Onunla ilk karşılaşmam Pasolini filmleri gösterimi haftasında Kadıköy’deki Rex sinemasında gerçekleşti. Bakışlarında taşıdığı acı, bedenindeki çaresizlik içime işlemişti. Hayran olduğum yönetmenin, Kapadokya’da çektiği filmde Medea rolü için onu seçmesinin nedenini bilmiyorum, söyleyebileceğim tek şey, Medea’nın trajedisi perdeden ziyade hemen yanımdaki topraklarda yaşanıyordu. Altın Post’u Kolhis hükümdarı babasından çalıp İason’a veren Medea, kestiği kurbanın kanını bereket için toprağa döküyor, onu aldatan İason’u cezalandırmak için iki evladını yok etmenin ıstırabını taşıyordu. Pasolini’nin Medea’sını Maria Callas oynuyordu.

Maria Callas’ı, ortaokul ve lise yıllarında evimize giren Hürriyet gazetesindeki, işadamı Onassis’le çekilmiş siyah beyaz fotoğraflarından tanıyordum. Magazin haberlerinin sık görünen yüzlerinden biriydi, tıpkı Monaco prensesi ya da İngiltere kraliçesi gibi. Prenses ya da kraliçe yerine ona diva diyorlardı. Diva, Avrupa’da yaşıyordu, ünlü bir opera şarkıcısıydı.

Opera söyleyen kadını Tenten çizgi romanında tanımıştım. Ağzı sürekli açıktı, şişmandı, süslü giysiler ve kürk manto giyiyordu.

Son yıllarda Mezzo TV kanalında bazı operalara rast gelmiş, izlemiştim. Zamanla internette de bazı aryaları dinler olmuştum. Casta Diva, Habanera gibi aryaları farklı sopranolardan dinledikten sonra en beğendiğimi seçmek istiyordum, bir çeşit beğenme oyunu denebilir. Kararsız kalıp tekrar tekrar dinlemelerim, kulağımdan bütün bedenime yayılan bir hazzı beraberinde getirmişti. Beni başka bir dünyaya, öteki evrenlere taşıyan Bach müziği kadar etkiliydiler. Operaya bu kadar yakınlaşınca geçen hafta film listesinde gördüğüm Maria by Callas belgeselini izlemeden olmazdı.

Belgesel Hoffmann’ın “kelimelerin durduğu yerde müzik başlar” sözüyle başladı. İlk olarak Puccini’nin Madam Butterfly’ını söylerken görünen Maria Callas, Newyork’ta doğmuş. 14 yaşındayken 1937 yılında ailesiyle Yunanistan’a gelmiş. Annesi onun şarkıcı olmasını istiyor, böylece katı bir müzik eğitiminin içine giriyor. Öğretmenleri onun için itaatkar, zeki, çalışkan ve çabuk anlayan kolorator soprano diyorlar. Kolorator, renkli anlamına geliyormuş. Ayrıca lirik soprano, dramatik soprano gibi farklı seslerin olduğunu unutmayalım.
Büyük ağız, manalı gözler, gizemli bakışları ekrandan izleyeni bile çarpıyor. Yunanistan’dan İtalya’ya ardından Amerika’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyaya sesini duyuruyor. Paris’te opera sırasında sesi kısılıyor, devam edemiyor. Metropolitan Operası’yla ilişkisi kesiliyor. Kusursuz aile olma dileğini, yemek tariflerini toplama uğraşını, en büyük isteğinin kilisede çan çalmak olduğunu belgeselden öğreniyorum. Belgesel Maria Callas’ın kendi cümlelerinden oluşmuş, ses kayıtları, görüntülü kayıtlar ya da yazdığı mektuplar esas alınmış. Sanatını arzu ederek yeniden sevmek istediğinden kendini değiştirdiği, söylediği Habanera’da belirgin biçimde dramatik öğeyi öne çıkarmasından anlaşılıyor. Callas’ın oldukça cilveli mimikler ve beden hareketleriyle seslendirdiği Habanera aryası, Bizet’in Carmen operasında yer alıyor.
Merimee’ın “Carmen” romanından esinlenerek yazılan opera, İspanya’da Sevil şehrinde geçiyor. Güzelliği dillere destan Çingene kızı Carmen, ordudan bir subayla yaşadığı tutkulu aşk devam ederken boğa güreşçisi olan Escamillo ile birlikte olur ve kıskanç subay tarafından bıçaklanarak öldürülür. Toplam dört perde olan operanın ilk perdesinde, çalıştığı fabrikadan çıkan Carmen’in etrafını çeviren erkekler, gösterdikleri ilgiye ne zaman karşılık vereceğini sorarlar, Carmen, aşkı isyankar bir kuşa benzeten aryasıyla cevap verir. Sözlerin bir kısmına kulak verelim;
Aşk isyankar bir kuşa benzer
Ehlileştirmeyi deneyen
Pişman olur
Çağırman boşuna
Eğer istemiyorsa
Gelmez
Bir şey istenemez tehdit veya ricayla
Ne tatlı sözler yardım eder,ne de hışım
Kalan her şey boştur
O sussa bile
Ben iyiyim
Evet,iyi
Evet,iyi
Evet,iyi
Yalnızca cesaretli
Aşk bir çingeneye benzer
Kural tanımaz (…)
Orkestra şefi Nicola Rescigno onun için şöyle diyor:

“Callas çoğu zaman üç ayrı sese sahip olmakla suçlandı. Bu son derece saçmaydı çünkü onun 300 sesi vardı. Oynadığı her rolün özel bir sesi vardı. Bulduğu bu özel ses içinde de bestecinin vermek istediği mesajı yansıtabilmek için sürekli ses rengini değiştirirdi. Karakteri yansıtmak için en ufak detaylara bile anlam verirdi.”
1964 yılında Londra’da Tosca operası sahneleniyor. Onu dinlemek için Kraliçe de geliyor. Puccini’nin, Sardou’nun yazdığı tiyatro oyununu sahnede görüp beğendikten, librettoları yazdırdıktan sonra bestelediği Tosca’nın konusuna kısaca değinirsek; Tosca, kaçak arkadaşına yardım eden Napolyon yanlısı Mario’yu sevmektedir. Polis Scarpia, Mario’yu tutuklayıp idama mahkum edince Tosca bu duruma karşı çıkar, Scarpia Tosca’yı tehdit eder: bir gece onunla olması karşılığında Mario’nun hayatını kurtaracaktır. Tosca boyun eğer, ancak ardından onu bıçaklar. Öte yandan Mario idam edilir. Polisin aradığı Tosca kaleden atlayarak intihar eder.
Tosca, ‘Vissi d’arte’ aryası ile Scarpia’ya, idam kararı verilen sevgilisine merhamet edilmesi için yalvarır.
Sanat için yaşadım ben
Sanat için, aşk için yaşadım ben,
Asla kötülük yapmadım yaşayan bir cana!
Nice sefalete yardım ettim
Elimi farkettirmeden.
İçten inançla hep
Duamla
Kutsal tapınaklara çıktım.
İçten inançla hep
Çiçeklerle süsledim mihrabı.
Acının şu anında
Neden, neden, Tanrım,
Neden böyle ödüllendiriyorsun beni?
Maria Callas, bel canto* eserlerini günümüze kazandıran soprano olmuştur. O seslendirmeden önce sınırlı sayıda bel canto eseri tanınıyordu, onun sayesinde Lucia di Lammermoor, Anna Bolena, Il Pirata, La Sonnambula, I Puritani kadın kahramanlar ortaya çıkmıştır.
Maria Callas kendisiyle özdeşleştiğini düşündüğü kadın kahraman olarak Norma’yı söylemiş.“‘Ben Norma’yım. Bu benim için yazılmış bir rol,” diyen Callas, bu rolde seksen dokuz defa sahneye çıkmış. Belki kendi hayatının hayal kırıklıkları, Soumet’in yazdığı oyunun ana karakteriyle örtüşmekteydi. Callas’ın en sevdiği bestecilerden biri olan Bellini’nin iki perde olarak bestelediği operada, başrahibe Norma ettiği yemine sadık kalmayıp gizlice Pollione ile evlenmiş hatta ondan iki çocuğu olmuştur. Ancak Pollione artık Norma’yı sevmemekte, Adalgisa için yanıp tutuşmaktadır. Romalılar tarafından birini öldürmekle suçlanan Pollione, baş rahibe Norma’nın önüne getirilir. Norma, Pollione’yi sorguya çekeceğini bu nedenle suçluyla yalnız bırakılmasını ister. Pollione’ye Adalgisa’dan vazgeçtiği takdirde kendisini bağışlayacağını söyler. Komutan Adalgisa’ya olan şiddetli tutkusunu anlatınca, kendini suçlayan Norma, dışarı çıkıp vatanına ve tanrılara ihanet edenin kendisi olduğunu söyler. Suçlu odur. Norma’nın tavrından sonra söylediklerinden pişmanlık duyan Pollione de Norma’yla birlikte kendini ateşe atar. Norma’nın birinci perdede ay tanrıçasından barış dileyen Casta Diva aryası, bel canto tarzının en tipik örneklerinden biridir.
Erdemli Tanrıça, gümüş ile kaplama
bu kutsal antik bitkiler,
adil yüzünü bize doğru dön
bulutsuz ve açık
Öfke, oh tanrıça,
ateşli kalpleri sinirlendiriyorsun
ayrıca cüretkâr gayreti öfkelendirir,
aynı barışı dünyaya yaymak
seni cennette saltanat ettiren
Ayini tamamla
ve kutsal orman
küfürden arındırılmış olmalı
Ruh öfkeli ve kasvetli olduğunda,
Romalıların kanını isteyecek
Operanın aşık, kararlı, bilge, özgür, öz güvenli, özverili kadınlarına can katan Maria Callas için son sözleri, Medea filminin çekimi sırasında yanında olan yardımcısı Stancioff tarafından aktarıldığı biçimde kendi söylesin; “Bana ‘diva’ denilmesinden hoşlanmıyorum … Ben Maria Callas’ım ve sadece bir kadınım.”
Nükhet Eren
*Bel kanto, müzik parçası içerisindeki duygusal farklılıkların vurgulanması, notaların daha cazibeli bir şekilde söylenmesi, melodi ve şarkı sözlerinin anlamlandırılması şeklinde bir şarkı yorumlama tekniğidir. İtalyanca‘da “güzel şarkı söyleme” anlamında kullanılır.
Maria Callas’a selam. Çok güzel bir anlatı.
BeğenLiked by 1 kişi
Müthiş bir yazı.. Emeğinize sağlık..
BeğenLiked by 1 kişi