Hiçbir çeşidini görmediğim göğsü misket büyüklüğündeki ince uzun bacaklı örümceği seyrediyordum. O da ne? Evin önündeki taş döşeli yolda sarıya çalan irice bir karınca, otların arasından çıkıp örümceğin peşine takıldı. Daha iyi görebilmek için duvarda asılı olan kızılcıktan yapılmış bastonu, sandalyemi ileri geri hareket ettirerek almalıydım. Zaten küçük ve dar olan balkondaki masanın üzerine sinirlendiğim zaman buruşturup atmış olduğum defter yaprağını sağ elimden sol elime geçirdim. Ablam Selma, “Bahçedeki fideleri sulamama az kaldı, birazdan geleceğim,” dedi. Güneş tepeye yaklaşsa da sıcak etkisini sürdürüyordu. Evin gölgesi bahçeye doğru uzamıştı fakat etkisizdi.
Buruşmuş defter yaprağını düzelterek masaya koydum. Beyaz yaprağın üzerinde, geometrik çizgileri andıran karışıklıklar hakimdi. Kurşun kalemi alıp ben de resim yapmaya başladım. İnsan, sokak çizmeye çalışırken bir anda durakta buldum kendimi. Çatısıyla uğraşırken müzik öğretmeni olup, iş aradığım günü hatırladım. Birkaç kişiydik. Otobüsün durmasını bekliyordum ve kırılan cam seslerini duymuştum. Gözlerimi hastanede açmış, annemi başımda tedirginlikle beklerken bulmuştum. Annem, tuvalete gitmek istediğimde ördek dedikleri plastik kabı almam için uzatmıştı. Ayaklarım hareket etmiyordu. Nasıl olur? diye isyan etmiştim.
Kasabadaki evimize geldiğimde aylarca yatağımdan kalkamamıştım. İlaçları içmek ve egzersizleri yapmak ölüm gibi gelmişti. Arkadaşlarımın ziyaretleriyle ferahlarken, onlar gibi olamamak beni kahretmişti. Arkadaşım Zehra geldiğinde ise yatağın yanında duran tekerlekli sandalyeye binmek için çaba göstermiştim. Giderken yazışmak istediğini söylemişti.
Balkona açılan odada tekerlekli sandalyeye binebilmem hareket alanımı genişletmişti. Sandalyeden kurtulup ayakta dikilmek, hiç olmazsa bahçedeki ağaçlara tutunmak, yürümek istiyordum. Çobanlık yapan Hurşit , “Sana kızılcıktan kendi yaptığım bastonu getirdim, gayret et, o seni yürütecek,”demişti. Yaşaran gözlerimle boş boş bakarken saçlarımı okşamış, “Üzülme, sen bize babanın yadigârısın, ne istersen söyle,”diye belirtmişti. Çoban Hurşit’in bilge tavrı karşısında sevinmiştim.
Sandalyeyi tekrar duvara yaklaştırıp bastona uzandım. Parmağımla hızla dokunduğum için yere düştü. Baston düşünce evimizin yakınındaki okulun bahçesini anımsadım. Zehra’yla ders çalıştığım günler gelmişti aklıma. “Matematik öğrencinin geleceğidir” diyen hocamızdan beraber ders almıştık.
Sandalyeden göğsümü öne yatırarak yere düşen bastonumu alabildim. Ahşap evimizin balkon darabalarına tutunabilirsem kullanma şansım olacaktı. “Anne çay içmek istiyorum, ablam hâlâ gelmedi,” diye seslendim, duymadı.
Bir gözümle istem dışı da olsa örümceği takip ediyordum. Karınca örümceğe iyice yaklaştı. Yan yan gidiyordu örümcek. Örümcek karıncanın ani hareketiyle durunca ısırmış olabilir mi? diye düşündüm. O an dürbünümün yanında olmasını çok istemiştim. Sokaktan üç genç geçiyordu. Örümcek riske karşın yoluna devam etti, karınca ise büyük bir saldırıya hazırlanırcasına bekliyordu. Örümcek yolun ortasına yaklaşınca, karınca da hızla örümceğe yaklaştı. Defalarca saldırıp, etrafında döndü. Karıncanın, avlarının içinde böcek ve örümcekler de vardı. Fakat bu saldırı bana ilginç geliyordu. Örümcek yolun ortasındaydı artık, damperli bir kamyon ağır ağır ve gürültü çıkararak geçti.
Karıncalar hep dikkatimi çekmişti. Bahçemize çıktığım zamanlarda saçağın altından geçenleri seyretmeye başlardım. Annem saatlerce ilgilendiğimi görünce, “İş desek yapmaz, tembel ne olacak,” demişti. Karıncalar saman çöpleriyle gitmişti. Bir tanesini takibe almıştım. Karınca olmak istemiştim o an. İşçi karıncanın içindeydim artık. Önümüzde ve arkamızda sıralı karıncalar vardı. Karanlığa girince “Neredeyiz?” dedim. Şaşırmıştı, sesin içinden geldiğini anlayınca “Tünele girdik,” demişti. Virajlar halinde bir daralıp, bir genişleyen tünelde önümüze odalar çıkmaya başlamıştı. Birinde saman, birinde tahıl cinsleri, bir diğerinde ekmek kırıntıları vardı. Önümüze bir meydan açılmış, başka tüneller çıkmıştı karşımıza. Karınca trafiği çok yoğundu, fakat hiç çarpıştıklarını görmemiştim.
“İnşaat yapıp, kent kurmuşsunuz, aranızda iş bölümü mü yapıyorsunuz?” demiştim.
Anlamadı ama,
“Evet,” demişti.
“Arılar ve bazı eşek arılarının akrabanız olduğu söylentisi var.”
“Yeni bilimsel çalışmaların katkısı, kökenlerimizin daha iyi anlaşılmasını sağladı.
“Yoksul karıncalar nerede?”
“Beslenmeye önem veririz. Kışın besin kıtlığı çektiğimizde dahi depomuzdan paylaşırız gıdaları.”
“Bu mantarlar nedir?”
“Taşıdığımız bir yaprak cinsinden ürerler, besleniriz bunlarla.”
“Ağustos böceğine ‘tembel’ dediğiniz doğru mu?
“Türkü işçisidir onlar, dinleriz.
“‘Karınca gibi’ denir, dinlenmek yok mu sizde?”
“Emektir bizi yaşatan.”
Kraliçe karıncayı merak etmeye başlamıştım. Bakındım etrafıma,
“Kraliçe karınca nerede?”
“Duymasın! ‘Kraliçem’ diyeceksin? Koloninin ortasındadır, koruruz onu, kanatlı olanıdır.”
“Samanı depoya bıraktık, çıkalım artık.”
“Kaydımız yapılsın, çıkarız,”
Saçağın altına geldiğimizde,
“İnsanlar!..”dedim
“Ders alsınlar bizden,”dedi
Annemin “Hâlâ burada mısın?” sözleriyle karıncanın içinden çıkmıştım.
Yolda omzunda kazma taşıyan biri belirdi. Mezarlığı ve bahçeyi düşündüm. Karınca bacağından tuttuğu örümceği, evin önündeki otların arasına doğru çekiyordu. “Hem de tek başına örümceği nasıl taşıyor?” dedim. Kendime bakınırken, baston elimde bekliyordum. Bir iki adım attıktan sonra karınca otların arasında kayboldu.
Muhsin Başaldı