Bir an önce bir iş bulmalı

Çay bahçesinde hep aynı masaya otururdu. Çoğunlukla yalnızdı. Parka geldiğinde biraz evvel yağmur atıştırdığından olsa gerek sandalyeler eğik olarak masaya yaslanmıştı, garsonun dışında da kimsecikler yoktu. Çay söyledi. Masanın yanındaki salkım söğüdün ince, uzun dallarında nemlenen ellerini gezdirip, yüzüne sürdükten sonra az kalan saçlarını düzeltti. ‘Niye her zaman bu bahçeye gelip, bu masaya oturuyorum?’ diye düşündü?
Tam olarak anlayamadığı kendisini çeken bazı şeyler vardı burada. Köyünde sulama için yapılan havuzun kenarındaki söğüdü anımsadı, üzerine çıkıp suya balıklama atladığı günler geldi aklına. Yüzmeyi orada öğrenmişti. Su yılanının havuzdaki dansını, kurbağaların vıraklamasını, kuşların cıvıldayışını duydu yine; ısırgan otlarının arasına yürürken ayağının kayıp düşmesini, canının yanmasını da unutamamıştı. Meyve ve sebzelerin sulanması için gençlerin, kadınların sıra beklerken havuz başındaki sohbetlerini, koyunların yıkanma sırasında yüzerken telaş içinde meleyişleri… Hey gidi günler hey!
Yalnız kalma ihtiyacı mı buraya getirmişti onu? Çocukluk, gençlik ve memurluk yaşamınında ilişkileri hep mesafeliydi. Gerekli durumlarda fikrini belirtir, çok konuşmayı sevmezdi. Davet, düğün ve eğlencelerde hatta içki masalarında arkadaşları bu durumunu yadırgarlar ancak onsuz bir yanlarını eksik hissettikleri için beraber olmak isterlerdi. Şehre tayini çıktığında da sessizliğini korumuştu.
Şehrin yoğunluğundan kaçmak isteği miydi onu parka getiren? Şehir demek; yüksek apartmanların arasına sıkışmış tarihi konaklar, arabaların vızır vızır geçtiği, gürültülerinin hiç eksik olmadığı sokaklar, daracık yaya kaldırımları, yürürken yollardaki kalabalığı, seyyar satıcıların bağırışları idi onun için.
Emekli olduktan sonra yaşadıklarını sorgulamaya başlamıştı. Banka müfettişi olarak görev yaparken geçirdiği kazanın ardından malulen emekliye ayrılıp, yüksek bir tazminat almıştı. Bir an sol elini yumruk yapıp masaya vurdu. Garson çıkan ses için bakınınca, bir şey yokmuş gibi tebessüm etti. Fakat tutamadı kendini tekrar vurdu. Gözlerinin önüne, otobanda makam arabasıyla giderken virajdan çıkan ‘TIR’ geldi. Şöför “Eyvah, yandık!” demişti. Emniyet kemeri bağlı değildi. Kendini bir anda yerde sürüklenirken bulmuştu. Sağ kolunun da sürüklendiğini görmüştü. Omzundan fışkıran kanı hatırlayınca kendinden geçti. Gözlerini açarken garson yüzüne su serpiyordu. Yüzünü kağıt mendille sildi, teşekkür etti. Sonra olmayan sağ koluna baktı ve omzunu oynattı. Çayını bitirmişti. Etrafına bakınırken evlenmemiş olduğunu düşünmeye başladı. Mahallede bakıştıkları Esma’yı hatırladı. Çınarın dibinde buluşmuşlardı. Elindeki dal parçasıyla çınar yapraklarını karıştırmaya başlamıştı. “Ne düşünüyorsun?” diye sormuştu Esma, “Hiç,”demişti. “Evlenmek istiyorum ben, sense ‘hiç’ deyip susuyorsun!” Sonra gözlerindeki yaşı silmiş ve etrafına bakmadan, ardından çınar yaprakları uçuşurken, çekip gitmişti.
İnsanlar parktaki masalara bir,iki oturmaya başlamışlardı. Yan masaya oturan çocuklu aileyi gözlemledi. Çocukları hemen salıncağa koştu. Parkta hareketlenme başlayınca biraz daha oturmak istedi. Salkım söğüte iki serçe kondu, dallar hafiften sallandı . Gezdiği yerleri düşündü. En son bir yıl önce, sağlık sorunları için yakındaki kaplıcalara gidebilmişti.
Parka ilk geldiği anı hatırladı. Altında oturduğu salkım söğüdün dalını eliyle tuttu. O civarda çay ücretinin en uygun olduğu yerdi. Garsondan tekrar çay getirmesini isteyemedi. Sol direğini masayı destek yapıp, “Bir an önce bir iş bulmalı,”dedi.
Muhsin Başaldı