Yaş otuz yedi, bir seksen boy, doksan beş kilo, kalıtımsal bir hastalığı yok, annesi yetmiş iki yaşında, tek kardeş; açılışı yapıyorum. On beş altın! Var mı arttıran, on iki numara yirmi altın, kırk bir numara yirmi beş altın… On üç numara beş yüz elli altın, satıyorum, satıyorum, sattım!

İlk koca adayımı bu şekilde satın aldım. Çeyiz hazırlıkları için geçen bir aylık süreci tamamlamamıza iki gün kala annesi öldü. Döktüğüm tüm göz yaşları, koca adayımın annesiyle birlikte gömülürken yanında götürdüğü beş yüz altın içindi.

Sumançika topraklarını ilk kez bir kadın yönetecekti. Tüm kardeşlerini öldüren padişah on sekizinci Mahmutka’nın hiç oğlu olmamış ve kızlarının hiçbirini evlendirmemişti. Yönetim ailede kalmalıydı ve kızların en büyüğü Elifka başa geçti. Babası yüzünden hiç evlenemeyen Sultan Elifka’nın ülkesi için tek dileği kadınların evlenmeleri, çoğalmaları ve erkek egemenliğini tamamen ortadan kaldırıp kendilerini güçlü varlıklar olarak dünyaya tanıtmaktı. Getirdiği ilk kural; bekar erkek aslında kadınsız erkek kalmayacaktı. Ya evlenecek ya anneleri ile yaşayacaklardı. Eğer annesi öldüğünde bekarsa önce uyutulacak sonra annesinin yanına gömülecekti.

Evlilikler zorunlu değilmiş gibi görünse de evlenmeyen kızlar için hayat çok kolay değildi. Evli ve çocuk sahibi olan kadınlar tarafından dışlanıyor, Sultan Elifka’nın kadınlara sunduğu ayrıcalıkların bir kısmından mahrum kalıyorlardı. Otuzlu yaşlardan sonra yaşam zorlaşıyordu. Doğum yapmak, eş ve iş bulmak, ülkenin üst düzey kadınlarının arasında yer almak yavaşça ellerinizden kayıp gidiyordu.

Bir süre evlilik karşıtı olan kadınlarla takıldım. İsyankârlık; yıpratıcı, yaşamı zorlayıcı olmaya başlayınca ve annemin yalvarmaları arşıâlâya çıkınca kendi başıma koca bulamayı da beceremeyince mezat seçeneğine yöneldim.

Katıldığım ikinci mezatta eski sevgilimle karşılaştım. Ağır bir hastalığın pençesinde kıvranan annesi ölmeden bir an önce evlenmek isteyen kahrolası herif için kaldırdım numaramı, gözlerindeki mutluluğu hissetmek duygularımı karmakarışık bir hale soktu. Bu mezat daha çok ikinci koca alan zengin Elifka kadınları içindi. Benim gibi yaşı geçkin bekarlar azdı. Yanımda oturan süslü kadının benim eskiye göz koyduğunu görünce işleri kızıştırmaya karar verdim. Fiyat yükselttim. Ve kokonaya bıraktım. Adamcağızın dökülen gözyaşlarını görünce bir parça acıma yüklendi kalbime ama yaptıklarını hatırlayınca içimden geçen kocaman “oh olsun!” nidası beni rahatlattı.

Sıra kendim için birini bulmaktaydı. Bu aç gözlü kadınların arasından nasıl sıyrılıp birine ulaşacaktım. Gençlerden orta yaşlılara geçince şansım biraz arttı. Kokonaların birçoğu çekildi. Çıktığı anda kalbimin ortasında yangına sebep olan adam için mücadele verdim. Gerilerde oturan ve sonradan annemin okul arkadaşı olduğunu fark ettiğim baş kokoşla yarışa başladık. Yüz, iki yüz, beş yüz ve bin altına gelince pes eden kadını atlatmış ve hayatımın aşkını almıştım. Büyülü bir ay geçirdik. Tüm hazırlıklar tamamlandı. Düğünlerin yapıldığı perşembe günü gelip çattı. Elifka evlenen her kadına yaptığı gibi gelip yüzüğümüzü takacak ve gidecekti. Bu imza yerine geçen, evliliği kesinleştiren tek şeydi. Elifka salondan içeri girdiği anda kayınvalidem heyecandan kalp krizi geçirdi.

Hayallerimle birlikte bin altınımı da gömdüler. Sevdiceğime vurdukları iğnenin acısı, ağırlığı önce bedenime sonra gözlerime çöktü. O, ölü uykusunda yatarken gözyaşlarım sel olup toprakları suladı. Annesiyle birlikte karanlık çirkin çukura indirilirken mezarında yatan mevtaların içinde gözyaşlarımın selinden derin oh! çekmeyen ölü kalmadı. Mezarlık uğuldadı, toprak selama durdu. Avucumdan kayıp giden mutluluğumun üzerine atılan kürekler dolusu toprakla dünya üzerine bir katman daha eklendi.

Vazgeçtim. Evlenmekten, kadın olmanın ayrıcalıklarından, annemin dırdırlarından, dışlanmaktan, dışlanmış hissedilmekten. Başıma buyruk bir hayat kurdum, kendi isyankâr grubumu oluşturdum. Benim bıktıklarımdan bıkan kadınlar bir araya geldik. Yanımıza gelen genç erkek arkadaşları geri çevirmedik. Annesi ölecek korkusuna kapılan diğerleri mezatlarda, kız tavlama partilerinde, annelerinin günlerinde, düğünlerde geziyordu.

Bu güzel günler uzun sürmedi.  Annesi ölmek üzere olan ve mezatlara katılmayı reddeden herifin aramıza girmek istemesiyle sona erdi. Almadık ve şikâyet etti. Elifka’nın kadın askerlerinin nasırlı ellerini boynumuzda hissetmemiz uzun sürmedi. Dağıldık, dağıtıldık ve mezatlara yollandık. Yanımızda güvenlik güçleriyle mezatlara katıldık. Tükettiğim altınları toparlamak zaman aldı. Elimdeki altınları hiçbir kocaya yetiremedim. Sonunda soluğu kaynana mezadında aldım. Elimde tek kalan ucuza bir koca almaktı. Bu son çare midemi bulandırıyordu. Ellerinde yelpazeleri, yanlarında sersem kızlarıyla koca kadınların terli yüzlerine bakmak çok sıkıcıydı.

Tüm düşünceleri aklımın içinden silip yerime geçtim. Yanımda oturan kadınların konuşmalarına takıldı kulaklarım.

-Ben her seferinde geliyorum. İzlemek çok keyifli.

-Ben de ama artık birini almalıyım.

-Ya evleneceğin adam kötüyse ne yapacaksın.

-Aman o nefes alsa yeter. Gerisini ben hallederim.

Keşke oğullarıyla katılsalardı. Âşık olmadan nasıl olacaktı. Kadınların dırdırına dayanamadım ve yerimi değiştirdim. Mezadın başlamasına az kalmıştı. Bu sefer daha önce evlenmiş ve kaynanalarından çok çeken iki kadının yanına düştüm. Onları dinlemek keyifli geldi. Tecrübelerinden yararlanabilirdim.

-Ah anacım, benim ilk kaynana bizimle oturdu, kocamla beni aynı yatakta uyutmuyordu. İki çocuktan sonra adamı hiç göremez oldum.

-Benimki de hep yalan. Bana başka oğluna başka konuşuyordu. Ben de dürüst olacağım ya adama anlatınca yalancı çıkıyordum.

-Benim ikinci kaynana dillere destandı. Kocası ölünce kendine mezattan genç bir koca aldı geldi. Sonra adamla benim adımı çıkardı oğlundan ayırdı. Neyse ki çok geçmeden öldü. Adam da onunla gömüldü, oh olsun!

-Ben de bir tane vardı ama on taneye bedeldi kardeş. Doymazdı hiç. Gelir evde ne varsa sofraya koydururdu. Yerdi, yerdi, doymazdı. Ahh… Hiç doymazdı!

Konuştuklarından kaynana ne yapar ne yapmaz diye sayfalarca madde yazdım. Ne seçmem gerektiğini biliyordum. Bekar kaynanalar oğullarıyla yaşıyorlardı. Evlatçıkları evlenince bırakamayanlar vardı. Benimki biraz başına buyruk, yalnızlığı seven biri olmalıydı. Hem oğlunu hem anasını çekemezdim. Kadınların anlattıkları içimdeki sıkıntıyı azaltmıştı. Doğruyu seçeceğime inanıyordum.

Mezat başladı. Önce genç kaynanaları çıkardılar. Çok talep görmediler. Ne de olsa ömürleri uzundu ve hiçbir kadın kaynanası ile uzun ömür geçirmek istemiyordu. Ben üçüncü kaynanada bu iş bitsin diye numaramı kaldırdım ama yanımdaki kadın engel oldu.

-Acele etme, bırak onu başkası alsın. Bu gençler çok fettan oluyor, oğullarından kopamıyorlar.

Kızdım ama vardır bunda da bir güzellik diyerek sineye çektim. Bitmek bilmeyen genç kaynanalar geçti önümüzden çok azı seçildi. İçeride bağırmalar, sinirli konuşmalar olmaya başladı. Hareketlenmeler çoğaldı, ayaklanmalar başladı. Bir anda mikrofondan koca sesli bir adamın öksürük sesi yükseldi.

-Tamam hanımlar başlıyoruz. Şimdi sırada yaşlı kaynanalar.

İzdiham yaşandı. Bir an önce ölsünler de oğulları bize kalsın diyen binlerce kadın yükselttikçe yükseltti. Bir iki akıma kapılsam da ağzım açık olanları izliyordum.  Telaffuz edilen paralar, almaya çalışanlar arasında yükselen küfürler ortalık mahşer yerine dönmüştü. Açlık savaşları yaşanıyordu. Birinin takma dişi diğerinin saçlarına takılıydı. Sahnedeki kaynanadan yaşlı bir teyze, genç rakiplerinden birinin dilini çekiştiriyordu. Tespih böceği gibi içime kapanmış tüm yaşananlardan uzak bir köşeye çekilmiştim.

Bir anda yükselen çatallı ses, yaşlı kaynanaların sona erdiğini haber verdi. Ortalık süt liman oldu. Kavgalar sahipleriyle dışarıya doğru ilerledi.

Sıra vasat orta yaşlılara gelmişti. Bir an önce bu iş bitmeliydi. Özelliklerine hızlıca göz gezdirip “şair” olduğunu okuyunca, hazır insanlar ne olduğunu çözmeye çalışıp kendine gelememişken çıkan ilk kaynanayı aldım. Cezalı olduğum için bir aylık çeyiz sürecine girmeden iki gün içinde oğluyla evlendim. Şansıma iyi biri çıkmıştı. Oğluyla mutluydum.

Kaynanam, mezattaki iki kadının şikâyet ettiği özelliklerin hepsine sahipti. Evet şairdi. Hatta bana bile şiir yazmıştı. Birlikte geçirdiğimiz ilk doğum günü hediyemdi. Ve şiir şöyleydi.

“Sabah uyandın suratın asık

Kocasız mı yattın gelin?

Gözlerin kan çanağı

Uykusuz mu kaldın gelin?

Kocana gaz verme azdırırsın

Anasız koyma kızdırırsın

Öğütlerin sana kalsın

Karnı boş, koca bir gelin

Lafın iğneli, dilin ağdalı

Bunu öğreten kocasız cadılar mı?

Çekmezsen o pabuç dilini içeri

Azarı yersin gelin.

Elinden düşmez sigara, kahve

Koca ister pasta börek meyve

Bezdirirsen olursan sokağa cadı

Gün gelir kocasız kalırsın gelin”

Zeynep Pınarbaşı