Evde bana huzur veren nesneler bile bu gün karmakarışık görünüyordu gözüme. Ben ki onları kendi evrenimi düzene sokmak için yerleştirmiştim, karmakarışık gerçek evrene göre değil.

Şu kolunun altında kitap taşıyan kanatlı meleğin yüzündeki hüznü ilk defa hissettim mesela. Kanatları vücuduna göre çok ufaktı. Onu yukarılara taşımak yerine sanki sadece teselli olsun diye sırtına iliştirilmişler, yukarılardan bakamamanın bilinmezliğiyle hayatın cevabını kolunun altına sıkıştırdığı kitapta da bulamamış gibi boşluğa kilitlenen gözleri zamanda donup kalmıştı.

            Altın saçaklar altında

            Bir nergistir soluğu

Annemin kutsal keşişi, kokusunu soluğumda hissettiğim, söğüt dalının altın saçaklarına güneş ışığı yapışan bilge adam; ya da kadın ne fark eder. O her şeyi bilir ve istediği zaman bilincimize girer. Bu masallarla büyüdüm, ama şimdi var olduğunu ve bir gün onu göreceğime inanıyorum. Sıradan bir günde gösterecek bana kendini, sıradan bir insanın yüzünde. Beni o olduğuna inandıracak bütün kalbimle.

Anne yiyecek bir şey bulamıyorum.

Sıkıntıyla kıpırdandım, dünün bu güne yetmesi gerekiyordu, yetmemişti. Ama ben sınırdaydım. Yine bir günlük kendimi aşma oyunumu oynayacaktım, sıkılmıştım ve yorulmuştum bu oyundan.

Yukarıya ulaşmaya çalışan beden yerle temasını kaybediyor ve ben uzadıkça eksiliyordum.

Topraksız insanlardık biz, başımız göğe ererken ayaklarımız çamura bulaşacak diye toprağı reddetmiş, tohumlarını çiğnemiştik. Sonra çiçeğe hasret.

Gözlerim onun doymayan midesini doyuracak bir şeyler aradı.

Ne kadar uzasam, genişlesem hiç bir şeye yetemiyordum.

Telefon çaldı, tekinsiz bir ses Evde misiniz? Size geliyoruz dedi.

Sıkıntıyla irkildim, arkadaşım çocuklarını alıp bana gelmek üzereydi.

Gerdiğim sinirlerimi rahatlatıp gevşetmem gerekirdi ama bu ortamda ne mümkün.

Kapı çaldığında üstünkörü toparlanmıştım, hızla girdi içeriye.

Seninle konuşmazsam çatlıyıcam dedi. Çocuklarını bir baş işaretiyle oğlumun yanına yönlendirdi.

Konuşmakla çözebilsek keşke dedim.

Biliyorum dedi umutsuzlukla.

Bakışlarımız karşılaştı, ağlamamak için zor duruyorduk. Sınırlarımız içi içe geçmişti, matematikte iki dairenin içi içe geçerek yarattığı ortak alan gibi.

Zor günler geçiriyoruz dedim; biraz duraksayıp ekledim, zor hafif kalır.

Dün akşam inleme sesleriyle uyandım dedi; bu sefer de bir kadın, bir çocuk ve bir kedi vardı. Sadece birisine yardım etme hakkımız var biliyorsun. Yardım ettiğim dışındaki sesler bir süre sonra kesildi, sabaha kadar uyuyamadım. İki kişiyi öldürerek bir canlıyı yaşattım, böyle yaşayamam.

Bu seçimi biz yaptık dedim ve gelirimiz bize seçim yapma hakkını veriyordu. Kimse yaşatılan ya da hiç yaşatılmayan olmayı istemez.

O zaman mantıklı gelmişti dedi, tüm evsizleri, yaşlıları çocukları ve hayvanları bir araya toplamaları, hepsi öleceğine içlerinden birini kurtarabilirdik.

Ben de dün iki canlıyı öldürdüm dedim ama oğluma yemek bulamayınca daha çok çaresiz hissettim kendimi. Onun yemeği evet ama kendi yemeğim boğazımdan geçmiyor. Öldüreceğim diğer canlıların gözlerine bakmadan gidip önceden karar verdiğim sese odaklanıyorum çok, çok zor. Önceleri yüzlerini görüyordum ama sonra rüyama girmeye başladılar. Başka çaremiz yoktu, devlet hepsini öldürüyordu.

Nergis kokusu geldi burnuma, kutsal bilge.

Kurtardıklarımızı düşün, biz yardım etmesek hepsi ölecek.

Biz allah mıyız? En çok inleyene veriyorum yaşam hakkını, oysa çocuk oysa kedi?

Mecburuz dedim bakılamıyorlar, kendilerine bakacak güçleri yok seçim yapmak zorundayız, iki taneyi kurtarabilenler var ama ben kendimi ne kadar aç bırakırsam bırakayım bunu başaramıyorum. Çocuğumu da öldüremem ya açlıktan.

Yerinden kalkıp ellerimi tuttu, ikimizin de gözyaşları sıcak sıcak yanaklarımızdan süzülmeye başladı.

Bir dönem onlara bakmak için devletin verdiği her şeyi reddettik; elektriği, suyu, doğalgazı… Ne yaptıklarını iyi biliyorsun.

Evet dedi sıcak ellerini ellerimden çekerken. Keşke bize yol gösteren bir şey olsa dedim, bir bilge

Tek bilge kalbimiz dedi bana.

Daha fazlasına ihtiyaç duyuyordum. Tanrı rolü oynamaya itmişlerdi bizi, danışmansız. Devlet başkanlarının bir sürü danışmanları vardı, Tanrının melekleri. Günah ortakları.

                       Altın saçaklar altında

                       Bir nergistir soluğu

Bu akşam dedi,  en az inleyeni kurtaracağım. Geçen gün çocuğun ateşi var avazı çıktığı kadar bağırıyor yapıştırdım tokatı. Hişşttttt… dedim dışarıdan gelen inlemeleri duyamıyorum, onların bu son akşamı. Çocuk benimle hâlâ konuşmuyor. Belki bir işe daha girsem, biraz daha param olsa bir canlıyı daha yaşatabilirim ama gücüm yetmiyor.  Keşke devlet zamanında bir çocuk daha doğurmasaydım. Hem sonra dedi, bir şey itiraf etmeye korkar gibi,

Et parçası

Et parçası mı?

Yemeği götürürken kemiğin üzerinde et parçası kalmış. Elim kapıp ağzıma atıverdi, bilinç dışı yaptım sanki.

Anlamıştım. Geçen gün ben de dayanamayıp ayırdığım ekmek dilimlerinin tekini vermekten vazgeçmiştim son anda. Anlıyorum dedim.

Üzülme artık dedim, Biliyorsun bizden daha zengin olup tek kişiyi bile yaşatamayanlar var.

Tek bilge kalbimizdir dedi yine

Ama nergis soluğu?

Boş ver onu dedi,  Ben de biliyorum masal kitaplarındaki bilge o. Geçen gün bir markette rastladım ona, kalbim o olduğunu söyledi. Keskin bakışlarıyla süzdü beni, sonra bir demet nergise uzandı fildişi rengi ipek bir kumaştan yapılmış tılsımlı bir bohçaya benzeyen güzel çiçeğini ağzına attı ve çiğnedi, tükürüklerini saça saça.

Soluğu ölü nergis kokuyordu.

Şaheser Yılmaz