… Beş. Dört. Üç. İki. Bir. Sağım, solum, önüm arkam sobe.

   Gözlerimi açtım. Kapattım, tekrar açtım.

   Neredeyim? Bilmiyorum.

                                                Buraya nasıl, kiminle ve neden geldim?

Sırtımda yüküm olduğuna göre yoldayım. Kiminle hangi düşünceyle yola çıktım.

   Kayboldum mu?

                                                 Yol arkadaşımı kaybettim mi?

                                                                             Yoksa terk mi edildim?

Etrafım boyumun hizasında yeşil otlarla çevrili. Arkamda zayıf, tek bir ağaç var. Mevsim her halde ilk bahar ama yerlerde papatya, gelincik ve mine çiçeği yok. Belki henüz erken, belki de yalancı bahar. Hayvanlarda ortada yok. Kuşlar neredeler?

                      Aynı şarkıyı söylemekten, dinlemekten mi bıkmış kaçmışlar?

Durduğum noktada kendi etrafımda dönüyorum. Bana bakanlar, gözlerimdeki aradığını bulamayan insanların çaresizliğini mutlaka görür.

                                                   Bulmak için hangi yöne gideceğim?

                                                                                Gerçeğe ulaşan yolum nerede?

Otların “Biz bilmiyoruz,” diyen, ümit vermeyen cevabı beni üzüyor. O kadar çok yeşilden bir fısıltı çıkması çok garip.

Kaybedilene ulaşmanın yolu olmalı. Sessiz ve kararlı adımlarla yürüyorum. Şimdi geldiğim yerde otlar sararmaya başlamış; kuru dallardan geçerek, canlıları bağrında saklayan, doyuran, özverili ve sessiz toprağa incitmeden basıp geçiyorum.

Ufak bir meydana çıktım. Çevreme bakıyorum. Zayıf ağaç hayalet gibi yanımdan geçip kaçıyor, yok oluyor.

Döne dolaşa ilk geldiğim yere geldiğimi, bütün dolaşmalarım esnasında hiçbir yere gitmediğimi fark ettim.

Ellerim şakaklarımda karar vermek zor. Çok zor ama vakit geldi. Zamanın üstüne basıp, dışarı atlıyorum.

Zaman, yaşadığımız anı aç canavar gibi saldırıp tüketiyor. Yakalayıp tekrar üstüne bassam mı? Geriye mi dönsem? Mümkün mü? Belki farklı bir şeyler olur.

  Olmuyor, her çıkışımda sonuç hep aynı…Hep aynı.

En sonunda kararım kesinleşti. Bu tozlu, doğal toprak yolun beni gerçeğe götüreceğini sezerek yürümeye başladım.

“Bekle, sana ulaşacağım.”

Saklambaç oyununun sonuna geldim. Hani “Elma dersem çık. armut dersem çıkma” diye saklanana yardım eden çocuk var ya o, bana da yardım edecek. Onun saflığıyla kendime sesleniyorum.

                                                     “GERÇEK!”

“Elma dersem çık!” seni sobeleyeceğim.

Nebahat Alptekin