“Agustine der ki; düşkün yaratıklar olduğumuzun en açık kanıtı, kendi vücutlarımızın hareketlerini kontrol edemeyişimizde yatar. Özellikle, bir erkek dölleyebilir organının hareketlerini kontrol etmekten acizdir. Bu organ kendine ait bir iradesi varmış gibi davranır; hatta belki de uzaylı bir yaratığın iradesince ele geçirilmiş gibi davranır.”

John Maxwell Coeetze

Dilimin beni terk etmeye başladığı günlerdi. Konuşmamı yitiriyordum. Çenesiyle para kazanan benim gibi bir adamdan hayatının en verimli döneminde işinden vazgeçmesini isteyemezlerdi.

Kırk yıl boyunca vücudumun en çok kullandığım parçaları olan dilim ve erkeklik organım arasında seçim yapmak zorunda bırakıldım. Uzun süren düşünme aşamasından sonra kararımı verdim. Pelteye dönüşen, beni meczuba döndüren dilimin, çalışması için gerekli kaslar, en çok işleyen yerimden erkeklik organımdan alınıp nakil yapıldı.

Kıskandılar! Doktorlar; işleyen, asla pes etmeyen, her kadını mutlu eden hatta bazı kadınların en isteksiz halinde bile kontrolünü kaybetmeyen, hikâyelere bile konu olmuş “cünyırımla” beni terbiye etmeye çalıştı. En başarılı organıma göz diktiler.

Peltelik mertebesine erişen, işlevsizlik görevini devralan “cünyırımla” göz göze gelmemeye çalışıyor, bana bakamayan, isyana varan kıpırtısız halleri içimi parçalıyordu. Her gördüğü dişinin harekete geçirdiği, mutlu anlarımın yoldaşı kötürüm kaldı.

Günlerce evden çıkmadan, görüntülü görüşmeler üzerinden işlerimi yürüttüm. Sokaklara dökülme vaktinin geldiğini düşünüp aylar sonra evden çıktığımda gördüğüm ilk kadında dilimin, ağzımın içinde kontrolsüzce hareket etmesiyle ellerimi ağzıma dayamam bir oldu. Anlık bir refleks olduğunu düşünüp, kimseye bakmadan yürümeye çalışıyor, meraklı gözlerime söz geçiremiyordum. Başka bir kadında takılı kaldıkları anda sudan çıkmış bir balığın çırpınışıyla hareket eden dilim, ağzımın içinde şişmeye başlarken yeniden ellerimi ağzıma siper ettim.

Kullandığım çantalar dolusu ilaç çare olmadı. Oluşabilecek olumsuz sonuçları anlatırken hiç bundan bahsetmemişlerdi. “Hafif kasılmalar olur. Bugüne kadar yapılan ameliyatlardan kötü dönüşler olmadı.” Benimki kasılsa keşke! “Zaten size de söylediğimiz gibi henüz çok yeni bir uygulama…” Bu ayrıntıyı nasıl kaçırmıştım. Düşündükçe içim içimi yedi. Kobay olarak kullanmışlardı beni.

Bu isyanı nasıl bastıracağım? Geçirdiğim zorlu ameliyatlara bir yenisini daha eklememek için kendimce araştırmalara başladım. Her şeyi bilen ‘gogıl amca’ ya sordum. Şap! Askerde köşe bucak kaçtığım, tüm paramı kantine yatırmamı sağlayan baş belası! Bana sunulan tek seçeneğin bu olması sinir kat sayımı arttırdı. Duvarları yumrukladım. Ya sonrasında zehirlenirsem, belki ilerde bedenime başka bir zarar verirse, ya işe yaramazsa!.. Düşüncelerimin içinde boğulurken bir süre bu duruma direndim, sadece geceleri sokağa çıkıyor, kimsesiz zamanlarda hava almaya çalışıyordum.

Kendimi işlerime verdim. Güzel kazançlar sağlamaya başladığım, beni mutlu eden bir sürü işe imza attım. Haftalarca çalıştığım, yüksek meblağda ödeme alacağım işin son aşamasında “Genel müdürümüz projeye hayran kaldı, sizinle tanışmak istiyor,” denildiğinde heyecandan yerimde duramıyordum.

İstemsizce yüklendiğim; kibir, göğüs kabarması ve mutluluk, karşıma gelen kadın sayesinde bambaşka bir hale dönüştü. Kahretsin bir kadın olmamalıydı. Hele kadının güzelliği!.. Dolgun dudakları, sesinin tınısı, gözlerinin ışık çakan yeşili, ojeli tırnakları, pürüzsüz teni, küçücük burnu… Dilimde başlayan hareketlenmeyle saçmalıyor, kelimeler ağzımdan çıkmıyordu. Bir anda aklıma onun bir erkek olduğunu düşünmek geldi, kadın değil bir erkek, pis sakallı, hunharca konuşan, kaba saba bir erkek. Yavaşça sakinleşen dilim, dudaklarımın arasından bir “merhaba” yollarken, neler olduğunu anlamaya çalışan kadına “tükürüğümün boğazıma kaçtığını” söyleyerek durumu kurtarmaya çalıştım.  Birkaç cümlenin ardından o kahrolası dilim kontrolü ele geçirdi.

“Çok güzelsin.”

“Efendim!”

“Özür dile… Göğüslerini okşamak istiyorum”

“Nasıl?”

“Odaya geçelim, gösteririm.”

“Küstah adam!”

Ekran birden karardı. Söylediğim hiçbir kelimeyi beynimin yönetmediğini biliyordum. Anında ekrana düşen mailde, işi kaybettiğimi yazan cümlelere eklenen taciz yakıştırmasının doğruluk payına katılarak ağladım.

Gözyaşlarıma eklenen hırsımla kapı duvar evi başıma geçirip, komşuların kapıma dayanmasına aldırmadan eşyaları parçalamaya başladım. Tüm gece titreyerek, ardı ardına içtiğim içkinin etkisiyle sızdım.

Uyanır uyanmaz ilk iş eczaneye gittiğimde “Aktarda bulacağımı,” söyleyen adama teşekkür bile etmeden çıktım. Siyaha çalan gökyüzünün karanlığına aldırmadan, dilimin isyanına kilit vurmak için taktığım siyah gözlüklerimi gözlerime geçirip yere bakarak koştum.

Aktarın kapısına geldiğimde, duraksayıp derin bir nefes çekerken, açılmamış olduğunu görünce daha çok sinirlendim. Kızgınlıkla kapının üstündeki kâğıtta yazan numarayı tuşladım. Kahretsin, bir kadın sesi karşıladı beni! Yüzüne kapatıp, onun bir kadın olduğunu düşünmemeye çalışarak, yeniden tuşladım. Dilim dolanır gibi olurken, telefon çalmadan geri kapattım. Aradığım numaranın ekranda yanıp söndüğünü görünce çaresiz açtım. Bıyıklı, her yeri kıllı, kocaman göbeği olan ve dişleri sigaradan sararmış erkekleri düşlerken, yarım yamalak geçen soru cevap konuşmasından kadının yolda olduğunu anlamıştım.

“Beklemeli miyim? Gitsem iyi olacak. Belki de beni heyecanlandıracak bir kadın değildir. Bununla yaşamayı öğrenmem gerek. Konuşamıyor gibi yaparım. Ama şimdi konuştuk. Gerçi geveledim durdum.” Kendimi telkin etmeye çalışırken telefonun not defteri kısmını açıp. “Bana şap verebilir misiniz?” yazdım. Neden konuşmadığımı sorarsa diye “Konuşma sorunum var.” diye ekledim. 

Gözlerim karşıdan gelen kadına çakıldı. Olmaz, o olamaz! Geldiğim hızda koşarak kaçmaya çalışırken, daha dizimi kırmadan seslendi.

“Vay, aylar sonra ne tesadüf!”

“Değil mi ya?”

“Az önce sen mi aradın?”

“Evet.”

“Numaran değişmiş.”

Kısa cevaplar, gözlük altından yere bakma, kontrolünü kaybeden dilime çare oluyordu. Nasıl şap isterdim, bahanem ne olacaktı? Bir gecelik diye başlayan ilişkimiz; daha ilk anda evlenmeden olmaza dönünce, dilimden dökülen şiirsel, çarpıcı, baştan çıkarıcı kelimelerle kısa sürede muradına ermişti. Ve her zaman istediğine kavuşan ben, ortadan kaybolmuştum.  Şimdi bu azgın adamın şap istemesi, hele bu kadından, olamazdı!

“Ne lazımdı?”

Bir bahane bulup kaçmalıydım. Gözüme ilk çarpan baharatın adını söylemeye çalışırken, ceketini çıkardı. Bayılırdı sırtı, göğsü açık kıyafetler giymeye. Bugün olmamalıydı! Gözlerimi kaçırmak işe yaramadı, hayal etmeye çalıştığım kıllı adamlar aklımın ucuna bile gelmiyordu. Dilim kontrolünü kaybetmiş, ağzımın içinde çırpınan bir yaralı kuşa dönmüştü. Kelimeler çıkmıyor, o şiştikçe nefes almam zorlaşıyordu. Gözlerimin yuvalarından çıkacağını düşündüm. Ne geri dönebiliyor ne bir yere oturabiliyordum.

Bir anda birinin beni kavradığını hissettim. Dilimi çıkarmaya çalışan bir adam vardı. İri yarı, et kokulu, burnunun içinden çıkan kıllarla favorilerindeki kılların birbirine bağlandığı bir yüze sahip, kara sarı bir herif.  Çareyi suni teneffüs yapmakta bulan adam bana doğru yaklaşırken dilim sönüverdi. Adamı üstümden savurdum. Şaşkınlık içinde kalan kadın, korkuya dönen bakışlarıyla beni sorguluyordu.

“Astım ama çaresi yokmuş,” diyebildim. Aklıma gelen ilk yalanı savurdum. Kalkıp kaçarcasına uzaklaşırken arkamdan seslendi. “Başka doktorlara git. Tıp çok ilerledi!”

Zeynep Pınarbaşı