Kırk beş yıldır sahnelerde olan sanatçı; tiyatro, sinema, dizi, kişisel gelişim seminerleri derken psikologlar tarafından izlenmesi tavsiye edilen “Dışarda Hiçbir Şey Var!” gösterisinde yüz yirmi dakika boyunca oynuyor, anlatıyor, sorgulatıyor ve izleyenlere neşe saçıyor.

Oyun oldukça genç bir ekibe sahip. Yönetmen Ahmet Ayaz Yılmaz, Sahne ve Video Tasarımı: R.Onur Duru, Ses ve Işık: Cem Okyay, Erhan Işıktaş, Kostüm Tasarımı: İlker Bilgi, Afiş Tasarımı: Elif Ergün, Afiş Fotoğrafları: Tamer Kuvat, Serkan Çankaya. Dış Sesler: Nezire Dalverir, Onur Duru ve Ahmet Ayaz Yılmaz’ a ait. Rahmetli duayen müzisyen Selim Andak’ın müziği ise kulaklarımızın pasını siliyor.
Oyunun konusuna gelirsek; biraz “yaşama sanatı” biraz “iç barış” diyebiliriz. Bu konuda edindiği tecrübelerini, öğrendikleri ile pekiştiren sanatçı tüm edinimlerini; şiirler, şarkılar ve öykülerle izleyenleriyle paylaşıyor. Sadece İstanbul’da değil Anadolu’da yapılan turnelerle hiç yorulmadan, oyunun başladığı ya da daha doğrusu sahneye çıktığı ilk günkü genç kız enerjisi ile ulaşabildiği kadar çok sayıda insana anlatmak için de büyük çaba sarf ediyor. Yurt dışından da talep alan oyunun ilerleyen dönemlerde dünya sahnelerinde olması bekleniyor. Seyircilerin oyun hakkındaki değerlendirmeleri de oldukça etkileyici. “Bu ne bir oyun, ne bir gösteri. Çok büyük farkındalık yaratan, kendimizle yüzleşmemizi sağlayan, komik, eğlenceli geniş bir terapi seansı.”
Onunla tanıştığınız andan itibaren; neşesi, kahkahaları ve sıcaklığıyla etrafınıza görülmeyen bir enerji kalkanı örüyor. İşte o vakit “Dışarda Hiçbir Şey Var!” ı çok daha iyi anlıyorsunuz. Yeni yıl öncesi kendisi ile yaptığımız sohbeti okuduğunuzda eminim aynı duyguyu sizler de hissedeceksiniz.
“Dışarda Hiçbir Şey Var!” tiyatro oyunu ilk kez hangi yıl sahnelendi ve bu süreç nasıl başladı?

20 Mart 2020’de dördüncü yılına giriyor. Ben yıllardır “Yaşama Sanatı”seminerleri veriyordum. Şirketlere, kurumlara, üniversitelere, ortaokul ve liselere. İnanılmaz güzel geri dönüşler alıyordum. Yaşamının değiştiğini, hayata başka türlü baktıklarını ve aileleri ile ilişkilerinin değiştiğini söyleyenler… Dedim ki kendi kendime “Ben bir oyuncuyum, neden bunu sahneye taşımıyorum?” Buna niyet ettiğimde, yazmaya başladığımda beş altı ay kadar sonra karşıma Ahmet Ayaz Yılmaz, yani oyunun yönetmeni çıktı. Ahmet Ayaz Yılmaz, Bilkent Üniversitesi mezunu, tiyatro oyuncusu, iki sene Amerika’da müzikal okudu. On bir yıldır da Birleşmiş Milletler’de Gençlik Sağlığı, İnsan Hakları üzerine seminerler veriyor, oyunlar sahneye koyuyor. Onunla “Dışarda Hiçbir Şey Var” yolculuğuna başladık.
Sanatın ve sanatçının toplumda yer bulabilmesi için bir derdi olmalı derler. Yazdığınız, derlediğiniz ve oynadığınız bu son oyununuzda anlatmak istediğiniz derdiniz nedir?
“Bilenin bilmeyene, olanın olmayana borcu vardır,” diyerek bildiklerimi paylaşmak, bilmediklerimi de öğrenmek için bir yolculuğa çıktım. Bize armağan ve emanet edilen bu muhteşem varlığın farkına varmamızı, kendimize verebileceğimizin en büyük armağanın kendimizi bilmek, tanımak ve var etmek olduğunu, kısacası yaşamamızın sorumluluğunun kendi elimizde olduğunu, tabii daha pek çok şeyi.
Gösterinizin ismini koyarken bir kitaptan esinlenildi diye biliyorum. Hangi kitap ismi sizi bu kadar etkiledi? Sebebi neydi?

Hayranı olduğum ünlü oyuncu Shirley MacLaine’ in bir kitabının adı. Onu okuduğumda çok etkilenmiştim. Günün birinde bir şey yaparsam bu ismi mutlaka kullanacağım demiştim. Zaten oyunla da birebir örtüştü. Bu arada Shirley MacLaine’ in pek çok kitabı var, benim ilgilendiğim konularla o da ilgileniyor. Onun yaşı benden büyük olduğu için de -seksen beş yaşında- ben onun konularıyla ilgileniyorum diyelim. O bütün dünyayı dolaşıp bunları anlatıyor. Ben de hep diyorum ki “Bu oyunu sonsuza kadar oynayacağım.” Ülkemde ve dünyada gitmediğim yer kalmasın istiyorum.
Oyununuzda sorunlarınızı bir kurban gibi değil, sorunları alt eden şövalye edasıyla anlatıyorsunuz. Günümüz yaşam şartlarında “iç barış” isteyen kurbanların şövalyeye dönüşebilmesi için neleri kuşanmaları gerekir?
Önce kendileri ile yüzleşme cesaretini bulmaları, barışmaları, kendilerini sevmeleri, güvenmeleri, şefkat duymaları…Sonrası gelir zaten.
Gösterinizi izlemeye gelenler, oyunun son anına kadar kendileriyle yüzleşebilirler. Yüzleşmek ise çoğu insan için çok da kolay tercih edilir bir durum değil. Yine de bunu bilerek gelen pek çok izleyiciniz oluyor. Yüzleşmek neden bu kadar önemli?
Kabul etmediğimiz, yüzleşmediğimiz hiçbir şeyi çözemeyiz. Şimdi bir şeye “Hayır” dedikten sonra yapacağımız bir şey kalmıyor ki. Eski düşünce kalıplarıyla yeni bir hayat yaratamayız. Değişmezsek gelişemeyiz, gelişmezsek kendimizi var edemeyiz.

Kendimizi tanımaktan korkan bir toplum muyuz?
Evet, yalnız kendimizi tanımaktan değil pek çok şeyden korkuyoruz. Çünkü çocukluğumuzdan beri bilinçaltımıza sevgi yerine daha çok korku kodlanmış durumda ve konfor alanımızdan çıkmak bizi korkutuyor. Oysa ki oradan çıkabildiğimizde; yeni şeylere açık olduğumuz, ön yargılarımızı bıraktığımızda, yeni şeyleri deneyimlediğimizde kendimize çok büyük bir armağan vereceğiz. Kendimiz olabileceğiz. Bu tahmin tasavvur edemeyeceğimiz kadar değerli bir şeydir. Ayrıca şunu da hiç unutmayalım; “Korkunun ecele faydası yok,” derler. Korkuyu bir kenara bırakalım, hatta korkuya rağmen cesaretli olalım.
Cesaret çok yakınımızda, bilinçaltımızda saklı diyebilir miyiz?
Ne olur sevgili okuyucularımız beynimizle, bilinçaltımızla ilgili videolar izleyip, kitaplar okusunlar. Çünkü patron bilinçaltı ve bizi o yönetiyor. Aynı zamanda da bilinçaltı bizim gönüllü hizmetlimiz. Ne dersek motamot ona inanıyor, hiçbir şeyi sorgulamıyor, espriden de anlamıyor. Bilinçaltı bizim bahçemiz, doğal olarak biz de onun bahçıvanıyız. Bahçeye hiç karpuz ekip de salatalık yetiştiğini gördünüz mü? Bahçemize güller, sümbüller yerine neden ayrık otlar ekelim ki? Ne diyor Mevlana? “Gül düşünürsen gülistanlık, diken düşünürsen dikenlik olursun.”
Günümüz gençlerini ve çocuklarını tiyatroya çekmek zor olabiliyor. Seyirci kitlenize baktığımızda sayıları oldukça fazla. Bunu nasıl başardınız?
Ben oyuna başlarken kimlere hitap edebileceğimi, yıllardır seminerler verdiğim için az çok tahmin edebiliyordum. Fakat çocuklara ve gençlere bu denli ulaşabileceğini gerçekten düşünememiştim. Çünkü şimdinin gençleri çok farklı, onlar dijital çağın çocukları. İlk oyunda on yedi yaşında bir kızımız bana beş sayfa mektup yazdı. Bu oyunun yaşamında neler değiştireceğini, artık gülmeye başladığını, negatif düşünce kalıplarını bırakacağını belirtmişti. “Sana söz veriyorum eski ben gitti, yeni ben geldi Betül Abla,” dedi. Birinci oyuna gelen bütün arkadaşlarım, ikinci oyuna on yaşından itibaren çocuklarını getirdiler. Daha sonra Down Sendrom Derneği, Alzheimer Vakfı ve en sonunda da işte ulaştığımız yer, doktorlar reçeteye yazmaya başladı. Oyun bitiyor, ben beş dakika sonra seyircilerin arasına katılıyorum. Onlarla yarım saat, bir saat kalıyorum. İsteyenlerle bir dakikalık videolar çekiyoruz. Bunu da “Dışarda Hiçbir Şey Var” ın ve zaman zaman da “Betül Arım” instagram sayfasında yayınlıyoruz.
Oyununuzda anlattığınız öyküler yaşamın çok önemli noktalarını aydınlatıyor. Türk Edebiyatı’nda ülke dertlerini aydınlattığını düşündüğünüz öykücüler var mı?
O kadar çok ki ismini sayamadıklarımdan şimdiden özür diliyorum, affola. Sait Faik, Oğuz Atay, Yaşar Kemal, Tomris Uyar, Firuzan, Haldun Taner, Leyla Erbil, Orhan Kemal, Ferit Edgü, Aziz Nesin. Bir de yeniler var tabii…
Okumanın, okuduğunu anlamanın “yaşama sanatına” etkisi sizce nedir?
Sonsuz! Öğrendiğim her şeyi yaşamdan ve kitaplardan öğrendim. Ayrıca yaşam sürekli, dene-yanıl kadar uzun değil. Onun için başkalarının deneyimlerinden yararlanmamız gerekiyor, bu da okumakla oluyor.
Yıllarca bakkal çırağından otopark görevlisine, garsondan oto yıkamacısına kadar sizden bahşiş bekleyen herkese ödemeyi parayla değil, kitaplarla yaptığınız haberi bir dönem çok konuşulmuştu. Hâlâ devam ediyor musunuz? Unutamadığınız bir tepkiyle karşılaştınız mı?
Evet. Yıllardır bahşiş yerine kitap veriyorum ve herkese öneririm. Çok büyük faydası oluyor, hem bana hem karşımdakine. Sık gittiğim bir otopark görevlisi “Abla biraz da para ver, bununla karnımızı duyuramıyoruz,” dedi. Kuaförümde de tarih dışında okumayı pek sevmeyen bir çocuğumuz, “Abla iyi ki verdin bu kitapları bana. Karım okuyor, bana sarmayı bıraktı, evliliğimize çok büyük bir faydası oldu. Sağ ol,” dedi.
Yazmakla aranız nasıl? İlerleyen dönemde herhangi bir edebi türde eser hazırlamayı düşünüyor musunuz?
Yazmayı seviyorum ama vakit sorunum var. Seyircilerimizin isteği üzerine bir buçuk sene önce oyunumuzun kitabını yazmaya niyet ettim. Ama sadece on beş sayfa yazabildim vakitsizlikten. Şimdi o kadar ısrar ediyorlar ki oyuna bir ay ara verdim. Tekrar başına oturdum bakalım ne zaman bitecek?
“Dostumuz da düşmanımız da biziz. Bizi bizden başka engelleyecek hiçbir şey yok. Hayatla kavga etmek yerine, onunla şarkı söyleyip, dans etmeyi seçebiliriz. Seçim bizim. Neyi seçiyoruz.”
Özlem Budak