Müzayede binasının merdivenlerinde toplanan mahşerî kalabalık çok gürültülü. Kolluk kuvvetlerince ve kırmızı bantlarla yapılan ayrımda “öncelikliler” için gereken tüm önlemler alınmış. Ilık havaya rağmen, insanı üşüten bir gerilim var.
Yasak Saray’ın devasa demir kapısı iki yana ağır ağır açıldı. “Öncelikliler” yığını, varlıklarıyla mermer merdivenleri kirleterek içeriye ilk alınanlar oldu. Aralarında bulunduğum kalabalıkla beklerken, salona girenlerin görüntüleri, kurulan dev ekranlardan verildi. Konukların iyi şekilde ağırlanması için müzayedeciler her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş. Kırmızı halılarla döşenmiş zemin ve duvarlar yer yer aşina, yer yer alışık olmadığı ayakkabı ve bakışlarla karşılaşıyor. Kurulan sahnenin üç tarafına yerleştirilmiş dev ekranlarda doğudan batıya, kuzeyden güneye dünyanın her yerinden anlık yayınlar dönüyor.

Kadınların üzerindeki mücevherlerin ışıltısı, kalplerini aydınlatmaya yetmemiş. Altın kaplamalı telefonlarına, vitrin tasarımı pozlar veriyorlar. Erkekler, iki yüz yıldır zenginlik sembolü olan siyah fraklarıyla tek tip insan modeli oluşturmuş. Şehvet her ne kadar kadınlarla özdeşleştirilmiş olsa da bugüne kadar yaşadıklarımız şehvetin cinsiyetinin olmadığını ispat etmişti.
İş adamı kimliğinin altı, çok uzun zamandır çete üyeleri, kaçakçılar gibi yasa dışı işlerle uğraşanlar tarafından dolduruldu. Gangsterlerin halkın yanında yer aldığı için devlet tarafından kamu düşmanları ilan edildiği zamanlar çok eskilerde kaldı. Dini liderler, farklı inançları temsil etseler de siyah beyaz ipek entari, cübbe ve takkeleri ile birbirinin versiyonları. Mülayim sırıtışlarının ardındaki kibirlerini kıyafetlerine gizlemişler. Siyasilerin alın çizgileri ile çatık kaşları öfkelerinin, takım elbiselerine sığmayan göbekleri ise açgözlülük, tembellik ve oburluğun sembolü adeta. Hepsi avaz avaz bağırıyor, “Pozisyonum neyse ben oyum aslında.”
Duygu çarkı müzayedesi için bu kalabalık bekleniyordu tabii. Dünyaya ilan edilen müzayedeye internet yoluyla katılanların sayısını tahmin etmek imkânsız. Son zamanlarda hırsızlık, gasp ve yasa dışı işlerin büyük oranda artış göstermesi bu müzayedeye bağlanıyordu. Parasız bir kesimin sırf bu mezata katılabilmek için her yolu denediği söylentileri dilden dile yayılmıştı. Yine de elit zümre son derece rahat. Kolluk kuvvetleri, doktorlar, hemşireler her ne kadar görev icabı orada olsa da muhtemelen aileleri bilgisayar başında tırnaklarının, dudaklarının derilerini kopararak beklemekteydi. “Öncelikliler” salonda yerleşmeye geçerken, kolluk kuvvetleri dışarıdakileri içeriye almaya başladı.
Yüksek platformun ortasında mikrofon, mikrofon başında şişman, kel bir adam, kulağında kulaklık, elinde pirinç tokmak ile etrafı izlerken, sağlı sollu otuz kadar görevli bilgisayar tuşlarıyla oynaşmakta. Platformun önünde iki hostes hanımın elleri, kolları yana düşmüş, titrek ve ürkek gülümsemeleriyle gelenleri selamlıyor. Arkalarındaki masada, kırmızı kadife örtünün altında müzayedenin en nadide parçası var.
Bilinen iki yüz otuz altı ülke yöneticisi için ayrılan VIP sandalyelerin arkasında duran tabelalar ile statü ayrımı özenle yapılmış. Siyasetçiler ve din adamları, hemen arkalarında konuşlanmış bilim insanları, sanatçılar ve “laf kalabalığı” denilen alt kesimin oturacağı alan, bir metre boyundaki plakalarla kapatılmış. Salonda vebalılar gibi ayrıştırılmışız. Halbuki “önceliklilerin” birbirine karışmış parfüm kokuları iğrendirici, gırtlaklarından gelen nefes kokuları mide bulandırıcıydı. Düzenbazlıkla bağnazlığın kokusu iç içe geçince katlanmak daha zordu. Laf kalabalığı kitlesi müzayedeyi en arkada ayakta izleyerek, katılım sağlayacaklardı. Görevliler eşliğinde her zümre kendisine ayrılan sandalyelerine otururken “laf kalabalığı” da yerini aldı.
Duyulan gong sesiyle müzayedenin az sonra başlayacağı bildirildi. Sükûnet sağlanırken, nesli tükenmekte olan bir avuç sanatçının arasına oturdum. Paravanın boşluklarından gördüğüm bir din adamı ile göz göze geldik. Biraz yaklaştım, o da yaklaştı. Bu fırsat bir daha asla elime geçmez olasılığı ile fısıldamaya başladım.
“Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. İnsanı bir bahçeye bıraktı. Onun görkemi için bahçeyi güzelleştirecek, yaratılışın meyvelerinden yiyip doyarak ona şükredecekti. Ama insan ilk günahını Tanrı’ya karşı işledi, açgözlülüğün dünyayı sarmasına neden oldu. Tanrı yanıldı, duygu kutsallığı bozuldu.”
Din adamının sesi üçüncü gonk sesiyle kayboldu. Münadinin açılış konuşmasını dinlemek için havada dolanan kara sinek bile sustu. Beyaz kristal kutuda saklanan duygu çarkı tanıtılmaya başlandığında, salonda çıt çıkmadı. Sekiz daire dilimli çarkın, ana renkleri sekiz duyguyu gösteriyordu. Her dilimde merkeze doğru renkler koyulaşıyor, merkezden uzaklaştıkça renkler açılıyordu. Her dilim, her renk göz alıcı parlaklıkta. Uzun zamandır hissetmediğimiz “beklenti” “neşe” “güven” ve “sevgi” ışıltılar arasında gözüme ilk çarpanlar oldu. Binlerce düşman göz, camına yapışmış olsa da ihtişamı hâlâ saf ve temizdi. Bu çarka sahip olan kişi kendi duygularını farklılaştırmak için birleştirebilir, istediği duyguyu, istediği duyguyla harmanlayabilir, bir ressamın renk armonisi gibi kendinde duygu armonileri yaratabilir, hatta istemediği duygularını, herhangi bir duygu ile öldürebilirdi. Bu ne işe yarayacak demeyin. Tarihe baktığımızda kötücül duyguları ağır basanların nasıl iktidar sahibi olduklarını, arkalarından sürükledikleri kitlelerle geleceği nasıl değiştirdiklerini biliyoruz. Duygu dediğimiz şey hiçbir zaman sandığımız kadar masum olmadı. Ancak bu çark doğru ellere ulaşırsa, duygular düşüncelere, düşünceler davranışlara dönüşecek, etrafımızdakileri değiştirebilme gücümüz olacaktı. Tıpkı Gandhi’nin dediği gibi. En azından bir kısmını…
Bayrakların ardı ardına havaya kalkmasıyla, kıran kırana bir mücadele başladı. Kalkan kolların mücadelesi, savaş arenalarını aratmıyordu. Bilim insanları, sanatçılar ve laf kalabalığı sessiz bekleyişteyken ilan edilen rakamlar hayal edilemeyecek büyüklüğe ulaştı. İş adamları, ülke liderleriyle, siyasetçiler salyalı ağızlarıyla kuduz köpekler gibiydi. Münadi rakamları söylerken, tombul ve sarkık yanakları titriyor, bir yandan da internetteki alıcıların artan rakamlarını salona haykırıp, satışı iyice kızıştırıyordu. Dakikalarla yükselen rakamların bozguna uğrattıkları, yorgun kollarıyla son bir güç bayraklarını sahneye doğru fırlattı. Üç beş tip duyguyla bezenmişlerin yaklaşık yirmi yedi duyguya birden sahip olmak istemelerinin altında hükmetmek vardı. Kibir, öfke, haset benzeri duygularla yapılacak eylemlerin sonuçları artık öngörülemezdi.
-Satıyorum, satıyorum…
Telaffuz edilen rakamlar, binlerce insanın toplam serveti değerindeydi. Son rakamı veren kişi ekranların arkasından kim olduğu bilinmeyen gizemli bir şahısa aitti. Ülke yöneticileri, siyasetçiler ve iş adamlarının üstünde olan bu kişinin kim olduğu hakkında tek bir bilgi yoktu. Ön taraftaki güruh, bitkinlikle, umutsuzlukla uğuldarken, bilim insanları ile önderliğini yaptığım sanatçılar yerlerimizi terk ederek “laf kalabalığının” arasına karışmaya başladık. Dev ekranlarda “laf kalabalıklarının” dünyanın her yerinden görüntüleri gösterilmeye başlandı. Salondaki hareketliliğe, dışarıdan gelen müttefik sesler eşlik etmeye başladı. Kolluk kuvvetleri içeriye girdi, ortadaki panelleri kaldırdı. Doktorlar, hemşireler, ambulans şoförleri görev yerlerini terk edip aramıza katıldı. İçerideki kalabalıktan nefes almak imkânsızlaştı. Bizler uzun zamandır nefessiz kalmaya alışıktık ama karşı tarafın yaşadığı ilk yokluğun nefes olması ironikti.
Güç bela, etrafındakilerin yardımıyla önümde duran sandalyenin üzerine çıktım.
-Verilen tutarın beş katı!
Ön sıralardan arkaya dönen başlar, ayaklanan bedenlerin hedefinde gelen ses vardı.
-Arttıran var mı? Yoksa görevliden rica edelim, görevini yapsın!
Müzayede sahibi pis gülümsemesiyle avuçlarını ovuyor, varını yoğunu ortaya döken mensuplar ise beni teşhis etmeye çalışıyorlardı.
-Evet yanlış duymadınız verilen tutarın beş katını teklif ediyoruz.
-Satıyorum, satıyorum, saat-tım!
Şişman adam pirinç tokmağını vurarak duygu çarkının çekiç fiyatını belirledi.
-Kayıtlara geçsin! İçimizde bulunan duygular yanmış olabilir ama henüz küllenmedi. Duygu çarkı, olması gereken kişilerce, “İtaatsizlerce” satın alınmıştır. Müzayede sona ermiştir.
Özlem Budak
Son zamanlarda okuduğum en anlamlı cümlelerdi.
“Duygu dediğimiz şey hiçbir zaman sandığımız kadar masum olmadı. Ancak bu çark doğru ellere ulaşırsa, duygular düşüncelere, düşünceler davranışlara dönüşecek, etrafımızdakileri değiştirebilme gücümüz olacaktı. Tıpkı Gandhi’nin dediği gibi. En azından bir kısmını…”
Çok başarılı, çok anlamlı. Tebrik ederim.
BeğenLiked by 1 kişi
Funda Hanım, yorumunuza çok teşekkür ederim. Okur yorumları bizler için büyük motivasyon kaynağı çok teşekkür ederim. Sağlıklı günler dilerim.
BeğenBeğen