Geldin mi? Gel ama bir daha vaktinde gel, beni bekletme. Söylemediler mi sana? Söylediler, neyse öğrenirsin. Geç otur şuraya.

Sol eline ipi al, sağ eline şişleri. İlmek atmak için hazırla. Bilmiyorsan bana iyi bak.

Bu sene gönderdiğim onuncu okul olacak. Sizin dernek senelerdir bana yardımcı oluyor. Bir sürü destekçisi var. Çok araştırdım hepsini. En iyi sizinkiler çalışıyor. Sen yenisin, buraya ilk gelenleri hemen yollamam. Önce çorap örmeyi öğretirim. İster yap, ister yapma. -ama yap- öğren, aklının köşesinde kalsın. Belki bir gün lazım olur.

Elli altı tane ilmek atacaksın şişine.

Tek renk yapmayı sevmiyorum. Kızlara pembe ve mor, oğlanlara beyaz ve mavi olmalı. Yeni yıl yaklaşırken kızlara kırmızı, oğlanlara siyah ama aralarına kırmızı koyarak örüyorum. Bir okuldan geri gönderdiler. “Erkek çocuğuna kırmızı yakışmaz” diye yazmışlar içine koydukları kâğıdın içine. Kafalarını tokatladıklarım! Yazık değil mi? Ne anlasın onlar, oğlan giyer, kız giyer. Hep bu dar kafalıların işi bunlar. Bir de kırmızıları göndermişler kızlar için uygun değilmiş, kırmızı kışkırtıcı renkmiş. Hay!.. Nereden biliyorsunuz ki? Arsızlar! Beyinsizler! Neyse evlat, daha yılbaşına üç gün vardı, topladım mahallenin kadınlarını o ayakları ıssız kalmış yavrulara iki günde çorapları ördürdüm. İlk o zaman yardım aldım kadınlardan. Tek başıma örerim hep.

Önce bilekten yukarısını yapacaksın. İki parmak tekli lastik, sonra çiftli lastik öreceksin.

İster bilekten biraz yukarıda yap, istersen dize kadar ör. Ben dize kadar örerim. Kış günü ısınsın bacakları, ayakkabısı ince mi kalın mı bilmiyor insan, çorap sağlam olsun ki sıcacık kalsın ayakları yavrucakların. Günde üç bazen dört çorap çıkarıyorum. N’olcak, bir köy okulunda olsa olsa on bilemedin on beş çocuk olur. Her hafta gönderirim birkaç okula, zaten yaz kış demeden örüyorum çorapları. Bak şu çuvallara yazdan kalma. Beni dinle evlat!

İki kenardan on altışar ilmek kes, yirmi dört ilmek bırak. Burayı lastik olarak devam et. Bu kısımda ayağın üstüne kadar olacak.

Yok vermem bir seferde. Ben kendim paket yaparım hepsini. Kaç okul var, içinde kaç öğrenci var, kaçı kız, kaçı erkek hepsini bana listeleyip gönderirler. Hele bir göndermesinler! Ben kendi ellerimle tek tek koyarım poşetlerin içine, her çorabın içine isimleriyle notlar iliştiririm. Onlar okudukça tek tek okşarım saçlarını, o çoraplara dokunduklarında benim kalbimin içinde bir yangın olur. Sıcacık nefeslerini duyarım. Öğretmenlerinden fotoğraf isterim. Bazıları yollamaz. Açarım telefonu ne gelirse ağzıma gelmişinden geçmişinden… Her çocuğun elinde çorabı görmem gerekli. Onlardan gelince diğerlerine yollarım. Bak şurada albüm var.  Bilmem kaç yıldır biriktirdiklerim.

Sonra yirmi dört olan ilmeğimizin iki kenarından birer kesmeye başlanır. Bu sırada düz örgüye geçilir. On ilmek kalana kadar devam edilir. On ilmek kalınca tekrar yirmi dört ilmeğe birer arttırarak ulaşırsın. Bu yaptığımız çorabımızın burun kısmı olacak. Burun kısmı duydun mu?

Sen yenisin tabii. Ondan böyle tuhaf bakıyorsun suratıma. Bunlar gönüllülük işi ama benim gönlümde başka yangınlar var. O çocukların her sene fotoğraflarını yollar öğretmenleri. Bazıları hiç umursamaz, çok kızarım onlara. Küfür, kalay fayda etmez o nasır kalplilere! Çocuk dediğin değer görmeli, sevilmeli ve o çocuklar sevildiğini bilmeli. Örgü işine başlamamın beşinci senesiydi. Kapı çaldı, açtım, bizim emektar postacı. Çok sevindim, kesin bir öğretmenden fotoğraf gelmiştir diye. Açtım beyaz düz bir kâğıdın yarısı yazılmış. Bir öğrenciden gelmiş. Öğretmenine çok yalvarmış “Ben o teyzeye mektup yazacağım,” diye. “Ben hep ağabeyimin eskilerini giydim. Deliklerini yama yapıp giydirdiler” yazmış. Yazan bir kız çocuğu, günlerce ağladım. “Öğretmenine mektup yazdım bana onun tek resmini gönderir misin?” dedim. Kadın bana tüm sınıfın fotoğrafını atmış. “Bulabilecek misin?” diye not yazmış içine. Allah seni inandırsın daha ilk görüşte tanıdım onu. Ne gülüyorsun gevşek gevşek. Sende de duygu yok belli ki. Ama ben seni adam ederim. Neyse, ne diyordum? Fotoğrafa onu işaretledim geri gönderdim. Öğretmen aradı. Kızın ailesini, durumunu anlattı.

Yirmi dört ilmeğe ulaşınca tabanı öreceğiz. Düz örgü, tabanımız kadar ör ve topuk kısmı için tekrar yirmi dört ilmek birer birer kesilerek her iki taraftan on ilmeğe düşür. On ilmek kalınca tekrar yirmi dört ilmek oluncaya kadar her iki taraftan arttır. Bu da topuk kısmı olacak.

Evin en küçüğü ve tek kızıymış. “Fakir kelimesi bu aile için zenginlik barındırır,” dedi. Fakirsen elinden tutan olur, biri bilir senin fakir olduğunu, az çok bir şeyler paylaşır. Bunun ailesi köyün uğursuzuymuş. Bunlar sersefil, felaketin kapısında bekleyen bir aile. En büyük abi sakat doğmuş, Allah’tan geldi, diyerek köylü bir şekilde sahip çıkmış. İkinci abi yine sakat doğmuş, E, o da Allah’tan geldi, demişler. Baba gece dememiş, gündüz dememiş, il, ilçe gezip, çalışmış. Anası yeniden gebe kalmış, üçüncü oğlanın doğduğu gece baba vefat etmiş. Peşine dede, peşine nene derken bu aileye bir karabasan yüklemişler, uğursuz eve çıkmış adı. Ah ulan ah! O küçük yerlerin pisliklerini ben çok iyi bilirim. Ne kayıplar verdim o dedikodular için. Sen de merak ettin değil mi baba öldüyse bu kız kimden?

Yanlış örmüşsün, sök onu on ilmeğe düşür. Bakma avel avel, sök dedim!

Orasını kimse bilmiyormuş. Kadın Nuh demiş, peygamber dememiş. Babayı saklamış herkesten. En büyük oğlan diyenler de var, kocasının abisinden diyenler de. Bu kız abilerinden çok sonra doğmuş. Ah o evlatçığı görsen bir güzel, bir akıllı, içine alır geri de çıkarmazsın, öyle sevilesi. Çok istedim annesinden, gönder yanıma ben bakarım, sahip çıkarım, ne zaman istersen yollarım yanında kalır, dedim. “Elimde bir bu kız var. İkisi sakat, biri onlardan deli bir oğlan, kimimiz kimsemiz yok,” dedi. Sen de gel, desem, o üç oğlanı ne yapacak? İşte arada yardım gönderiyordum onlara. O kız bana ara ara mektup yazıyordu.

Dikerken önce topuk kısmı dikeceksin. Üçgenin her iki kenarını birleştir. Sonra diğer kısımları uygun şekilde birleştir. Çorap tamam.

Bugünlerde mektupları kesildi. Okulu aradım ama öğretmenin tayini çıkmış. Şimdi köyün muhtarını bulmaya çalışıyorum. Ah! Aklım hep o kızcağızda, başına bir şey gelecek diye ödüm kopuyor. Ya üşürse ya aç kalırsa! Üç senedir her kış tüm aileye çifter çifter çorap yolluyorum. Hem kendilerine hem o kıza iyi baksınlar. Ya, o da benim Hilal’im gibi ayaklarını üşütüp hasta olur, dayanamaz ölürse!

Zeynep Pınarbaşı