Kapatmak için arkasından uzattığı sağ eliyle kapının tokmağını usulca çekti. Küçük demir kapının kilidi yuvasına tık diye oturduğunda derin bir nefes aldı.
Akşamdan yağan yağmurun çamura dönüştürdüğü bahçeye şöyle bir göz gezdirdikten sonra kapı eşiğinden bahçe kapısına kadar düzensiz aralıklarla kapkara, yamru yumru döşenen taşlara ayaklarını basarak sendeleye sendeleye hızlıca bahçe kapısına geldi, onu da açtı. Bu kez yüzünü annesinin ve iki kardeşinin otuz yıldır yaşadıkları o eve çevirdi. Gözlerinden iki damla yaş yanaklarına süzüldü.
Esma, annesi ve kız kardeşleriyle çok büyük zorluklarla yaşadığı evle bağını koparırken, gün henüz ağarmamıştı ve bütün köy salgın haberlerinden şaşkın ve de bitkin halde uykudaydı. Bunu fırsat bilerek, “Çabuk olmalıyım, birazdan annemler ve bütün köy uyanır.”
Köyün derme çatma, kimisi toprak, kimisi taş, tek katlı evlerinin kırık dökük, hüzünlü hikâyeleri, akşamdan yağan yağmurla, gözyaşına dönüşmüş gibiydi. Eğildi Esma, ayağına doğru şöyle bir baktı. Simsiyah uzun, dağınık, gür saçları, hafif nemli ve soğuk esen sonbahar rüzgârının etkisiyle önüne doğru savruldu. Giydiği ince, uzun rengârenk desenli eteğini hafifçe yukarı çekti, saç renginin de içinde olduğu kırmızılı hırkasının düğmelerini iliklerine yerleştirdikten sonra iyiden iyiye balçığa dönen çamurlu yolda bata çıka yürümeye başladı. Gitmeliydi…
Yolun sağında, solunda, yukarısında, aşağısındaki evlere çevirdi kafasını. Hepsini biliyordu, tanıyordu. Bütün o derme çatma kimisi kerpiç, kimisi taş evler, takamadıkları birer maskeydi içindekiler için.
Çocukken Avni’yle kasabanın en yüksek tepesine çıkıp “Evbulmaca” oynarlardı.
-Söyle bakayım Esma, şu ev kimin evi?
-Hangisi?
-Şu işte, kırmızı tuğlalı olan.
-Zeyneplerin evi, bilemeyecek ne var!
Evbulmaca oyununda Esma, Avni’den her zaman daha iyiydi. Sadece annesi ve kız kardeşini değil, şimdi bütün köyü de arkasında bırakıyordu. Can dostu, kader ortağı Zeliş ne diyecekti, ya Berfin, Süheyla, Rıfat. Ya Rıfat…
Her sabah ekmek almak için evinin önünden geçtiği Zümrüt Nine’nin sesi… Avni’nin özlemiyle taşıyamayacağı zamanlara direnirken Zümrüt Nine’nin sesine koşardı hep. Zümrüt Nine’nin “Gel, gel bakalım” diye seslendiği sesi çınladı yine kulaklarında. Onu, şifalı elleriyle, şiir gibi dilleriyle iyileştiriyordu her seferinde Zümrüt Nine. Ah!..
Gitmeliydi…
Adımlarını daha da hızlandırdı, omuzundaki eski, pul pul dökülmüş çantası yürüdükçe öne arkaya sallanıyordu. Birden durakladı, yolun kenarındaki bir kayanın üzerine hızlıca attığı çantasını araladı, kontrol etti. Sonra, elini içine daldırdı, biraz içinde gezindikten sonra, küçücük katladığı, kat yerlerinden neredeyse yırtılan, sararmış kâğıdı çıkardı hırkasının cebine soktu.
On yıldır bu kâğıt parçasını, kendinden bir parça gibi saklıyordu. Unutmasın diye Avni’yle yapamadıklarının bir listesini tutuyordu. Nasılsa Avni’yle evlenecek ve yapamadıkları her şeyi yapacaklardı.
Unutmamalıydı…
Birden içinde oluşan karanlık bir boşluk korkuya dönüştü, irkildi. Çamur karası, iri gözlerini iyice açtı, etrafta kimse var mı kontrol etti. Geceden kalma yağmur bulutlarının arasından sızan turuncu ışık, belli belirsiz sokağı aydınlatan sarı ışıklı elektrik direklerinin yerini almadan gitmeliydi, varmalıydı oraya Esma.
Daha da hızlandı, çamur yavaşlatıyordu onu. Kafasını kaldırdığında, ilerde toprak yolun çatallandığı noktada bir karaltı gördü. İlerledi korkmadı, kararlıydı. “Yarın diye beklediğimiz her şey ‘yapamadıklarımız’ listesini uzatıyor,” dedi içinden. Bir kalp ağrısıydı Esma için her yeni eklenen. Bu kez, bu kez…
Çıkmak istediği bu yolculukta hedefine ulaşacaktı, engelleri aşacaktı. Hızlandı, gözü ilerde bir karaltı seçti. Az daha yaklaştığında yolun çatalındaki Selim’i fark etti. Her sabah köyün tek bakkalına bir gün önceki gazeteleri götüren Selim’di bu. Bisikletiyle yanından geçerken:
-Günaydın abla. Nereye böyle, hayırdır sabah sabah.
-Günaydın, annemin ilaçları var. Vakitlice onları alayım istiyorum, biliyorsun salgın var.
-Dikkatli ol, salgın illetine sen de yakalanma. Ha, ilerde mezarlığın orada iki başıboş köpek dolaşıyor, onlara da dikkat et!
-Tamam ederim, sağ ol.
Giderek yaklaştığını hissediyordu Esma, adımları da hislerine ortak, iyice hızlandı, artık soluk soluğaydı ve giderek yoruluyordu ama köy yolu bu hep böyle uzun ve ulaşılması zordu. Bu kez ulaşacaktı, biliyordu. Bağırmak, bağırmak, artık tüm köyü uyandırmak istiyordu. Cebinden “yapamadıklarımız” listesini çıkardı ve havada salladı.
Avni’ye gidiyorum, Avni’ye.
Listeye son eklediği tek kelimeye baktı, bilmediği başka bir soğukluk ürpertti onu. Adımlarını hızlandırdı, kalbi de çarpıyordu bu kez. Annesi uyanmış mıdır, ya kardeşi. Onlara bir hoşça kal bile demeden çıkmıştı. Yo, yo…. Hızla attı bu düşünceleri kafasından. Listeye artık yeni hiçbir şey eklemeyecekti, yapmalıydı.
Geçenlerde TV’ de gördüğüne benzeyen kömür yüklü dev gibi bir kamyonun tekerleğinin balçığa dönen yolda çıkardığı sesle geriye baktı, kızgın, derin derin soludu. Önüne; adımlarına yoğunlaştığında bu kez kafasını gökyüzüne çevirdi. Gözleri bir süre bembeyaz bulutların egzoz dumanıyla kirlenişinde asılı kaldı.
Görünmemeliydi…
Avucunun içi gibi bildiği bu yolun hemen kenarındaki kurumaya yüz tutmuş dallarını yola sarkıtan ağacın iri gövdesine hareketsiz yaslandı. Zehir soluyan kamyonun geçip gitmesini bekledi.
Hızla kendini tekrar yola attı. Bu kez hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, bütün kasabayı uyandıracak bir ağıttı adeta hıçkırıkları, onu yine kimse duymadı. Avni’yle “yapamadıklarım” listesini çıkarıp şöyle bir baktı.
-Ben hiç yaşamamışım ki” dedi.
Az ilerde Avni’nin on beş gün önce kimsenin katılamadığı cenazesinin kalktığı camiyi gördü. Önünde durdu, bu kez göğü yırtarcasına Ağzından tek bir sözcük çıktı.
Avniii!… Köy uyuyordu.
Artık yürüyüşüne hıçkırıkları da eşlik ediyordu. Yaklaştığını biliyordu, vedalaşıyordu.
Gazeteci çocuğun bahsettiği köpekler yoktu mezarlığın yanında yöresinde. Oraya buraya, irili ufaklı, düzensiz, özensiz, bakımsız serpiştirilmiş, yeni kazılmış mezarlığın balçık olmuş çamurunda bata çıka yürürken, küçücük bir tahta parçasının üzerine iliştirilmiş AVNİ GÖREN- COVİD19-2020” yazan yazıyı gördü.
Ölüm soğukluğunun seğirttiği bedeninde çantasını hissetmeye çalıştı. Omzunda asılı duran çantasını, hafifçe ileri doğru iterek sağ elinin yardımıyla aldı. Avni’nin altında yattığı toprağın üzerine onu incitmek istemiyorcasına özenle bıraktı, hıçkırıkları çığlığa kesti. Cebinden “Yapamadıklarımız” listesiyle beraber küçük bir tüp çıkardı.
Tüpün kapağını açtı, tahta parçasında yazılı olan “AVNİ GÖREN- COVİD19-2020” kısmının üzerine iyice yapıştırdı. Usulca, Avni’nin saçlarını okşar gibi mezar tahtasını okşarken gözü yine listeye ilişti.
Yapamadıklarımız:
- Doya doya saçlarını okşamak
- El ele tutuşup Zümrüt Nine’ye gitmek.
- Selim’in gazete getirdiği kasabayı görmek
- Evbulmaca oynamak
- ….
Çantasının, hiç açmadığı sıkı sıkıya kapatılmış içindeki gizli fermuarını açtı. İçindekini çıkardı.
-Artık beraberiz, yapamadığımız her şeyi yapacağız.
O sırada kasabaya geri dönerken Selim, bisikletinde bir el silah sesiyle irkildi.
Fatoş Öcal Kara