Topluluk birer ikişer katılanlarla genişliyor, derinden duyulan mırıltı yerini giderek artan boğucu bir uğultuya bırakıyordu. Ağızlarının, burunlarının, parmaklarının olması gereken yerlere kefenin kıpırtısız sessizliğine benzer beyaz bir örtü bırakan maske ve eldivenleriyle; saatler boyu sürecek olan kalp, beyin ameliyatına giren birer cerrah ya da hemşire gibi görünen insanlar; biraz daha yakından bakılacak olsa parlaklığını yitirmiş göz bebekleri, donuk yüz ifadeleriyle zombi filminde oynayan oyunculara da rahatlıkla benzetilebilirdi. Gizlemeye çalıştıkları keder çatık kaşlarından, aşağı dönük göz kapaklarından, dudaklarını ters u biçiminde kıvırışlarından okunuyor, birbirleriyle göz göze gelmemek için verdikleri büyük uğraş ara sıra bozulur gibi olsa da onları saran ağır havanın etkisine çok geçmeden tekrar giriyorlardı. Çoğunluğun sessiz tutumuyla zıtlaşan, musalla taşının üstünde yeşil kadife örtüyü süsleyen beyaz yemeninin sahibi mevtadan hayli uzakta, cami avlusunun köşesinde toplaşan kadınlı, erkekli küçük grup hararetle konuşmaya başladı. Öfkeli el, kol hareketleri dingin okyanusta birden patlayan fırtınanın kabarttığı dalgalar gibi gruptakilere çarptıkça onları da bu havaya çekiyor, hepsinde birden oluşan dalgalanma denizin üstünde yüzenleri yutup, altındakileri çıkarmaya yöneliyordu.
Aslında her şey günün anlam ve önemine en uygun giysiyi üstüne geçirebilmek için evde saatler boyu düşünen, sonunda -son vedaya- siyahlar içinde gitmeye karar veren uzun boylu adamın bir sözüyle patlak vermişti. “Aptallık bu! Yaptığı işin bedelini ödedi işte, çekti gitti, şimdi bize acı çektiriyor!” Yanında ağırbaşlılıkla duran kadın, derin bir iç çekişin ardından kelimeler dişlerine takılıp kalmış gibi biraz eksik biraz yarım konuşmaya başladı. “O bizim olduğu kadar senin de kız kardeşindi, böyle konuşmamalısın! Ailemizin en küçüğüydü o, serçe parmağımızdı. Ah! Nasıl dayanılır bu ayrılığa, sırada biz vardık küçüğüm, ağabeylerinle ablalarını görmezden geldin!” Ağlamaya başlayan kadının, omzuna başını yasladığı kırklı yaşlarını süren adam bu beklenmedik yakın temastan kaçabilmek için ondan iki üç adım uzaklaştı, boğazını temizleyerek yapacağı konuşmaya hazırlandı. “Öncelikle kendimizi korumalıyız. Korona var biliyorsun, birbirimize çok yaklaşmamalıyız abla! Ayrıca ağabeyim haklı. Buna bile bile ölüme gitmek denir. Çok zayıftı, bağışıklığının düşük olduğunu ona kaç kez hatırlattım. Doktor olan ben değil de sanki oymuş gibi davrandı hep. Dinlemedi, dinlemedi! Küçüklüğünden beri böyleydi zaten, kafasının dikine giderdi hep. Horozla şu başına gelenleri hatırlıyorum da!” Şimdi küçük grubun dalgaları neşeyle, sağa sola dans etmeye başlamıştı. “Evet ya!” dedi gülümseyerek içlerinde en genç görünen kadın, “ Neydi o horoz efsanesi? Bizimki daha evin kapısından çıkar çıkmaz hayvan koşarak üstüne atlıyordu. Araya girmesek, parçalayacak gibi nasıl da gagasını ona doğru dikerdi! Peki, küçük hanımın ne söylediğini hatırlıyor musunuz bize teşekkür etmek yerine? Neymiş horoz aslında ona âşıkmış, biz araya girmesek, onu bir iki gagaladıktan sonra sevmeyi öğrenecekmiş. Deli kız ya, hiç pes etmedi!” Sözcükler birbirlerine dolanmadan kendi yollarında hız kesmeden ilerliyordu, çok geçmeden siyahlar içindeki adamı çevrelediler. “ Biz de etmedik ama! O ne zaman horoza doğru gitse onu kurtarmak için araya girdik hep. Biz olmasaydık gözleri çoktan çıkmıştı ya neyse! Sonunda, komşuyla konuşması için annemi ikna edebilmiştik. Horozun kesildiğini öğrenince nasıl da üzülmüştü. Günlerce bizimle konuşmamıştı.” Dalgalar şimdi söner gibi olmuştu. “Annem de küsmüştü bize. İçimizde bir tek o annemize çekmişti, ne yazık!” Cümle dudaklarından dökülür dökülmez büyük bir sırrı ağzından kaçırmış insanlara özgü tavırla gözlerini kapayan abla, daha da ağırlaşan başını ardı ardına iki defa yanında duran erkek kardeşinin hayâli omzuna bırakırken, bu defa omuzun sahibinin sesi duyuldu. “ Oo… abla, iyice abarttın! Annemden konuşmanın sırası değil şimdi!” Dalgalar yine fırtınalı günlere özgü hareketlerine kavuşmuştu. Siyahlı adam “Bak abla, bir araya geldiğimizden beri canımı çok sıkıyorsun. Ne ilgisi var şimdi annemi hatırlatmanın!” Grubun en genci olan kadın da gözle görünür gerilimli bir tavra bürünmüştü. Konuşmaya başlamadan önce güneş gözlüğünü çıkardı. Lacivert gözlerinin süslediği beyaz fon birer kan çanağıydı. “Ondan üç yaş büyüktüm abla. Benim küçülen giysilerimi giydi. Benim oyuncaklarımla oynadı. Ne yazık ki benim gibi olamadı! Ödediğim kredi kartının borcunu duysanız dudağınız uçuklar!” Ablanın gözleri hâlâ kapalıydı. Derin bir iç geçirdiği duyuldu, o kadar. Kız kardeşinin sözlerinin verdiği ağırlık omuzunu iyice vuran genç adam söze karıştı.”O kadar da değil güzelim. Onun da iyi yaptığı şeyler vardı.” Şimdi dalgalanma daha da hırçınlaşmıştı. Adam konuşmasını demlendiriyor gibiydi. “Bir defasında kaç yıldır biriktirdiği tüm harçlığını sokakta mendil satan kıza vermişti. Kız da ona bir şiir yazmıştı. Görüp göreceği en büyük parayı alan şair… Sahi, neydi o kızın ismi?” Dalgalar içeriden dışarı doğru halelenen daireler oluşturarak rengârenk dansını sürdürüyordu. Genç kadının dişlerini birbirine sürterek çıkardığı ses ise kesilen bir ağacın gıcırtılı acısını çağrıştırıyordu . “Boşver şimdi kızın ismini! Asıl iyi yaptığı şeyler neydi onu hatırlayalım! Hımm… gönüllü çalıştı çoğu yerde para kazanamadı, biz vardık ona bakacak tabii. Müzik yapacağım diye tutturdu, sefalet içinde yaşadı, yine biz vardık ona para verecek. O adama tutuldu, sonra da öbür tarafa gitti. Bak, yine biz varız onun yanında!” Genç kadın sözleri biter bitmez elleriyle yüzünü kapatarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. “ Dikkat korona, ellerinle yüzüne dokunma sakın!” diyerek yüksek sesle kardeşini uyaran siyahlı adam da ağlamaya başlamıştı. Abla ve doktor kardeşin de eklenmesiyle dört sesli korodan ağıda benzer ezgi avlunun köşe bucağını dolaşmaya başladı. Dalgalar hüzün duvarına çarpa çarpa kırılıyor, tam biteceğini düşündürten anda yeniden doğuyorlardı. Koşar adım onlara doğru yaklaşan ayak seslerini ilk olarak siyahlı adam işitti. ”Şişşt, kendimize çeki düzen verelim. Biri bize doğru geliyor!”
“Hah, buradaymışsınız! Tabutun başında aradım sizi ama?..” Yanı başlarında eldivensiz, maskesiz duran genç kız; ışıl ışıl parıldayan gözleri, rengârenk elbisesi, mor renkli saçıyla cenazeden çok bir partiye gelmiş insanların canlılığındaydı. “Affedersiniz, hepimiz çok üzgünüz. Tanıyamadık sizi?” Genç kız kendi etrafında bir tur dönüp, elbisesinin eteklerini iki ucundan tutarak açtı. “Benim hala, yeğenin, zeytin gözlüm diye sevdiğin yeğenin. On yılda o kadar çok mu değişmişim?” Kimseye konuşma fırsatı vermeden bakışlarını doktora doğru yöneltti. “Merhaba baba, onun için geldim. Akşama dönüyorum. Başınız sağ olsun.” Dalgalar hiç olmadığı kadar yükselmiş, birbirlerinin üstünden atlamak için yarışa durmuşlardı. Genç kızın bakışları hızlıca siyahlı adamdan mavi gözlü kadına geçerken, dili konuşmayı yeni söken bebeğin tereddütü içindeydi. “Amca, hala, merhaba. Başınız sağ olsun.” Dalgalar, bir iki geri gider gibi olsa da hız kesmek nedir bilmiyorlardı. Genç kız nihayet dili yıllar yıllar sonra çözülmüş bir dilsizin heyecanıyla şakıdı. “ Ne aşk ama! Onu çok severdim, şimdi daha da çok seviyorum.” Dalgalanma uyumunu hepten yitirmişti. Abla yere sabitlediği başını, bir araya geldiklerinden beri ilk kez kaldırarak genç kıza hayretle baktı. “Neden daha çok seviyorsun, anlayamadım? Öldüğü için mi?” Genç kız bir kez daha kendi etrafında döndü. Hareketleri şimdi daha da canlanmıştı. “Belki de doğdu, kim bilir? Gözleri, cenaze namazının kılınmasını bekleyen kıpırtısız kalabalıkta gezindi, yine onlara yöneldi. “ Mesela bu grupta kaç kişi yaşıyordur acaba?” Dalgalar bulutlara doğru boy veriyor, dünyayı içine almak için yarış ediyorlardı. Artık dördü birden mi yoksa içlerinden biri mi; kimin konuştuğu anlaşılmıyordu. “Bu kadarı da fazla artık, terbiyesizlik bu!”
Hoca dua etmeye başlamıştı. Dalgaların kırıla kırıla kıyıya teslim olmuş hâlleri iç burkucuydu. Tabutun kadife örtüsünün eteğindeki yazı gözüne takıldı. Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.
Bir oyun gibiydi sanki her şey. Helal ediyor musunuz? Sahneye girip, çıkıyorduk. Helal olsun. Roller biraz daha içten oynanabilirdi belki. Helal ediyor musunuz? Oyunun sonunda ne oluyordu? Helal olsun. Bunca çabalama peki. Helal ediyor musunuz? Yaşamak neydi sahi ya insan olmak? Helal olsun.
Kendine Korona