Dolduramadığım poşetlerin

Sesi fakirliğimi fısıldarken,

Tüm gücüyle haykırışı,  

Açlığımda.

Girdisi olmayan boğazın çıktısı olması şaşırtıcı.

Tüm atık malzemelerimi sunuyorum hayata;

Terimi, idrarımı, dışkımı.

Toprağı dölleyen dışkım en güzel meyveleriyle

Zenginlerin sofrasında.

Nankör toprak benden aldığını vermeyenlere sunuyor

Cömertçe bir şımarıklıkla.

Tanrıyı hiçbir şey şaşırtamadı.

Kuzular, inekler,  bakireler

Eskiden ruhları tanrıya kurban edilenler…

Şimdi postakileri çalınmış,

Ruhları ortada.

Kimin umurunda çıplaklık.

Tanrıları hiçbir şey şaşırtmamalı.

Bebeğim göğüslerimi emerken haşin, acımasız

Sütümün tadından değil yaralarımın kanından

Kendinden geçen bakışları.

Acımı zevkine dönüştürerek

Bedenimde kendine yol açanlar;

“Ufacık çocuğun suçu ne kızım,

Senden bir parça o da” diyen büyüklerim;

Bir bebeğin kusmuğu bana benziyor,

O akşamdan tek hatıram.

Tanrı hiç bir şeye şaşırmamalı.

Yedi eterik katı geçerek sonsuzluğa ulaşıyorum.

Beyaz köpük köpük çağlayanlarla yıkanan bedenim,

Ruhumun bilinçli enerjisi

Milyarlarca altın tanecikle

Işıl ışıl parıldıyor.

Evren beni kendi içinde eritip,

Yeniden doğuruyor saflıkla.

Altın!

Bazılarının tek düşünce organıyla

Üzerine oturup sıçtığı yer,

Sözde tanrının seçtiklerine adanan,

Çalınmışın bilinçsiz tapınağı.

Hiçbir şeye şaşırmamalı.

Beyninden binlerce sinir hücresini koparıp

Cinsel organına yerleştirmiş.

Lütufmuş gibi kasıla kasıla dolaşıyor.

Tenezzül edip konuşmaya başladı mı da

Güçten dem vuruyor, erkeklikten

Bir tane vursam tozu kalmayacak haberi yok

Gücünü sunuyor beynime…

O bilmez ki

Tanrının gücüyle etkilemesini istediği zarif varlık,

Naifliğin, mütevazılığın, zayıflığın büyüsünde.

Tanrıyı hiçbir şey şaşırtmamalı.

Tecrübe abideleri, yeni yetmenin

Genç, ölümün

Köpek, insanın

Fare, kedinin peşinde.

Tanrıyı hiçbir şey şaşırtmadı.         

“Ölülerin kıyafetlerini giyiyorum” diyor

Fakir,

“Öldürüp giyiyorum” diyor zengin.

Satın alıyor kutsanmış toprakları.

Tanrıyı hiçbir şey şaşırtmamalı.

Kan, ter, gözyaşıyla yoktan var edilenler

Yapay sularda veriyorlar son nefeslerini.

Büyük bir hazla,

Hava kabarcıklarını fotoğraflıyoruz,

Bu can-ı çekilişin.

Haz aklıyor kendini;  kendi kan, ter, gözyaşlarımızdan.

Hiçbir şey Tanrıyı şaşırtmamalı.

Kendi parçasından var ettiği tanrı ve tanrıçalar

Ölesiye küstah,

Kendi parçasından var ettiği tanrı ve tanrıçalar

Ölesiye sefil.

Kendi parçasından tanrı olan ben, çaresiz.

Çaresizlik erdem olabilir mi?

Tanrı hiçbir şeyi cevaplamadı.

Kadın doymuyor varlığına

Çocuk, ekmek, maya…

Her yer her şey onun olmalı.

Ama gücü görünce secdeye varıyor,

Zayıf ama akıllı.

Çocuğunu sunuyor adama

İlk meyvesinin tadını

Tanrıyı hiçbir şey şaşırtmamalı.

Alevler yalıyor bedenimi

Suyumu getiren adamı içime çekiyorum,

Beraber yanıyoruz.

Küllerine baktıkça gülüyorum.

Haz yüreğimi serinletiyor

Ölürken öldürdüm ben de.

Tanrı yine şaşırmadı.

Kutsal bakireler kurban edilirken

Savaş çıkaranların piçleri

Yıkıp üstüne kurdukları dünyanın

Yeni yaşam kaynağı.

Tanrıyı hiçbir şey şaşırtmamalı.

İsmimi ben doğmadan koymuşlar.

Münibe demişler bana,

“Tanrıya yalvaran” anlamı.

Haykırıyorum karşısında, inleyip, ağlıyorum

Kıs kıs gülüyor bana.

“Doğmadan isminle damgaladım seni” diyor,

“Aciz kulum, şapşal kız!”

 “Ben ezel ve ebedim,

Tek bir günbatımında seni diz çöktürürüm önümde.”

Çöküyorum.

Tanrıyı hiçbir şey şaşırtamadı.

Yazdığım kelimeler kaba ve argoymuş

Ha bire uyarıyor yazım kuralı.

O zaman,

Sil gücün yetiyorsa hayattan!

Hadi gel, Sen şaşırt Tanrıyı.

Şaheser Münibe Yılmaz