“Çifti üç, iki çifti beeş!” diye bağırıp duruyor pazarcı. Bu hafta bari alan olsa. Tekrar kutuya kapatılıp küf kokmak istemiyorum. Hoş, beni de kim alır? Ya emekli, ya emekçi. Hah! İşte bir Beyamca yaklaşıyor tezgaha, belli emekli. “Kaç kuruş bunlar? “ diye soruyor. Ohoo! Beyamca, kuruş mu kaldı? Hem satıcı bağırıp duruyor ya, duymuyor musun? Beni ve arkadaşlarımı evirip çeviriyor, etiketine bakıyor, “İyi, yerli malıymış,” diyor. Birkaç kez daha bakıyor, yanımdaki griye ve bana. Benim rengim de renk değil, kahverengi mi desem, tarçın rengi mi, öyle bir şey. “Hadi babacım alacaksan al, ne çok inceledin!” diye çıkışıyor pazarcı.   

 “Tamam, tamam şu ikisini alıyorum. Poşet istemez, cebime koyarım.” Ne antika adam! Alıyor bizi, cebine koyuyor. Oh! Sıcacık, rahat…

Eve geldik. Cebinden çıkarıp karısına gösterdi.”Aay! Bu ne böyle! Başka renk bulamadın mı alacak!“ diye dudak büktü bana. Aşk olsun Hanımabla! Benim de kendime göre bir haysiyetim var. Beyamca “Ben beğendim, tenis için aldım,” dedi. “Tenisçiler beyaz giyer ayol!” diye karşılık verdi karısı. Beyamca altta kalır mı? “Seni duyan da Wimbledon’da oynuyorum sanacak, hem ben aykırı adamın tekiyim! Bu renk giymek istiyorum, o kadar! “ Off! Ne yaparsan yap, seninle uğraşamam şimdi!” diyerek mutfağa gitti. Beyamca da beni alıp çekmecesine koydu.

Ertesi gün beni seçti, giymek için. Etiketimi çıkardı. Ona yardım ettim, kolayca giydi beni. Sonra raketini aldı. Tenis oynamaya gidiyoruz, yaşasın! Bu yaşta bu enerji, helal olsun, aman nazar değmesin! Evinin yakınındaki parkta, kendi yaşındaki arkadaşlarla çiftler maçı yapıyorlar. Beyamca’ nın çenesi hiç durmuyor, herkese laf yetiştiriyor. Çok eğleniyorlar. Yaman tenisçiymiş ama. Topu kurtarmak için ayağını bir kaydırıyor, iplerim gerildikçe geriliyor, çok canım yanıyor. Hoop! Bir de öbür tarafa. Yapma Beyamca, iplerim kopacak! Neyse maç bitti, eve geldik. Beni çıkarıp yıkadı, astı. Ooh, dünya varmış!

İki gün sonra çekmeceyi açtı, yine beni aldı, giydi. Aah! Ah! Yine tenise gidiyoruz. Yandık ki ne yandık! Beyamca ayaklarını oradan oraya kaydırdıkça benim iplerim iyice gerildi. Ay aay! Ne yaptın be Beyamca! koptu işte birkaç ip! Açılır şimdi oradan.

Birkaç gün geçti geçmedi, yine çekmeceyi açtı. Büzüldükçe büzülüyorum, köşeye çekiliyorum, ne olur beni görmesin diye dua ediyorum içimden. “Nerede bu?“ diye ısrarla beni arıyor. Yapma Beyamca, çekmecede o kadar çorap var, niye ben! “Seninle iki maç kazandım, benim uğurumsun, gel bakalım.” Alıp giyiyor, haydi yine tenise. Artık iplerimde hayır kalmamış. Ayağını kaydırdıkça açılıyor topuk. Nasıl acı çekiyorum.

Aradan epey bir zaman geçti. Beyamca’ nın karısı çekmeceleri düzeltmek için açtı. Bütün çorapları döküp, tek tek kontrol etti. Düzgünce katlayıp yerleştiriyor. Beni eline aldığında “Sulhii!” diye tiz bir sesle bağırıyor. Beyamca “Ne oldu, niye bağırıyorsun?” diye sorunca “Sulhi, bu çoraplar yırtık, ne işi var çekmecede? Ya sen at, ya da ben atarım. Ev çöp eve döndü zaten! Boş içki şişeleri, boş kutular, gazete kupürleri, bir sürü ıvır zıvır. Yeter artık, duydun mu?” Eyvah! Sonum geldi galiba, buraya kadarmış. “Tamam  tamam,” diyor Beyamca karısına. Alıyor beni eline, “Korkma seni atmam, o kadar kahrımı çektin, hizmet ettin bana,” diye fısıldıyor. Adeta okşuyor. Sanki beni anlıyor, duyuyor. Tuhaf adam bu Beyamca. Neyse aldı beni, arabasına götürdü. Galiba arabasını silecek. Olsun, çöpe gitmekten iyidir. Beni kaportanın üstüne koydu, bagajdan bir şey almak için gitti. Aa! Bir karga geliyor, yaklaşıp beni gagasına aldı. Hoop! İşte uçuyorum. Beyamca gördü, arkamızdan koşuyor, bir yandan da bağırıyor, “Bırak çorabımı, daha çook işime yarayacaktı o benim!” Hoşça kal Beyamca, ben de seni sevdim ama yeni maceralar beni bekliyor.

   Nejla Bilginer