Henüz telefonların otomatik olarak çevrilmediği yıllarda, şehirler arası ve milletler arası konuşmalar, telefon santrallerinden bağlanarak yapılıyordu. Liseyi yeni bitirmiş, üniversiteye başlamış genç kızlar, santralde vardiyalı olarak çalışıyorlardı.

İstanbul’un karlı bir kış gününde; örgü kazakların ilmek aralarından geçen ve iliklere kadar işleyen soğukta, akşam vardiyasına gelen operatörler, donmuş ellerini ovuşturarak doğruca üst kattaki yatakhaneye çıktılar, kıyafetlerini giyip, enstrümanlarını teslim aldılar.

Önceki vardiyada çalışanlardan nöbetlerini teslim alan genç kızlar; pozisyonlarda yanan ışıkların ortada dolaşan kısım amirlerini huzursuz etmesinden dolayı aboneleri hızla cevaplamaya başladılar. 

Türkan çalışmaya başlamadan, karşısına bir not iliştirdi, yeğeni ile görüşmek için eniştesini arayacaktı, çalışmaya dalıp unutursa ufaklık çok üzülürdü.  

O saatlerde Maraş’ta babasının dükkânına gitmek için acele eden Cem annesine huysuzluk edip duruyordu. “Geç kalırsak, teyzemin telefonunu kaçırırız!”

Tek katlı evin bahçe kapısından dışarı çıktıklarında, kapılarının kırmızı boya ile boyanmış çarpı işaretini gördüler. Kapı önlerinde toplanan kadınlar kendi aralarında konuşuyordu. “Nüfus sayımı yapıyorlar karışıklık olmasın diye işaretliyorlarmış.”

Şehir meydanında, güle oynaya babasının yanına giden Cem; annesinin elini bırakarak önünde yürüyen Noel babaya yetişti. şaşkınlıkla seyretmeye başladı. Bu güne kadar Noel baba görmemişti, koşarak arkadan yetişen annesini gören Noel baba, elindeki piyango biletlerini uzattı.

-Size de çıkabilir, yılbaşı ikramiyesi on milyon lira!

Annesi kolunu çekiştirerek “Hadi geç kalıyoruz, baban bekliyor. Anneannenin yanına da gideceğim,” dedi.

Çarşıya vardıklarında her zaman cıvıl cıvıl olan dükkânlar sessizdi. Kumaşçı dükkânı olan babasının yanında, beşinci sınıfa geçtiğinden beri ara sıra çıraklık ediyordu. Dükkânın kapısından içeri girdiğinde babası masasının başında oturuyordu.

-Baba, bu gün işler kesat galiba hiç müşteri yok!

-Ortalık karışık, bırakın alışverişi insanlar dışarı çıkmaya korkuyor. Bugün iki öğretmenin cenazesinde olaylar çıkmış.

Karısına dönerek “Sen de oyalanmadan bizim Sabri ile birlikte annenlere git, biz burada bir şeyler atıştırırız,” dedi.

Cem masanın başında hesap makinesi ile uğraşıyordu, babası da tezgâhtan kumaş toplarını kaldırmaya başladı. Lokantadan gelen kuru fasulye, pilavla karınlarını doyurdular. Saat yedi olmuştu.   

Nihayet beklediği telefon gelince Cem, yerinden koşarak ahizeyi kaptı.

“Allahtan teyzen PTT’ de çalışıyor, nasıl baş ederdim faturalarla!” dedi babası.

-Teyze biliyor musun, bu gün Noel baba gördüm!

-Noel babanın Maraş’ta işi neymiş bakalım?

-Piyango bileti satıyor.

-Ben senin şansına bilet aldım.

-Yaşa teyze!

-Nüfus sayımı yapıyorlarmış, bizim evin kapısını kırmızı ile işaretlemişler.

-Neden?

-Karışıklık olmasın diye.

Nazlı’nın morali bozulmuştu.

-Teyze, bu gece anneanneme gidecekmişiz, kestane de patlatacakmışız! 

-Siz odun sobasının yanında keyif çatın, teyzen sabaha kadar çalışsın.

Morali bozulan sadece teyzesi değildi, kapıların işaretlenmesine babasının da canı sıkılmıştı. Dışarıdan uğultular geliyordu, kalktı, kapıyı kilitledi.

Gece santralde çok yoğunluk vardı, durmaksızın çalıştıkları halde talepleri karşılayamıyorlardı. Türkan çok yorulmuştu, birkaç saat dinlenme molasına çekilmek için arkadaşları ile birlikte yatakhaneye çıktı.

-Şu yatakhaneye bakın! Filmlerde gördüğümüz sefil cezaevi koğuşlarından ne farkı var bu yatakhanenin?

Sayıklama seslerini duyunca yanındakine, “Aferin, kızlar çalışmaya burada da devam!” dedi. Hepsi birden gülüştüler ama biraz sonra uykuya dalınca, onlardan da ‘alo’ sesleri duyulmaya başladı.

Saat üçte kısım amiri onları kaldırmak için başlarına dikildiğinde, “Acele edin, çok bekleyen var!” diye ikaz etti

Aşağıya indiklerinde bazı illerle hiç haberleşme sağlanamıyordu, dört ilde bekleyen yıldırım konuşmalar vardı, diğer iller gecenin geç saati olduğu için yoğun değildi, çalışanlar çok gergindi, haberleşmeyi sağlayamadıkları için aboneler de kızgındı. Zor geçen bir gecenin sabahında kötü haber gelmekte gecikmedi, Maraş’ta olaylar vardı, çok sayıda insan öldürülmüştü.

Nazlı çaresizce telefona sarıldı, gerçi bu saatte dükkânda ne işleri vardı? Uzun süre çaldırdıktan sonra telefon açıldı.

Cem çılgınca bağırıyor, konuşması anlaşılmıyordu.

-Ne kadar anlamaya çalışsa da çocuk hızlı konuşuyor, dediklerinden bir şey anlaşılmıyordu. Bir süre sonra biraz sakinleşti.

“Teyze, ne olur beni kurtar!” diye bağırmaya başladı.

-Sakin ol Cem, ne olur!

-Cam camları, kapı kırdılar, sopa sopalarla saldırdılar. Babam beni sakladı. Sakın dışarı çıkma dedi. Polise telefon etti, kimse gelmedi. Sonra babama sopa sopa ile vurdular. Dinsiz diye bağırıyorlardı. Baba babamı dışarı sürüklediler

-Bunları kim yaptı, görebildin mi?

-Celal amca! 

-Nalbur dükkânı olan mı?

– Evet, birde manav Salih amca!

-Onlar babanın arkadaşları değil miydi?

-Evet, teyze ne istediler benim babamdan!

-Cem, sen telefonu kapat. Tekrar saklandığın yere git. Ben seni gene ararım, gelen olursa dışarı çıkma!

-Bir ara dışarı çıktım, babam yerde yatıyordu, teyze çok üşümüştü, buz gibiydi üzerine kilim örtüm, bir türlü uyanmadı, yerde kadınlar yatıyordu, bir de çocuk vardı.

– Ne olur Cem, teyzeni dinle tekrar saklan, illaki seni kurtarmaya gelecekler!

Nazlı iki gün kimseye ulaşamadı, üçüncü günün sonunda Cem’in bitkin bir halde, askerin kucağında annesine teslim edildiğini öğrendi.

Santralde ilk şok etkisinden sonra, çalışanların temsilcileri haberi alır almaz toplantı yerine gelmişlerdi, Türkan’ın ağzını bıçak açmıyordu sadece konuşmaları dinledi. Yapılan tartışmalardan sonra gündemde olan eylem öne alındı, bildirilerin hızlı bir şekilde el altından dağıtılması için görev paylaşımı yapıldı. İş yeri temsilcisi:

-Konuşmayı daha önceden hazırladım.

Türkan itiraz etti

-İçimdeki yangını biraz olsun hafifletir mi bilmem ama konuşmayı ben yapacağım!

Saat birden önce yapılacak eylemden bütün santral çalışanlarının haberi vardı. İdare de haber almıştı ama gülüp geçmişlerdi

Türkan, yüksek sesle santralin ortasında eylem çağrısını yaptı.

-Arkadaşlar yurdumuzda yaşanan katliamı protesto etmek ve sendika hakkımızı almak için iki saatlik iş bırakma eylemi yapıyoruz.

Ortalık karıştı. Görevliler koşuşturamaya başladı. Operatörler, enstrümanlarını çıkararak masaya koydu. Pozisyondan yükselen dinleme sesleri “Yaptığınız yasalara aykırı, cezalandırılacaksınız!” diye tehdit etmeye başladı. Bir süre sonra ellerinde kalaşnikoflarla polis içeriye daldı. Karşılarındaki eylemci genç kızları görünce şaşırarak dalga geçmeye başladılar.

-Eylemi bitirmezseniz üzerinize ateş açarız.

-Açamazsınız! Hepimiz havaya uçarız, burası elektrik yüklü.

Tehditler, küfürler arasında eylem iki saat sürdü, kısım amirleri korkmuştu, bayılanlar oldu. İstanbul susmuştu. Ülke içinde yapılan konuşmalar saatlerce engellendi.

Eylemden sonra ‘ziyaretçin var’ diye bekleme salonuna çağırılanlardan kimse haber alamadı. 

Özel Atay