceleme yapılan, deneme yazılan yazarlardan biri olma özelliğini hala daha koruyor. Yüzlerce kelime oyunları, göndermeler, binbir çeşit biçim ve teknik, incecik alay ve mizahlarla dolu yapıtları, her okunuşunda hissettirdiği farklı anlam derinliği ile şaşırtmaya hala devam ediyor.

‘Dublinliler’ öykü kitabı onun en anlaşılabilir, rahat okunan kitabı. Diğerlerini okumak en donanımlı okuyucu için bile zor. Picasso’nun kübizme varmadan evvel daha anlaşılabilir resimler yaptığı pembe ve mavi dönemlerine benzetilen Dublinliler, sonraki kitaplarına giden yolda kendi tekniğini bulmakta önemli bir adım oluyor. Joyce, gerçek tekniğine daha sonra ulaşacak, sırasıyla,  ‘Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’, ‘Ulysses’ ve ‘Finnegan Uyanması’ gibi dev eserlere imzasını atacaktır.

1907 yılında yayımlanan ‘Oda Müziği’ adlı şiir kitabından sonra dokuz yıllık amansız bir uğraş sonucu 1914’te ancak yayımlatabildiği  ‘Dublinliler’ on beş öyküden oluşuyor. Çürüme, paralize  (felç) olma, ölüm temalarının yoğun olarak işlendiği öyküler, öykü gibi görünse de aslında birbirini takip eder nitelikte. Kahramanlarımız çocuk olarak başlıyor, genç olarak devam ediyor, orta yaşlı olarak son buluyorlar. Öyküler aynı zamanda hayalperestlikten gerçekliğe, olasılıktan olanaksızlığa, bireyselden toplumsala doğru yol alıyor.

Öykülerde, İrlanda’da bir kahramandır. Joyce, İrlanda’yı temsilen ülkenin kalbi kabul ettiği Dublin’i seçer ve şehrin sinir uçlarına dokunur. Toplumsal kasvet, olamamışlık, sıkılmışlık, daralmışlık öyküleridir bunlar. Kahramanlarımız kabuklarını kıramazlar, bir döngünün içinde devamlı başladığı yere gelir, ne kadar çabalasalar da kısıldıkları kapandan çıkamazlar.

Joyce’a göre bunun iki nedeni var. Roman Katolik Kilisesi ve İngiltere. Kiliseyi kendisi gibi entelektüelleri bilim adamı, doktor vs. olmaya itekleyeceğine papaz yapmaya çalışmakla suçlar. İrlanda’nın geri kalmışlığı ile ilgili de İngiltere’dir suçlu. İrlanda 12. Yüzyıldan itibaren İngiliz istilasına girer. Özellikle, Protestan kral 3. William’ın Katolik 2. James’i yendiği 1690 Boyne Savaşından sonra 1922’ye kadar iki yüzyıl düşmanca bir koloni şeklinde yönettiklerini söyler. 1840’lardaki patates faciasından İngilizleri sorumlu tutar.

Joyce bu daralmanın insanı yok etmeye doğru götürdüğünü ve yaratıcılığını kullanamayacağını fark ederek ülkesini terk edecek, iki dünya savaşı gördüğü halde çok sevdiği Dublin’e, o sıkışmışlığın içine dönmeyi reddedecektir.

Çehov’la başlayan ‘pat diye konuya’ girme, Joyce ile tepe noktaya ulaşır. Birinci öykü olan ‘Kızkardeşler’in ilk cümlesi bizi bir şeye davet eder. ‘Artık onun için pek de ümit kalmamıştı.’ (There was no hope for him this time). Umut, çocuk yaşlı herkes için olmadığı gibi, toplum, ülke için de yok. Hemen peşinden daha ilk iki sayfada yaşlı bir papazın felç olduktan sonra kaçınılmaz ölümüne yol alışını izleriz. Sağlığında kilisenin kutsal eşyalarını satan papaz, şahsında paralize olmuş ve çürümüş Katolik kilisesini temsil etmektedir ve onun için artık hiçbir umut yoktur. Ölüm ilanı ise Great Britain Caddesi’ndeki evinin kapısına bir kâğıt yapıştırılarak topluma bildirilir. Ölüm tarihi olarak verilen 1 Temmuz ise Julien takvimine göre Boyne Savaşının tarihidir. Öyküde yer alan çocuk, sokaktan papazın evinin penceresine bakarak yaşlı adamın durumunu tahmin etmeye çalışır.

Öykülerimiz kabuğunu kıramayan Dublinlilerle devam eder. Kimi sevdiği kıza bir hediye alamaz, kimi kendini kurtarabilecek bir gemiye binme imkânı varken limanda donakalır, kimi de sıkışıp kalmanın acısını çocuğundan çıkarır. Toplumsal öykülerde ise İrlanda için çalışır görünüp de kendi arzularını ülkeninkinden önde tutanlar, ikiyüzlüler, sosyal konuları kendi çıkarlarına alet edenler, tanrının adına manevi muhasebecilik yapmaya kalkanlar dizilir karşımıza. Felç olmuş, kurtuluşu olmayan toplum her yerdedir.

Son öykü ‘Ölüler’ bütün öyküleri toparlayıp değerlendirir niteliktedir. Birlikte yaşayan yaşlı iki teyze ve yeğenleri Mary Jane’in her yıl verdiği, canlı bir noel partisini anlatır. Diğer yeğen Gabriel partiye eşi Gretta ile katılır. Gabriel içeri girmesiyle beraber canını sıkan olaylarla karşılaşır. Önce dostane ilişki kurmaya çalıştığı evin hizmetçisi Lily ile beceriksiz bir konuşma yapar. Sonra o akşam yemekte yapmak üzere hazırladığı konuşmada alıntıladığı şairi oradaki insanların anlamayacağını düşünerek endişelenir. Son olarak da dans ettiği Bayan Ivory tarafından ülkesine ilgisizlikle ve İngiltere taraftarı olmakla suçlanır. İyi bir işi ve toplumda iyi bir yeri olduğunu anladığımız Gabriel’in kibirli yapısıyla insanlarla kurmaya çalıştığı ilişkilerde pek de başarılı olamadığını fark ederiz.

Öykü boyunca paralize olma hali çok yoğundur. Her sene aynı parti verilir, aynı insanlar çağrılır, Malins hep sarhoş gelir, aynı vals ve aynı müzik vardır, Gabriel’den bir konuşma beklenir, aynı kişiler aynı yiyeceği (Kazı Gabriel, domuzu Bayan Daly, sosisleri Gretta) servis ederler. Ülke de öyledir ve hep öyle kalacaktır.

İnsanların ve ülkenin kısır döngüsü, dedelerinin atı Johnny’in, Boyne Savaşında İrlanda’yı yenen Kral William’ın heykelinin etrafında devamlı dönmesiyle anlatılır. Gabriel dinleyicilerini kahkahaya boğan bu öyküyü anlatırken kendi sıkışmışlığının ve aynı şekilde tekrarlanan döngüsünün henüz farkında değildir.

Katolik kilisesi bu öyküde de Joyce’dan nasibini alır. Kadınların koroya alınmaması eleştirilirken, tabutta uyuyarak günahlarının affedileceğini düşünen keşişlerle kilisenin insanları felç eden yapısı tekrar gündeme getirilir.

‘Ölüler’de yavaş başlayan tempomuz artık gittikçe hızlanmakta ve sahneler bir girdaba giriyormuşçasına daralmaktadır.  Gitmek üzereyken merdivenin başında duran karısının ‘Augrim’li Genç Kız’ adlı şarkıyı büyülenmişçesine dinlediğini, bulunduğu koridorun karanlığından gören Gabriel biraz sonra varacakları otel odasında yaşayacağı dev epifaniden henüz haberdar değildir. Güzel bir sevişme gecesi yaşayacaklarını düşündüğü otele giderlerken Gretta’nın durgunluğuna bir anlam veremeyecektir.  Otel odasında ise Gretta gözyaşları içinde, yıllar evvel bu şarkıyı söyleyen kendisine âşık genç bir erkeğin tutkusu uğruna nasıl ölüme gittiğini anlatacaktır. Gabriel, çok sevdiği karısını aslında ne kadar az tanıdığını fark etmesi yanı sıra kendi yaşanmışlığının boşluğunu da işte o zaman idrak edecektir.

‘Öteki dünyaya, yaşlılıktan yavaş yavaş kaybolmak ve solmaktansa, bir tutkunun zaferi ile cesurca geçmek vardı.’

Yaşlı bir ölümle başlayan Dublinliler, genç bir ölümle sonlanmakta, belki de bir başka döngü daha tamamlanmaktadır.

Öykünün sonunda Gretta uyuyakalmıştır ve Gabriel pencereden dışarıya bakar.  Gabriel’in omuzlarında ince bir çizgi olarak öyküye giren kar, hızını artırarak devam etmekte, gittikçe yayılıp bütün ülkeyi kaplayarak tamamen kıpırdayamaz, kurtulamaz hale getirmektedir. İlk öykü ‘Kızkardeşler’de pencereye dışardan bakan çocuk ile içerden dışarıyı seyreden orta yaşlı adam arasında bir köprü kurulmakta, belki de bir başka döngü tamamlanmaktadır.

Epifani: Çok anlık aydınlanma, bir kişi ya da nesneyle ilgili asıl gerçeğin birdenbire ortaya çıktığı an. Bir durum, diyalog, rüya gibi yaşamın içinde çok küçük anlamı olabilen bir şeyin, birey üzerinde bıraktığı aydınlanma etkisi.

Asil Şenol Topçu 

N.İ.