Umutsuzca kaldırdı rengârenk saçlı başını, ellerini yalvarırcasına göğe taşıdı. “Bana gökyüzünü olsun bırakamaz mısın?”
Yüksek duvarların üstündeki duvarcı ustası kadın, bir ışık topuna bakar gibi gözlerini kısarak baktı aşağıdaki kadına. Günlerdir tuğla tuğla ördüğü dört duvar bitmiş, sıra çatıya gelmişti.
Dünyadaki bütün renklere büründüğünü görmüştü bu kadının, siyah ve beyaza döndüğünde biraz olsun yakın hissetmişti kendine. Ama güvenmemişti hiçbir zaman, tehlikeliydi, öngörülemezdi.
Bazen sonsuz bir neşeyle duvarlarda dans eder, bazen odanın ortasında, saatlerce kımıldamadan siyah bir leke gibi dururdu. Kahkahaları duvardan duvara çarparak çoğalırdı bazen. Bağıra çağıra ağlayışları, uzun sürdüğünde hele, yüzebilirdiniz içinde. Sayesinde kan kırmızı öfkeler de gördü bu duvarlar, dingin maviler de.
Kum taneleri, ince belli bir cam fanusun içinde birer birer bitirirken hayatı, siyah beyaz elbiseli kadın, yılmadan, istikrarla ördü duvarları. Elbisesine renkler bulaşacak, kadın onu da yanına çekecek diye korksa da duvarlar yükseldikçe kolaylaşmıştı işi, kulağını gözünü kapatmayı öğrenmişti.
Bitmek üzereydi çatı, renkli saçlı cadının tehlikesi artık kalmayacaktı. İmkansızdı başını derde sokması. Onun yüzünden kaç kere yangın yerine dönmüştü hayatları, kaç kere uçurumdan itilmişlerdi aşağı.
Son tuğlayı yerine koyacakken vedalaşmak istedi, indirdi kalkanını. Ne de olsa yoldaşlık etmişlerdi yıllar yılı.
Bir rüzgâr esti, dalgalandırdı aşağıdaki kadının renkli saçlarını, aynı rüzgâr, diplerdeki sesi yukarılara taşıdı. Mağrur, meydan okuyan, öfkeli bir iç çekişle seslenmişti, “Bensiz mutlu olamayacağını biliyorsun değil mi?”
Cevap hızlıca yol aldı duvarların eteğine, “Ancak doğru olanı yaptığında mutlu olabilme ihtimali olur insanın.” Hapishane parmaklığına benzeyen elbisesiyle, dimdik duruyordu ayaklarının üzerinde. Ağzından kılıç sesleri gibi şakırtılı dökülüyordu sözler. Bakışlarında simsiyah bir kararlılık vardı. Şakırtılar devam etti. “Sonu mutsuz biten binlerce senaryo yaşamamışız gibi…”
Lila, mor, pembelere dönüşmüş uçuşan elbisesi ile lirik dansa başlamış kadın, çiçek bahçesine döndürmüştü duvarları. “Varsın olsun, zaten anlarda saklı değil midir mutluluk?”
“Hayat, canının istediğini yapanlar için uygun değil, bunu bir türlü kavrayamadın. O kadar çok yanlış yaptın ve canımızı o kadar çok yaktın ki!”
“Bu dünyayı cehenneme çeviren, asıl senin gibi sadece siyah ve beyaza gönül verenler!”
Yeni kelimelere ihtiyacı yoktu duvarcı ustasının, artık bitiyordu işi. Son tuğlaları yerleştirirken derinlerden gelen son sözler duraklattı onu.
“Peki bana gökyüzünü olsun bırakamaz mısın? Tutukluların bile hakkı yok mudur gökyüzünü görmeye?”
Doğruydu, idama gidenlerin bile son isteği getirilirdi yerine. Siyah-beyazlı kadın izin verdi gökyüzüne, döndü yüzünü geleceğe, fark etmedi siyah saçında çoğalan gökkuşağının renklerine.
Nalan İncekara