Dünyanın bir ülkesinde, ismini söylemeyi beceremediğim bir şehirdeyim. Beyaz ipliğin siyah iplikten ayırt edilmesine az kalmışken yola düşüyorum. Dakikası, saniyesi sekmeyen bu şehir görevini aksatmayan gardiyanları hatırlatıyor.
Büyük bir fabrikanın bok temizleyicisiyim. Elinde pet şişeyle tuvalete giren bir kadınla göz göze geliyoruz. Hafif nemlenmiş gözleri, avucunda sıktığı şişe ve hızla kafasına dikişi, ardından avucunda bir şey varmış gibi ağzına atışı ve ilaç diyebilme çabaları… Modern köleler ve modern işkenceler. Kadının zorla içtiği su, yıllar önce yaşadığım prangalı anları hatırlatıyor. Bağlandığım günlerde susuz bırakılıyordum. Çok zordu. O günlerde tahammül edemeyeceğim bir müzik çalıyor, ona alışan kulaklarıma yüksek vuruşlarla teneke sesleri geliyordu. Eğer ona da tahammül edebilirsem; şıp şıp şıp, su damlaları, ardına üstümü başımı yırtacak, tenime çizikler atacak güçte rüzgâr sesleri eşlik ediyordu.
Tüm bu zorbalıklara dayanmanın yollarını arayan beyin hücrelerimi öldürmeye çalışıyorlardı. Elektrik verdikleri bir gün aklıma geldi, etlerimi ısırarak koparmak… Tüm bu sesler işleyen aklımı eşeklere yükleyip kaçırmak içindi. Verilen elektrik katır tepmişe çevirince işledi beynim. Bu zorbalıkların bile rutini vardı. Elektrik verilen günün ertesinde Anadolu’mun bilinmez bu şehrinde prangalar vuruluyordu ellerime, ayaklarıma. Onlar gelmeden önce kopardığım etleri tıkıyordum kulaklarıma. İşte o zaman en güzel anlar başlıyor. Hülya’yı düşünüyordum ilk olarak. “Hülyalara daldım,” diye küçük nükteler yapıp, eğlendiriyordum yitip gitmeye çalışan aklımı. Bembeyaz teni geliyordu beynimin kıvrımlarının içine. Diri memeleri, kısa tüyleri, hafif tombul bacakları ve su muhallebisini andıran göbeği… Uyanıyordu bedenim o zaman, bir zorba bağırıyordu “Değiştirin müziği hayvan işvelendi.” Onu duyuyordum çünkü kulaklarımın dibinde haykırıyordu, copunu indirirken sırtıma…
Bana hiçbir şey sormuyorlardı. Benden öğrenecek bir şeyleri yoktu. Ben onların öğrendiklerinin intikamını alacakları zavallıydım. Aslında kendimi zavallı gören bendim. Onların gözünde ihanet eden haindim. “Düşünüyorum, güzel hayaller kuruyorum, konuşuyorum, dünyayı değiştirmeye çalışıyorum.” Bu düşüncelerimi öldürmeye çalışıyorlardı. Unutmamak için Hülya’nın teninden başlıyordum rüyalarıma. Hülya’dan Tüylü ’ye geçiyordum. “En sıcak sevgilim, tekirim, geceleri bıkmadan usanmadan masaj yapan çılgın kedim. Tüm gerçek düşünceler sevgiyle başlıyor.” Buradan nasıl kurtulacağımı hiç düşünmüyordum. Düşünerek nasıl kötüleri devireceğimi hayal ediyordum. Gece yarısı bitiyordu her şey, sonra uykuya dalıyordum. Uyandığımda o kocaman elleri olan zorba geliyordu. “Kalk,” diyordu. “Bugün lağım günü…”
Geçmişe daldığım her andan “Lağım günü!” çağrısıyla yeniden bugüne dönüyorum. O günlerden şimdi bile devam eden tek şey, temizlediğim boklar! Yeniden tuvalete dönerken kadına bakmaya çalışıyorum. Vazgeçiyorum. Kadını ürkekliği, gözlerinin seğirmesiyle baş başa bırakıyorum. Yeniden dolduruyor şişeyi, tüm derdi temiz olmak. Gizlice kıçını yıkamak. Yasak. Taharetlenmek yasak. Kendi ülkemde kafamın içindeki temiz düşünceleri pisliğe çevirenler, burada kıçımıza oynuyor. Hepsi aynı bok. Kadının, tuvaletten çıkarken beni arayan gözlerle gidişini izliyorum. Şişeyi elbisenin içine koca göbeğinin altına saklamış, şişenin yaptığı potluğu görebiliyorum.
Hülya düşüyor gözlerimin içine, tüylüyü kucağına almış sevmeye çalışıyor. Kıskanç Tüylü, çişini bırakıveriyor kızın dizlerinin üzerine. Pantolonunu çıkarıyor, küvetin içine doğru uzattığı bacaklarını yıkıyor. Arkasına geçip göbeğini okşuyorum. Ellerimi kendi karnımın üzerinde gezdiriyorum. Bacaklarım yedi şiddetinde sallanıyor. Avuçlarımdan gökyüzünün kum fırtınasına son veren yağmur damlaları dökülüyor. Çatlayan dudaklarım deniz suyuyla yıkanmış gibi.
“Puşt, tuvalet kapısında avratlara bakıp kendinden geçiyor!” diyen bir kadının sesiyle gerçeğe geliyorum. Uyanan bedenimi toparlayarak erkekler tuvaletine doğru ilerliyorum. “Türkçe biliyorum, ben Türk’üm, ben de sizler gibiyim,” diyemiyorum. Kaybolmam gerek, bir tuvaletin içine girip kapıyı içeriden kilitleyip, deterjanı klozetin etrafına döküyorum. Fırçalıyorum. Fırçalıyorum. Fırçalıyorum. Oradan çıkıp bir diğerine geçiyorum. Sifonu çekiyorum. Giden adamın ardından bıraktığı ile vedalaşamamış olmasını anlayabiliyorum. Bedeninin en güçlü silahını pis bir yabancıya bıraktığı için mutlu ayrılıyor tuvaletten. “Sizdenim,” diyemiyorum. Zaten onlara da benzer bir halim kalmadı. Sifonu çekiyorum. Bir daha çekiyorum. Bir daha çekiyorum. Fırçayı sokuyorum. Kalan bokları temizliyorum.
Zeynep Pınarbaşı