John Fante ile NEYYA Atölye’de Charles Bukowski incelemesi yapan sevgili arkadaşım Gülayşen sayesinde tanıştım. Coşkulu kişiliği ve şair ruhuyla Gülayşen, Bukowski’nin artık unutulmuş kör ve kötürüm bir yazar olan Fante’yi tesadüfen keşfetmesini, “O, benim Tanrım,” diyerek yeniden gündeme getirmesini ve kitaplarını bastırmasını öyle bir hikâye etti ki, benim gözümde yalnız ve yoksul bir yaşlı iken Bukowski sayesinde neredeyse yeniden doğan, zamanında değeri bilinmemiş bir yazar canlandı; duygulandım. Fante’yi mutlaka okumak istedim.  

Bukowski, Fante’nin ‘Toza Sor’ kitabını Los Angeles Halk Kütüphanesi’nde tesadüfen raftan çekip okumaya başladığında kendi deyimiyle “aç, ayyaş ve yazar olmaya çalışan genç bir adam” mış. (1) Okuduğu (aslında başlayıp, birkaç sayfa sonra bıraktığı) çağdaş edebiyat ürünlerini bir türlü kendi yaşamı ve tanıdığı insanlarla bağdaştıramayan, sözcük oyunları ve süslü cümlelerde anlam bulamadığını söyleyen bu genç adam bir gün raftan rastgele bir kitap çeker ve okumaya başlar.

Derken bir gün bir kitap çektim, açtım ve kalakaldım. Birkaç paragraf okudum. Sonra çöplükte altın bulmuş gibi kitabı masaya götürdüm. Cümleler sayfada yuvarlanıyorlardı, kayıyorlardı. Her cümlenin kendine özgü enerjisi vardı. Cümlelerin özü sayfaya bir biçim veriyordu; sayfaya oyulmuşlardı sanki. Duygusallıktan korkmayan birini bulmuştum sonunda. Mizah ve acı olağanüstü bir kolaylıkla iç içe geçmişti. O kitabın ilk sayfaları benim için çılgın bir mucizeydi…” (2)

İşte Bukowski, Fante’nin meşhur kahramanı Arturo Bandini’nin hikâyesinden nasıl etkilendiğini, ‘Toza Sor’ kitabının 1979 baskısına yazdığı ön sözde böyle anlatıyor. ‘Toza Sor’, tıpkı Bukowski gibi Los Angeles’ta yazar olmak için çabalayan Arturo Bandini’den bahsediyor ve ilk baskısı 1939 yılında yapılmış. Fante’nin basılan ilk kitabı ise 1938 yılında okurla buluşan ‘Bahara Dek Bekle Bandini’. Benim okuduğum ‘Los Angeles Yolu’ ise on sekiz yaşındaki Bandini’nin ailesiyle birlikte yaşadığı kasabadan ayrılarak yazar olmak için Los Angeles’a gitmeden öncesinin hikayesi, Bandini efsanesinin doğuşu.  Fante’nin yazdığı ilk roman ve Bandini hikayesinin de kronolojik olarak başlangıcı olmasına rağmen ‘Los Angeles Yolu’, yazıldığı yıllarda fazla provokatif bulunarak basılmamış ve ancak 1985 yılında Fante’nin ölümünden iki yıl sonra okurlarıyla buluşabilmiş. Bandini dörtlemesinin son kitabı ise, şeker hastalığı sebebiyle iki bacağını ve gözlerini kaybetmiş olan Fante’nin, eşi Joyce Fante’den yardım alarak yazabildiği ve 1982 yılında basılan ‘Bunker Tepesi Düşleri’.

Bir taraftan yazar olmak tutkusuyla yanıp tutuşurken diğer taraftan Hollywood’a senaryo yazarak dört çocuklu ailesini geçindiren, 1930’ların sonunda ilk iki kitabı belli bir ilgi görmüşken, özellikle yayınevinden kaynaklanan bazı sorunlar sebebiyle adı unutulan, şeker hastası, yaşamının son dönemlerinde Bukowski sayesinde tekrar edebiyat dünyasında yer bulan İtalyan kökenli bir Amerikalı John Fante. Hakkındaki bu bilgilere her yerde ulaşabiliyorsunuz ve Bukowski bölümü hariç pek de olağanüstü bir öykü değil. Yarattığı karakter, yoğun otobiyografik ögeler taşıyan Arturo Bandini ise bir efsane olmuş durumda, ünü yaratıcısını çoktan aşmış, adı daha çok bilinir olmuş; Arturo Bandini Saga/Arturo Bandini Destanı.

‘Los Angeles Yolu’ romanında, Bandini gençlikten yetişkinliğe giden zorlu yolun başındadır. İtalyan göçmeni bir aileye mensup olması yolu daha da zorlu kılmaktadır. Bir taraftan kimliğini bulmaya çalışırken diğer taraftan herkes gibi o da ‘Amerikan rüyası’nın peşindedir; ünlü bir Amerikalı yazar olmak. Annesi ve kız kardeşinden oluşan ailesini geçindirmek için de 1930’ların ekonomik kriz ortamında göçmenlerin oldukça kötü koşullarda çalıştığı bir balık konservesi fabrikasında işe girmek zorunda kalır. Kitap baştan sona Arturo’nun anlatısıdır; yazar ‘ben dili anlatıcı’ ile Arturo’nun zihninin içine sokar okuyucuyu; tüm çelişkileri, tüm arayışları, bulamayışları, tüm saçmalamaları, kendi kendine konuşurcasına hiçbir filtreden geçmeden yansır okuyucuya. Şiddet, cinsellik, yalan, mutsuzluk, dengesizlik, güçsüzlük, delilik, ölüm tüm yalınlığıyla okura aktarılır. Anlatıcı taraflıdır; oluşturmaya çalıştığı kimliğinin, parçalarını birleştirmeye çalıştığı benliğinin tarafındadır her zaman Arturo ve tabii tüm dünyayı da karşısında görmektedir.

‘Los Angeles Yolu’ romanını olay örgüsünün değil karakterin ağırlıklı olduğu bir roman olarak görmek anlamsız olmaz.  Romanın “içe doğru bir keşif” olarak Knut Hamsun’un üslubu ile bağlantılandırıldığı bir makalede, Hamsun’un ünlü eseri ‘Açlık’ romanında açlık ve varoluşsal bir krizle tahrip olmuş insan zihninin derinlikleri keşfedilirken, ‘Los Angeles Yolu’ romanında yazarın aynı konuları Kaliforniya’da ikinci kuşak bir göçmen ailesi çerçevesinde ortaya koyduğu ve bunu yaparken akıllıca bir yöntem olarak, birinci tekil şahıs anlatıcı kullandığından bahsediyordu. (3)  Aynı çalışmada ‘Los Angeles Yolu’ romanında yazarın üslubunu en iyi anlatacak terimin Knut Hamsun’un “bencil olmayan iç dünya” ifadesi olduğu da yer alıyor. Hamsun bu terimi şöyle tanımlamış: “Gerçeği söylemek tarafsız olmak ya da iki tarafı da görmekten ibaret değildir; gerçeği söylemek bencil olmayan bir içe dönüştür.” (4) Arturo Bandini’nin acımasız dürüstlüğü ve çarpıcı açık sözlülüğü bu tanımın tam da karşılığı sanırım.

Gülayşen’in Fante hikâyesi, beni Fante’nin alter-egosu (5) olarak tanımlanan Arturo Bandini Destanı’na taşıdı. Bandini kitabın sonunda Los Angeles gece ekspresinin kalkmasını bekliyor ve yazacağı yeni romanı düşünüyordu. Düşündüğünü gerçekleştirdiğini artık biliyorum.

(1)John Fante, Toza Sor, Parantez Yayıncılık, 2000, Çeviri: Avi Pardo

(2)a.g.e

(3)Rasmus Eriksen, John Fantes’s Arturo Bandini, University of Oslo, 2013

(4)a.g.e

(5)alter-ego: ikinci benlik

Ayşegül Ayman