Barkalora, Venedik gondolcuları tarafından söylenen geleneksel bir ezgiye veya bu tarzda bestelenmiş müzik parçasına verilen bir ad. Klasik müzikte en ünlü barkalora, Jacques Offenbach’ın ünlü operası “Hoffmann’ın Masalları”nın üçüncü perdesinin başında çalan “Belle nuit, ô nuit d’amour” dur. Müziğin tatlı salınımlarına Fransızca sözlerin Türkçe çevirisini okuyarak katılabiliriz.
Güzel gece, ah, aşk gecesi, Neşemizin üzerine gülümse!
Gece günden çok daha tatlı
Ah güzel aşk gecesi! Zaman uçup giderken
yumuşak dokunuşlarımızı sonsuza dek taşır
Zaman mutluluk vadisinden uçar ve geri dönmez
Tutkulu esinti bizi öpücüklerinle kucakla sar …
“Hoffmann’ın Masalları” fantastik edebi metnin içine giren gerçek hayat dokunmalarının olduğu farklı bir opera. Konusuna kısaca göz atalım.
Hoffmann adlı bir şair âşık olduğu Stella’yı beklerken bardaki kişilere eskiden yaşadığı üç aşk hikâyesini anlatır. Bu üç kadının da Stella’da birleştiğini fark eden Hoffmann aşkın anlamını yeniden sorgular ve onu hep tam bir sadakatle sevmiş olan esin perisinin gerçek aşkı olduğunu anlar.
Giriş Bölümü
Luther’in ıssız meyhanesinde, şarap ve bira ruhlarının korosu duyulur. Hemen bitişikte Mozart’ın Don Giovanni operası oynamaktadır, birazdan herkes meyhaneye gelecektir. Şair Hoffman’ın ve âşık olduğu opera sanatçısı Stella ve en yakın arkadaşı Nicklausse kılığında görünen esin perisi arasında bir seçim yapması gerekecektir. Stella, Hoffmann’a gösteriden sonra kendisini görmeye gelmesini söyleyen bir mektup yazarak soyunma odasının anahtarını da içine koyar. Ancak mektubu götüren kâhyaya rüşvet veren avukat Lindorf mektubu alarak Stella’yı ziyarete kendisi gitmek ister. Avukat Lindorf, Hoffman’ın bütün kötü yanlarını temsil etmektedir. Tavernadakileri eğlendirmek isteyen Hoffmann, onlara ‘Cüce Kleinzach’ın hikâyesini anlatır. Lindorf ise Hoffmann’dan hayatının üç aşkını onlara anlatmasını ister. Hikâyeler başlar.
Birinci perde yani ilk hikâye, Olimpia’nın hikâyesidir. Bilim adamı Spalanzani tarafından icat edilmiş şarkı söyleyen bir bebektir Olimpia. Bu sahnede Hoffmann’ın şeytanı, Doktor Coppelius kılığına girerek bir gözlük icat eder. Hoffmann’a sattığı bu gözlük, oyuncak bebek Olimpia’yı gerçek gibi göstermektedir. Bu gözlüklerle Olimpia’ya bakan Hoffmann, ona âşık olur. Şarkı söyleyip dans eden bu bebeğin aşkına karşılık verdiğini zanneden Hoffmann, Olimpia ile dans etmeye başlar. Ancak takılıp düştüğünde gözlük kırılır. Doktor Coppelius bebeği onun kollarından alır ve bu bebeğe el koyduğunu çünkü bilim adamının kendine olan borçlarını ödemediğini söyler. Gülüşmeler arasında kalan Hoffmann, âşık olduğu şeyin oyuncak bir bebek olduğunu çok acı da olsa anlamıştır
İkinci perde; Hoffmann, güzel sesli ancak şarkı söylerse ölecek olan Antonia’ya âşıktır. Özel bir hastalığa sahip olan Antonia’nın babası Crespel bu birlikteliğe izin vermez. Hoffmann gizlice kızın evine girer ve iki sevgili kavuşurlar. Ardından gelen Bay Miracle, kızını iyileştirecek çarenin kendinde olduğu konusunda babayı ikna eder. Bay Miracle, şeytanın yeni beden bulmuş halidir. Doktor Miracle, Antonia’nın odasına gelerek onu annesinin kariyerini takip etmesi gerektiğine inandırır. Hoffmann’ı kötüleyerek kendisini sadece güzelliği için sevdiğini ve yeteneklerini geliştirmekten alıkoymaya çalıştığını anlatır. Ardından ölmüş annesinin ruhunu çağırıp Antonia ile konuşmasını sağlayınca Antonia şarkı söylemeye başlar ve ölür. Baba, Hoffmann’ı suçlayıp ödürmek istediğinde Nicklausee, onu kurtarır.
Üçüncü Perde; Hoffmann bu defa da Giulietta isimli hayat kadınına âşık olmuştur. Bunu duyan Subay Dappertutto (Şeytan) hemen araya girer. Uzattığı elmasla Giulietta’yı, Hoffmann’ın gölgesini çalmaya ikna eder. Tıpkı eski sevgilisi Schlemil’in gölgesini çaldığı gibi. Giulietta elmasın güzelliğine kapılmış halde doğruca Hoffmann’a giderek onu baştan çıkartır. Schemil geri gelir, Aynadaki yansıması kaybolan Hoffmann dehşet içinde kalmasına rağmen aşkın tutsağıdır. Schemil’den Giulietta’nın odasının anahtarını ister, reddedilince düello yaparlar ve Hoffmann rakibini yine Dappertutto’nun yaptığı kılıçla öldürerek anahtarı alır. Ancak oda boştur. Geri döndüğünde Giulietta’yı başka biriyle bulur, hiç sevilmemiş olduğunu anlar.
Son bölümde, yine Luther’in tavernasında herkes dikkatle Hoffmann’ın hikâyelerini dinlemektedir. Etrafındakiler bu hikâyelerin anlamını sorduğunda Nicklausee hikâyelerde, Stella’nın üç kadını da içinde taşıdığından bahseder; Hayat kadını, genç kız ve primadonna. Hoffmann artık âşık olmak istemediğini söylerken Nicklausee kılığındaki esin perisi kendini gösterip Hoffmann’ı sevdiğini söyler. Hoffmann artık esin perisiyledir. Hoffmann, Stella’nın geçmişin bir hayaleti olduğuna karar vererek ona elveda der. Esin perisi, Stella’ya Hoffmann’ın artık kendisini sevmediğini ama Avukat Lindorf’un kendini beklediğini açıklar. Opera, barda şarkı söyleyen gençlerin neşeli ezgileri arasında sona erer.
“Hoffmann’ın Masalları” operası ilk kez 1881’de Paris’te sahnelendiğinde bestecisi Jacques Offenbach üç ay önce hayatını kaybetmişti. Bu yüzden eserin, bir eleştirmenin belirttiği gibi “Offenbach’ın son vasiyeti” olarak görülmesi şaşırtıcı değil. “Hoffmann’ın Masalları”, bestecinin daha önce ürettiği eserlerden ve daha önce duyurduğu müzikten garip bir şekilde farklıydı. Offenbach öncelikle operetlerin bestecisiydi, 100’den fazla opereti olduğu bilinmekteydi.
“Hoffmann’ın Masalları”, bazı komik unsurlarına rağmen kasvet yüklenmiş, uğursuzluk üzerine kurulmuş ağır bir opera. Operanın konusu, Alman yazar E.T.A. Hoffman’ın Almanya’da bir barda sarhoş olup yaşadığı üç büyük aşk üzerine anlattığı tekinsiz hikâyelere dayanıyor. Üç hikâyenin her biri yazar Hofmann’ın öykülerinden alınmış. Her birinin şeytani bir figürün engellediği tutkuyu tasvir ettiğini söyleyebiliriz. Arzusunun ilk durağı Olympia adındaki kadındır. Olympia’nın gerçeğe yakın gözlerini yaratan, ancak daha sonra Hoffmann’ın fantezisini parçalara ayırarak yok eden Coppelius tarafından onun gerçek bir kadın olduğuna inandırılması anlatılır. İkincisi, Antonia adında şarkı söylediğinde kötüleşen bilinmez bir hastalık sahibi bir soprano, kendisini şarkı söylemeye zorlayan büyücü Doktor Miracle’ın kurbanı olur. Sonuncu, büyücü Dapertutto’nun hayat kadınlarından biri olan Giulietta vardır. Giulietta, hediye karşılığında erkeklerin ruhunu ele geçirir, grotesk av tamamlandığında kurbanlarını reddeder.
Offenbach’ı böyle karakteristik olmayan bir konuya çeken nedir? Operanın merkezindeki karakter olarak yer alan Hoffmann, hayatı savrulmalarla geçen büyük bir masal anlatıcısıdır. Operayı yazdığı yıllarda Offenbach, izole bir hayat yaşamak zorunda kalan, sürekli eleştiri ve saldırılara uğrayan biriydi. Oysa başarı neredeyse bir gecede besteciye gelmişti, 1855’te kendi tiyatrosunu kurmuş, kabare ve revü programları sunmuş -ünlü Kankan dansının da bestecisidir- 1858’de ilk uzun çalışması olan Yeraltında Orfeus’u tamamlamış ardından diğer operetleri gelmişti. Fransa II. İmparatorluğunun müzikal sesi olmasına rağmen her şey Fransa-Prusya savaşından sonra değişti. 1833’ten beri Fransa’da yaşayan Offenbach, sinagog korosunda çalışan bir babanın oğlu olarak 1819’da Köln’de doğmuş, 14 yaşında müzik eğitimi için Paris’e gelmişti. Savaş sonrası ciddi opera evleri onun bestelerini kabul etmez, artan antisemitik taşlamalar ona da uzanır olmuştu. “Hoffmann’ın Masalları”, kendisini her zaman eksantrik bulan Fransız müzik kuruluşları tarafından kabul edilmesi için son şansıydı. Alman Romantizmine olan hevesiyle Hoffmann’a da doğru yönelen Offenbach, yazarın hayatı ile kendi yaşamı arasında bazı benzerlikler de bulmuştu.
Alman edebiyatındaki en büyük isimlerden biri olan Ernst Theodor Amadeus Hoffmann (1776-1822) kariyerine besteci olarak başlamış, Alman müzik kurumlarıyla süren uzun mücadeleyi kaybettikten sonra yazmaya yönelmişti. Müzik takıntısı peşine bırakmamış, hikâyelerinin birçoğunda doğaüstü güçlerle müzik arasında bağlantı kurmuştur. Olympia bölümü, Hoffman’ın “Kumadam” öyküsüne; Antonia’nın hikâyesi, “Avukat Crespel“ öyküsüne; Giulietta hikâyesi “Yılbaşı Macerası” öyküsüne dayanıp opera metni haline gelmiştir. Hoffman’ın, Amadeus adını Mozart’a olan hayranlığı nedeniyle kendisinin aldığını, Julia Marc adında bir sopranoya âşık olduğu ancak aşkının karşılık bulmadığını söyleyelim. Çaykovski’nın “Fındıkkıran” balesi E.T.A Hoffmann’ın masallarından doğmuştur. Fındıkkıran balesini oluşturan masallarını, müzikal eserlerini, hayranlıklarını, yazdıklarını ve etkilerini başka bir yazıya bırakmak yerinde olacaktır.
Operayı internet üzerinden yeniden izlediğimde koronavirüs koşullarının getirdiği yeni hayatın her gün yaşanan ve görünen karelerini düşündüğümde hangisinin daha fantastik olduğu sorusuna cevap bulamadım. “Hoffmann’ın Masalları” ile günlük vaka sayısı- günlük ölüm sayısını gösteren yeşil levha, maskeyle gezinen insanlar, sokağa adımını atamayan insanlar…
Coronella
Hoffmann’ın Masalları’nın ilginç hikayesi yanında bestecisi Offenbach hakkında çok tadında ve şaşırtıcı bilgiler içeren ayrıca izlemeye ve dinlemeye yönelten güzel bir yazı. Okurken ve dinlerken çok keyif aldım.
BeğenBeğen