Başını öne eğmiş, çarşafının kıvrımları ile oynayan genç kadın, mavi takkeli orta yaşlı adamın karşısında sessizce oturuyordu. Bu sessizlik hayra alamet değildi, biraz sonra kopacak fırtınanın habercisi gibiydi. Yüksek mertebeden olduğunu daha sonra öğrendiğimiz din görevlisinin sesi öylesine gür çıktı ki zavallı kadıncağız sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Yaşlı adam tecrübelerinden edindiği vakarla, aynı ses tonuyla konuşmasına devam etti:
– Biz burada kimseyi yargılamayız, bu Allahutaala’ nın işi! Ne derdin var ki seni böyle sinir buhranlarına sürüklemiş? Şimdi biraz rahatla, çık bahçede dolaş, namazımı kıldıktan sonra yanıma gelirsin.
Genç kadın, bir eliyle yerden destek alarak ayağa kalktı. Bahçeye doğru gidince onu bekleyen arkadaşı heyecanla sordu:
– Ne yaptın, konuşabildin mi?
– Namazdan sonra.
– İyi olur, biraz hava alalım dolaşalım, benim vaktim çok.
– Aslında geç kalmak istemiyorum, annem tedirgin oluyor, evde çocukla yalnız.
– Haksız da değil, doktor bile “Yapılacak bir şey yok,” deyince, kadıncağız elimde ölürse diye korkuyor.
– Bütün suç benim, paraya kandım, onunla evlendim.
– Nereden bilirdin canım? Alnında mı yazıyor?
– Şimdi Allah beni cezalandırıyor, minicik kızım bugün var, yarın kara toprakta!
– Hadi! Kendini topla da hocayı bekletme.
Eşarbını düzelterek camiye doğru yöneldi, yolunu kesen hırpani kılıklı adama sadaka vermek için çantasına açtı ancak adam ondan önce davranarak “Çocuğumun ruhuna bir Yasin okur musun?” deyince, onu dilenci sandığı için utandı, yüzü kızardı.
– Elbette, hoca efendi ile görüşmem var, beni burada bekle. Birlikte dua ederiz.
Yaşlı adamın yanından uzaklaştığında her zamanki gibi düşüncelere daldı. Belki de yaptığı sevaplar günahlarını bir nebze azaltırdı. Kadınlara verdiği ücretsiz Kur’an dersleri de işlediği sevaplardan biri değil miydi? Geceleri küçük kızına bakarken gözyaşları sel olurdu, uykuları kaçar, çocuğunun başında iyi olması için bildiği bütün duaları ederdi.
Camiye girince hocanın daha gelmediğini gördü. Etrafı seyre dalarken her zaman uhrevi duygulara kapılır, işlediği günahlar için nasıl hesap vereceğini düşünürdü.
Uzaktan gelen hocayı görünce kendini toparladı, yerinde doğruldu.
– Kızım işler bizi bekler, nasıl yardım edebilirim? Derdini söylersen yol göstermeye çalışırım.
Nazlı başını kaldırdı, sesini yükselterek derdini anlatmaya başladı:
– Kocam doğru yolda değil; bir türlü vazgeçmiyor yaptığı uygunsuz işlerden, evimize haram para giriyor. Ben de ne yapacağımı bilemiyorum. İki oğlum var ellerinizden öper, bir de kızım var ama çok hasta, doktorlar ümidi kesti. Gidecek yerim yok, annem köyde, o da çocuklarının eline bakıyor.
-Kızım senin evini terk etmen caiz olmaz. Ancak gelen paradan ihtiyacın kadar harcayacaksın, onun dışında harcama yapman günah olur. Belki kocan bir gün tövbe eder, doğru yola geri döner, onun için dua et.
Nazlı, hocanın eline davrandı öpmek için, hoca elini kaldırıp selametle kal diyerek ayağa kalktı.
Camiden çıkınca onu bekleyen adamın yanına gitti, bir köşede oturdular. Nazlı, yaşlı adamın oğlu için Yasin okudu, birlikte dua ettiler.
Nazlı, içi rahatlamış koşar adımlarla camiden çıktı. Yolda arkadaşına olanları anlattı. Şimdi ikisinin de yüzü gülüyordu, hatta alışveriş merkezine uğrayıp, çocuklarına kıyafet bile aldılar. Eskiden olsa Nazlı çok fazla alışveriş ederdi ama hoca ne demişti: İhtiyacın kadar alacaksın!
Eve gelince annesini düşünceli buldu, uzun süredir böyleydi içine kapanmıştı. Biraz da kızarak “Anne ne oldu yine kuzularını mı özledin? Bak kış kıyamet, köyde kar diz boyu, otur işte sıcacık,” deyip bebeğin odasına geçti.
Annesi evini çok özlemişti; civcivlerini, kuzularını ama onu üzen köyünden ayrı kalışı değil bu evde olanlara aklının bir türlü ermeyişiydi.
Damadın telefonu gece boyunca çalıyordu. Telefon gelince damat evden dışarı çıkıyor sonra tekrar eve gelip, tekrar çıkıyordu. Sabaha kadar çalan telefonun sesini duymamak için başını yastıklara gömüyordu. Kızı da devamlı huzursuzdu. Eski Nazlı gitmiş yerine huysuz biri gelmişti. Ama iyi adamdı doğrusu, evladının bir dediğini iki etmiyordu. Bu kocaman evi almış, kızının üzerine yapmıştı.
Nazlı elinde Kur’an, dua okuyordu.
– Hangi duayı okuyorsun?
-Kazadan beladan korunmak için anneciğim.
-Haklısın kızım, kocan bütün gece dışarda maazallah başına kötü bir şey gelmesin!
Nazlı annesine kinayeli bir bakış fırlattı. Kapının açılması ile bu gerginlik son bulmuş, çocuklarla birlikte kocası içeri girmişti. Evin en güzel saatleriydi.
Sonra ortalık durulur biraz televizyon seyrederlerdi. Küçüğü koltukların tepesinden inmez, sofraya zor oturturlardı.
O gece kocası çok neşeliydi.
– Biliyor musun bugün bir rezidansta daireye yazıldım, onu da senin üzerine geçirmeyi düşünüyorum.
– Bu ev neyimize yetmiyor?
– Fena mı olur? Kiraya verirsin evin geçimini sağlar, fazla paradan zarar gelmez. Hem farz et ki ben öldüm, nasıl geçinirsin? İşte! Kocan hep geleceği düşünüyor. Oğlanın okuduğu okul hoşuma gitmiyor, onu yabancı dil öğreten bir okula yollamak istiyorum, çok para lazım çok…
Nazlı kocasına cevap vermedi, derin düşüncelere dalmıştı.
Haklıydı galiba evin geçimi ile ihtiyaçlarını nasıl karşılardı? Hasan da, apartmandaki çocuklar gibi özel bir okulda okusa fena mı olurdu? Kendini beyaz bir araba içinde hayal etti, köydekiler ne kadar kıskanırdı. Bak! Yine şeytan aklını çelmeye başladı Ne demişti hoca ihtiyacın kadar alacaksın ama bunlar da ihtiyaç değil miydi?
Bu evde olan hiçbir şey Tanrı’ yı şaşırtmadı.
Özel Atay