Koşar adım geldi evine. Sınav kağıdını kürsüye koyduğu zaman bu kadar sıkışmamıştı, eve kadar dayanırım diye düşünmüştü. Anahtarı hazırdı elinde, çabucak kapının kilidini açıp hemen tuvalete girip, rahatlayacaktı. Pantolonunu indirip klozete oturdu. İdrarını yaparken evdeki sessizliği fark etti.
“Üçü birden çıkmış olamaz. Melis gribi çok ağır geçiriyordu, uyuyor olmalı. Diğerleri de dışarıdadır,” diye düşündü.
İdrarının bu kadar uzun süreceği aklına gelmemişti. Sınav öncesi ayılmak için çok kahve içmişti. Kadın olmanın ne zor olduğunu düşünürken el çabukluğu ile pedini değiştirdi. Okul bitmiş ve İstanbul’a dönüş saati iyice yaklaşmıştı. Bir daha geri dönmeyeceği için götüremeyeceği eşyalarını arkadaşlarına dağıtmıştı. Kalan eşyalarını valizlerine doldurup, gelen akrabalarının arabasıyla yollamıştı. Annesi o gidinceye kadar yıkayıp, ütüleyip hazır edecekti. Bunlar kafasından geçerken, kapı gürültüyle açıldı. İçeri kimin geldiğini anlamaya çalışırken, Melis’in sevgilisi Demir’e anahtar verdiklerini hatırladı.
Gürültüler hasta olan arkadaşının odasında son buldu. Kulağına çarpan fısıltılı konuşmalara dikkat kesildi anlayamıyordu, oturduğu yerde kımıldamadan durdu.
Ağır bir cisimin yere düşme sesi ile irkildi. Kimdi bunlar? Ne yapıyorlardı? İki kişinin sesiydi sanki belki daha fazla…
Kavga hatta boğuşma gibiydi. Sesler! Korktu kımıldanamıyordu. Neler olduğunu oturduğu yerden tahmin etmeye çalışıyordu, pür dikkat kesilmişti. Allahtan tuvaletin ışığını çok sıkıştığından yakamadan girmiş, acelesinden kapısını da tam kapatamamıştı. Aralık kapıdan dışarıya bakarak, içeri girenlerin onu fark edip etmediklerini anlamak için kulak kesildi. Fark edilmemişti belli ki ama onun orada olduğunu bilmeleri de çok zaman almazdı. Dehşet kapladı içini, kan beynine sıçradı. Birden midesi bulandı, başı dönmeye başladı.
Sessiz olmak zorundaydı. Ağır hareketlerle doğruldu, külotunu ve pantolonunu yukarı çekti. Aralık duran kapıya hiç dokunmadan, süzülerek tuvaletten çıktı. Sesler ve gürültü kulaklarını tırmalarken sokak kapısını açık bırakıp koşarak geldiği evinden, koşarak kaçtı. Görünmemek için evin arka tarafındaki eğimli toprak arsadan yuvarlanırcasına koşarken sürekli dua ediyor, asfalt yola ulaşmanın en kolay yolunun bu kestirme rampa olduğunu biliyordu. Yola çıkınca toparlandı, gelen minibüse el edip bindiğinde minibüste herkes ona bakıyordu sanki…
Güneşin ışıltısı yüzüne çarptığı zaman korkuyla sıçrayarak uyandı. Kendine geldiğinde yatağının içinde doğruldu, evindeydi işte! Sabaha karşı sızdığını hatırladı. Minibüsten istasyonda inişi, tren biletini kondüktöre uzatışı, yolculuğu bir film gibi gözünün önünden hızlıca geçti. Odasının kapısı açılıp gülen yüzü ile annesi içeri girince vücudu biraz gevşedi.
-Günaydın Nehir.
Cevap alamayan anne devam etti.
-İyi misin canım? Her şey yolunda mı? Yaz tatilin başladı başlamasına da, seni tedirgin gördük babanla. Okulla ilgili bir problem olduğunu düşündük yoksa babanın tahmin ettiği gibi okul mu uzadı?
– Pasaportum hazır mı?
– Hazır olmasına hazır da yaz tatili diyorum. Biraz dinlenmelisin acele etmene gerek yok.
-Olmaz! Bir an önce dil öğrenip gelmeliyim. İşlerin başına geçince babam rahat etmeli.
Ne olmuştu kızlarına? Çalışkan değildi ve küçük bir şehirdeki üniversiteyi dahi zor kazanmıştı ama üstünde çok durmadılar. Zaten aile işlerinin başına geçmesi için yeterliydi. Acaba İstanbuldaki yaşamdan uzak kalmak onu biraz olsun eğitmiş miydi?
Kısa zamanda İngiltere’ye dil okuluna gitti. Yine de öğrenci evinde son gün yaşadıkları, onu boşlukta gibi hissettiriyordu.Uzun süre bir türlü derslere adapte olamadı. Konsantrasyonunun çok düşük seviyelerde olduğunu söylediler hocaları. Artık telefonun sesi acı siren gibi geliyor, derin uyuyamıyordu…
Babasının telefonuyla uyandı bir gün.
“Polisler beni mi sordular!” dediğinde, ses tonundan babası yolunda gitmeyen bir şey olduğunu anladı. “Bizim bilmemiz gereken şeyler var mı?” diye sordu baba.
“İstanbul’a dönmeme az kaldı biliyorsun, gelince konuşuruz,” diye geçiştirdi.
Karakolda polislerle baş başa kaldığında öğrendi son gün yaşadığı kâbusu. Tuvaletin çöpünde bıraktığı ped ve kan örneğinden yola çıkarak olay sırasında evde olan kişiye ulaşmaları zor olmamıştı. Onun da ifadesi ile her şey netleşmişti.
“Bize gelip en baştan anlatmış olsaydın, işimiz daha kolaylaşırdı. Seni dinliyoruz!” dedi polisler.
“Öncelikle sizin söylediğinize göre ölmüş,” derken ağlamaklı çıktı sesi. Gözyaşları kendini sıkıp tutmasına rağmen yanaklarına indi. Melis öldüğü için çok üzgünüm… Söylediğim gibi ben onlardan önce eşyamı toplayıp, ailemin yanına döndüm. Gözyaşlarını silerek devam etti.
“O gün eve tekrar döndüm çünkü sabah evden çıktığımda oda arkadaşım Melis uyuyordu. Ona veda edememiştim, üstelik hastaydı. Onu yeniden görmek istemiştim. Pınar ve Selin ise diğer odayı paylaşıyorlardı sizin de bildiğiniz gibi.”
Demir’e, sonradan bir anahtar yaptırmıştık. İyi çocuktu. Selin’le Demir okul bitince evleneceklerdi.
Polis:
“İyi olduğunu söylüyorsun ama uyuşturucu kullanıyorlarmış,” dedi.
– Okulun bitmesine yakın sadece denemek için bir kere içtiler. Bunun dışında bir şey bilmiyorum.
Diğer polis, “Madde bağımlısı olduklarını öğrendik,” dedi.
“Bizi uğraştırmadan anlatırsan senin için iyi olur,” dedi sarışın olan polis. “Bir şey atlamadan, tek tek anlat!” diye gür sesiyle haykırdı.
Gözlerini kapatıp içini çekti. Zamanı geri alabilseydi, keşke eve dönmeseydi, ardında hiçbir şey bırakmadan ve vedalaşmadan o trene binmiş olsaydı.
Şaşkınlığını gizlemeye çalıştı, çaresizlik içinde omuzları düştü. Neden kaçtığını anlatmak zorundaydı. Biraz su istedi polislerden, sudan iki yudum aldı. Boğazı düğüm düğümdü, gırtlağını temizledi, kaçış yoktu. Cılız bir sesle devam etti.
-Dört kız arkadaş, dört yıla yakın aynı evi paylaştık. Sınav kâğıdımı verip okuldan çıktım o gün yolda çok sıkıştım ve eve girince koşarak tuvalete girdim. Melis’le vedalaşamadığım için aklımda odasına gitmek vardı, Melis çok hastaydı. Klozete oturduğum an evin sessizliğini fark ettim, hiç kimse yok diye düşünürken kapı açıldı gürültüyle, Selin ile Demir gelmişti.
Sessizliği “Devam et!” diyen gür sesli polis bozdu. Nehir polise baktı ve yutkundu.
-Ayak seslerinden onlar olup olmadığını önce anlayamadım, konuşmalarını çok seçemedim, çok gürültülü hareket ediyorlardı. Onları çok iyi tanıdığımdan bir gariplik olduğunu fark ettim. Seslerden Melis’in odasına girdiklerini anladım. Melis kalp hastasıydı, ağır grip olmuştu ve kalp kapakçığı iyi çalışmadığından yaklaşık bir haftadır yatağa yapışıp kalmıştı fakat önce onun da evde olmadığını sandım. Sokağa çıkacak durumda değildi aslında, belki doktora gitmiştir diye düşündüm. Onun birikmiş parasının yerini hepimiz bilir, sıkışınca borç isterdik. Önce para almak için girdiklerini sandım. Küfürlü konuşmalarından içkili olduklarını anladım. Ağır bir cismi yere düşürdüklerini ve sürüklediklerini fark edince de korktum. Aklıma gelen ilk şey görünmeden kaçmak oldu. Yaşadığım korkunç günden sonra da hep kaçtım.
Polisin konuşmasıyla kendine çekidüzen vererek dinledi.
-“Demek ki bunlar uyuşturucu almak için para istediler, o da vermedi. Boğuşma izleri var cesette, klozetteki dışkının yapıldığı saatle ölüm saati aynı değil, sonra pedin üzerindeki kan evde bir kişinin daha olduğunu bize anlattı ama senin o saatte tren istasyonunda olduğunu var saydık.
Önce öldürdüler, dışarı çıktılar. Cesedi yok etmek için tekrar eve geldiklerinde, sen tuvaletteydin. Seni fark etmediler… Cesedi göl kenarında bulduk, belli ki oraya kadar taşıdılar. İkisi… Evet! Yurt dışı yasağı koyduk İyi ki de…
Dört polis karşılıklı konuşup, yüksek sesle olayın üzerinden geçiyorlardı. Gür sesli olan korku içindeki Nehir’e döndü. “Hâlâ haberleri yok senden. Geride bıraktığın ped olmasaydı bir şahidimiz olmayacak ve suçlayamayacaktık onları.”
Bıyıklı polis olayın çözülmesinin rahatlığı ile babacan bir tavırla Nehir’in karşısındaki iskemleye oturdu.
-”Sınavından önceki akşam görüştük demişlerdi. Senin İstanbul’a döndüğünü ardından hemen İngiltere’ye gittiğini söylediler bize. Belli oldu şimdi her şey…
Güner Başaytaç