Bir kış günü İstanbul’un kenar semtlerinden birinden kalkan minibüse yetişmek için, çamurlu su birikintisine Foş! diye basarak içeri giren ilk yolcunun adı Hayalci’ ydi. Elbette gerçek ismi bu değildi ama tanıdığı herkes -ailesi dahil- onu böyle çağırdığından artık gerçek ismini aramaz, hatırlamaz olmuştu. Babası ilk başlarda bu durumu ısrarla reddetmiş, tek çocuğu olan kızına böyle seslenilmesine karşı çıkmıştı. “Erkek olsa neyse de bir kıza yakışmıyor bu isim,” diyordu, “Gururuma dokunuyor!” Ta ki bir gün Hayalci karşısına geçip, ona kadınların da hayal kurabileceğini, başka dünyalar yaratabileceğini, büyüyünce kendisinin de uzayla ilgili bir meslek seçeceğini belki de astronot olacağını söyleyene dek. O günden sonra babası da bu ismi dolu dolu söylemeye başlamıştı. Bu değişimin, Hayalci’ nin bu upuzun cümleli konuşmasından mı yoksa o gün, derslerinde başarılı çocuklara karşılıksız burs verdiği bilinen iş kadının okulda babasıyla yaptığı görüşmeden mi kaynaklandığını kimse bilemedi.
Bizim Hayalci’nin bindiği; kliması çalışmayan, yırtık koltukları, dışarı fırlamış yaylarıyla daha ilk bakışta eskici arabasındaki ömrü tükenmiş eşyalardan biri gibi görünen bakımsız minibüs, sayısını hatırlayamadığı kadar çok aracı olan sahibinin umurunda olmamasına rağmen kimseyi yarı yolda bırakmamıştı. Onu süren şoförün de küçük kızla benzer bir lakap kardeşliği vardı. İş arkadaşları ona -açıkça nedenini bilmeden, belli belirsiz bir sezgisellikle- Kaptan diyorlardı. Ortasındaki sırmaları sökülmüş çapa kabartmalı eski püskü kaptan şapkasının bu ismi vurgulayan tek yanı , üst kısmını kaplayan kumaşının beyazlığıydı. Her göze çarpacak bu beyazlık, Kaptan’ın çok uzağında olanların bile onu fark etmesini sağlardı. Oysa şapkanın altındaki adam, gelişigüzel uzamış sakalları, avurtları çökmüş kemikli yüzü ve çelimsiz bedeniyle bu ismin tezatının resmi gibiydi.
Hayalci, en önde şoförün yanındaki tekli koltuğa oturabilmenin sevinciyle yerine kuruldu. Ağır okul çantasını ayaklarının arasına yerleştirdi. İçine su dolan ayakkabılarını çıkardı. Islak çoraplı ayaklarını motorun sıcaklığını içeri veren ızgaraya dayadı. Kaptan, bas-konuş’a (minibüs şoförlerinin birbirleri ve duraklarıyla iletişim kurmak için kullandıkları bir tür telsiz sistemi) kalkmak üzere olduklarını söyledi. İşte o an ne olduysa oldu; Hayalci, elinde olmadan, nesnelere, kafasında şekillenen hayalî kıyafetler giydirmeye başladı. Bakışlarıyla koltukların üstünü ve tavanı alüminyum folyoyla kapladı. Zemine yanıp sönen, beyaz floresanlar yerleştirdi. Aracın tavanında bir uçtan diğer uca dek dolaşan kırmızı küçük ampuller hoşuna gitmişti, onlara dokunmadı. Kaptan’a ve kendisine, ninesinin giydiğine benzer yün fanila ve paçalı donlardan giydirdi. Astronot giysisi olarak düşündüğü, kalın süngerle doldurulmuş pantolon ve kazakların üstünü de beyaz yağlı kâğıtla kapladı. Başlıklar çok önemliydi, onlar için de küçük süs balıklarının konduğu küremsi cam akvaryumlardan iki tanesi yeterliydi. Sırtlarında taşıyacakları oksijen tüpleri olarak bir buçuk litrelik su şişeleri ne güne duruyordu! Minibüsün ön paneline bir çok düğmesi olan kartondan yaptığı bir düzenek yerleştirdi. Bunları düşlerken, o zamana dek kurduğu tüm hayallerinde olduğu gibi içi, onu kıpır kıpır eden bir coşkuyla doluyordu. Artık kırmızı ışıklı uzay aracı yıldızlar arası yolculuğuna çıkmaya hazırdı. Bundan sonra dikkat etmesi gereken tek şey bu düşsel yolculukta, içinden konuşmayı unutmamaktı. Ne kadar gücüne gitse de, hayallerini kimsenin duymaması gerektiğini yakınlarından çok iyi öğrenmişti.
Kaptan: Kalkıyorum Ahmet abi.
Hayalci: Kule, ben ikinci kaptan Hayalci, kalkış için izin istiyorum. Rotamız Mars, Jüpiter, Satürn. Oradan Samanyolu Pazarı’na uğrayıp, geri döneceğiz.
Kaptan ayağını gaz pedalına bastı. Büyük bir homurtuyla hareket eden minibüs, yola koyuldu.
Kaptan: Yol durumu nedir? Akışta tıkanıklık var mı?
Hayalci: Kule, Hayalci konuşuyor. Kalkışımız sorunsuz gerçekleşti. Gök taşları ve kara deliklerin son güncellemesini bekliyoruz.
Yolcular, birer ikişer binmeye başlamışlardı. Kaptan, yolcu almak için durduğu yerlerde sabırsız davranmaya başlamıştı.
Kaptan: Hadi, sallanmayalım. İşimiz, gücümüz var!
Hayalci: Sayın uzay yolu yolcuları. Işık hızının üstünde yolculuk yaptığımızdan, sizleri almak için durduğumuz zaman tekrar o hıza ulaşmak çok enerji gerektiriyor. Lütfen daha hızlı olalım.
Bir yolcu kaptana hayırlı işler diledi.
Kaptan: Ne hayırlısı! Kurbanım ben kardeşim, kurban! Üç kuruş için çektiğim eziyete bak! Sabah ezanından yatsıya uğraş, dur!
Hayalci: Kule, yine ben Hayalci. Ağır çalışma şartlarımızın düzenlenmesini ve kazancımızın yükseltilmesini istemiştik. Değerlendirmenizi bekliyoruz.
Kaptan, pazar yerinin önünden geçerken yolun neredeyse ortasına park etmiş lüks arabalar, cipler yüzünden oluşan sıkışıklıkta, biraz daha zaman kaybetti.
Kaptan: Ben bu zenginleri anlamıyorum ya Ahmet abi! Bu düzeni anlamıyorum! Adamın altındaki arabayla on tane ev alınır. Pazardan alış veriş yapıyor! Eyvallah, onu da anlayalım; taze almak istiyor diyelim, yahu yolu bile kendisinin sanıyor. Dakikaya takılacağım işte, yevmiyemden kesilecek!
Hayalci: Kule; Küçük Pazar Yolu Yıldızı’nda, Magma’dan gelenler yüzünden sıkışıklık yaşanıyor. Lav arabalarını yolun ortasına park etmişler. Bu da yetmezmiş gibi onları çalışır durumda bıraktıkları için, araçlarının popolarından çıkan ateşle yolu yakıyorlar.
Hayli sinirlenen Kaptan gaza bastı. Sert aldığı virajlar yüzünden yolcular sağa, sola savruluyorlardı. Bir anda karşısına çıkan çöp kamyonuyla burun buruna geldiğinde, sert fren yapmak zorunda kaldı.
Kaptan: Hah, bir sen eksiktin! Şimdi iyice geç kaldım!
Yolcular: Yavaş be kardeşim! Kontrollü kullan şunu! Düşüp bir yerimizi kıracağız!
Hayalci: Kule, kule dikkatli dinle! Uzay yolu, boşlukta yüzen plastiklerle kaplanmış. Atık toplama araçlarını daha çok çıkarmalısın. Uzay yolu bu haliyle çöp yoluna benziyor.
Kaptan oflayarak yola devam ederken, yerinden çıkarılmış rögar kapağını son anda fark ederek, ani bir manevra yaptı. Minibüsün tekerleği üstü açık çukuru neredeyse yalayarak, yanı başından geçti.
Kaptan: Tüm yollar tuzaklarla dolu. Her an tetikte olmazsan, işin zor!
Hayalci: Kara delik haritasını güncellemeni istemiştik Kule! Biraz önce az kalsın içine düşüyorduk! Hayalci bildiriyor.
Kaptan yolcu almak için durduğu yerde, soğuk ve yağmurdan güç duruma düşen bir kediyi içeri soktuğunda, yolcular söylenmeye başladılar. Hayalci’nin onu kucağına almasıyla sorun çözüldü. Islanmış tüylerini kuruladığı titreyen kediye, kendilerininki gibi uyduruk olmayan, en güzelinden bir astronot kıyafeti giydirdi. Başlığın içinden görünen yüzünün ne kadar sevimli olduğunu düşündü. Kaptan da kediye, uzun uzun baktı.
Kaptan: Hoş geldin cehenneme! Hiç olmazsa beş, on dakikalığına için ısınır.
Hayalci: Kule yine ben Hayalci. Uzay yolunda yaşayan tüm canlılara kalacakları yerler yapılmalı. Bir de göktaşı yağmurundan korunmaları için, eğer dışarıdalarsa, göktaşı savar şemsiyelerle korumalı. Şu anda bize sığınan bir kedi yolcumuz var. İsminin, Sakız olduğunu söylüyor.
Kedi, kaptanın gerilen sinirlerini yatıştırmıştı. Yüzünde belli belirsiz oluşan gülümsemeyle minibüsün teybini açtı. Çalan türkü, onu başka bir yere götürmüş gibiydi. Kedi de gözlerini yummuş, gır gır çekerek ona eşlik ediyordu. Kaptan yüksek sesle nakaratı söylemeye başladı: “ O da beni görmek isterdi!”
Hayalci: Kule, ikinci pilot konuşuyor. Yolculuğumuz başarıyla tamamlandı. Gök taşlarından yaralanan kedi kurtarıldı. Tüm yolcular gidecekleri gezegenlere güvenle indiler. Bir görüş daha bildiriyorum. Uzay yoluna dev müzik kolonlarıyla, çok güçlü çekim alanı olan kulaklıklar yerleştirilmesi. Müzik, herkese iyi geliyor.
—————–
Foş! sesi eşliğinde ayaklarının girdiği soğuk su birikintisi içini ürpertti. Önünde uzayıp giden çamurlu yolda kaptanın şapkasındaki gibi bir beyazlık esen rüzgâr, yağan yağmurla kovalamaca oynuyor; nasıl olduğuna akıl sır ermez, gideceği yönü bilenlerin kararlılığında koşturuyordu. Arkasına döndü. Ne minibüs ne de Kaptan’dan eser vardı. Daha demin kucağında oturan Sakız da havaya karışmıştı.
Hayalci böyle günlerin, böyle anlarında hep yaptığı gibi yüzünü yine gökyüzüne yasladı. Kurşuni bulutların arasından sızan parlak ışık demetinin içinde, göz açıp kapayıncaya kadar da olsa, uzay yolunda giden kırmızı ışıklı minibüsü görür gibi oldu.
Gülayşen Erayda