Elimdeki  orkide saksısını sımsıkı kucaklamış,  metronun merdivenlerinden iniyordum, aşağıdan yukarıya koşarak çıkan genci daha ilk basamaklardayken fark edip kendimi sipere alayım derken olan oldu. Gencin hızlıca çarpmasıyla dengemi kaybettim, birkaç basamağı popomun üstünde hoplayarak inip kendimi aşağıda buldum. İçimden bir şeyler aktı sanki. Hani insan bazen rüyada boşluğa düşer de içi bir tuhaf olur ya öyle oldum.

Kolumdan tutup kaldırırlarken “Saksıyı da bırakmadınız, canınız yanıyor mu?” dediklerinde fark ettim sol kolumun altındaki orkideyi sıkıca tuttuğumu. Birisi yerden aldığı ve üzerinde “Yeni işinde başarılar dilerim,” yazılı kartı verdi bana. Neyse ki çiçeğe zarar gelmemişti. Zaman  daralmış, mesai saati bitmeden yetiştirmem gerekli, üstelik bugün ilk iş günüm, belli ki bu çiçeğin sahibinin de ilk günü. Çiçeği götürdüğüm kişi ile gönderenin soy isimleri de aynı, ya eşi ya kardeşi diyorum içimden. Metrobüse binmem gerek. O da ne? Mahşer yeri gibi bir kalabalık, oysaki daha iş çıkışı da değil. Bizim oralarda, İstanbul’un taşı toprağı altın diye duyardık duymasına ya neresi altınsa artık.  Ah benim memleketimin taşını toprağını seveyim, iş olsaydı da buralara gelmez olsaydım. Ailem benden para beklerken, ne iş olursa yaparım deyip ilk gördüğüm bu işi yapmaya mecbur kaldım. Yaşım bu koşuşturmaya uygun değil ama ne yapayım. Şoförlük işinden haber gelirse o işe geçeceğim.

Bu büyük şehirde her şeyin bir sektörü oluşmuş mübarek. Bahçelerimizde kırmızı güller, hanımelleri buram buram kokar memleketimizde. Bahar ve yaz  aylarında birbirlerine karışan kokuları hala burnumda. Parayla çiçek satın almayı da burada gördüm. Bizim köyde birine çiçek mi götüreceksin, koparırsın bahçenden, yaparsın bir demet olur biter. Ah, anamın diktiği, bahçe kapımızı saran hanımellerinin kokusu nerede? Baharı müjdelerdi bize, ılık esen rüzgârla o mis kokusu evimizin içine kadar yayılırdı. Elimdeki çiçeğin görünüşü çok  güzel, süslemek için hayli uğraştılar ama koku namına bir şey yok. Metrobüste,  dört tarafımda envai çeşit kokular, kiminin güzel kokmak için sürdüğü parfüm, kiminin de ter ve nefes kokularıyla burun buruna olunca o özlemim daha da arttı, İstanbul’da yaşamak ne zormuş.  

Sonunda ineceğim durağa geldim, ilk gördüğüm dükkâna elimdeki adresi sorup çok az yürüyerek ulaşıyorum, çiçeği vereceğim kişiyi soruyorum. Ayça Hanım’a çiçeği teslim ettim ya bir oh çekmeme ramak kala o da ne kavganın ortasındayım. İri yarı adam orta yerde durmuş, avaz avaz küfürler savuruyor önüne gelene rastgele vurup, kırıyor. Sanki arenadan kaçmış kızgın boğa gibi. İnsanlar korkuyla kaçışıyor, güvenlik dahi durduramadı gözü dönmüş adamı. Dudak kenarları kuduz köpek gibi köpük köpük bir şeyler geveliyor,  aylardır beklediği alacağı mı varmış neymiş. Bir kurtulsam buradan, o da ne pörtlemiş gözleriyle çorabının içinden çakısını çıkardı, koşarken gözüm yerdeki kırılmış, toprakları saçılmış saksıya takılıyor. Orkideler boylu boyunca yerdeler.

Gözümü açtığımda kolumda serumla hastanenin acil servisindeyim. Düşerken masanın köşesine vurmuşum ve alnıma beş dikiş atmışlar. Serum bitince beni taburcu ettiler. Amcaoğlunun evine gitmek için Marmaray denen taşıta bineceğim ilk kez, hâlâ kafam almıyor, denizin altı açılıp nasıl yol yaptılar ki? Bir yanım korkarken meraklı yanım ağır basıyor ve turnikeden geçiyorum bile. Çok kalabalık, insanlar koşturmaca halinde. Kelli felli, yaşını başını almış insanların binerken birbirlerini iteklemeleri ne tuhaf. Yolum uzun, neyse genç bana yer verdi de oturdum. İlk iş günüm de neler geldi başıma, heyecandan ölmedim ya, bir daha ölmem ben.

Marmaray çok hızlı gidiyor, bazılarının elinde cep telefonu, bazılarında kitap var. Karşımda oturan üç kişi ilgimi çekiyor. Çocuğun seslenmesinden anlıyorum aile olduklarını. Karı koca ellerinde cep telefonlarıyla meşguller, çocuk arada bir kollarını dürtüp sesleniyor ama onlar hiç istiflerini bozmuyorlar. Şaşa kaldım, hey diye seslenmeli diyor içimdeki ses, sonra boş ver diyorum kendime. Boncuk gözlü, altın saçlı kızım gözümün önünde. Onların yerinde olsam kızımı sarıp sarmalardım diye hayıflanıyorum. İlk kez bu kadar ayrı kaldım ailemden. Paranın gözü kör olsun, ekmek derdine düştüm gurbet ellerde.

Özlem Gemici

N.İ.