Nilay, sokağa bakan balkona çıktığında, balkon demirinden havalanan iki kumruyu gördü. Sardunya olan saksıda, kırmızı çiçeğin sallandığını fark etti ve gülümsedi. Onlar apartmanın ikinci katındaydı. Beş ve altıncı kattakileri gökyüzünde gibi hissetti. Bir kadının çapraz binadan aşağı sepet sarkıttığını görünce ne ilkellik diye düşündü. Hemen yanındaki binanın penceresinde bir kızı ve yanındaki çocuğu gördü. Şaşırdı. Sokağı yeni keşfediyor gibiydi. Erkek arkadaşı Sadun’u düşündü. Kardeşini gezdirirken onu görebileceği için sevindi. Gerçi sık sık mesajlaşıyorlardı. Sardunyanın sararan bir yaprağını kopardı. Sokaktan çıt çıkmıyordu. “O kadar kedi nereye gitti?” dedi ve saçak diplerine bakındı. Van kedisini kendisine bakarken gördü. “Bekle geliyorum.” Aldığı bir avuç mamayı balkonun kenarından aşağıya bıraktı ve çalan telefonu duyunca odaya koştu.

“Kızım her şey yolunda mı, kardeşin nasıl?”

Bir an heyecanlandı Nilay. Kardeşini uyandırmamak için yavaşça “Baba!” diyebildi.

Salona geçince biraz sakinleşti.

“Ne olursun gel baba, annem de yok!”

Ukrayna’dan hemen nasıl gelsin diye düşündü. Babası;

“Sizleri çok özledim kızım!”

Bir an sessizlik oldu,

“Annenle görüştüm. Şirketten izin alabilirim fakat bu süreçte gelmememin, daha uygun olacağını düşündük.”

“Neden baba?”

“Kızım hemen telaşlanma. Amcan yanınıza uğrayacak. Yanlarında kalmanızı hem sizin hem onlar için uygun bulmadık.”

“Ne yaparız biz?”

“Sen kardeşine bakabilecek kadar büyüdün.”

Nilay, bir an kendisine duyulan güvenin hazzını yaşadı,

“Baba seviyoruz sizi!”

“Haberlerde okumuşsundur belki; yirmi yaş altı çocukların sokağa çıkması bugün itibariyle yasaklandı. Kardeşin sorun çıkarıp seni üzebilir. Onunla konuşurum, annen de görüntülü arayacak.”

Konuşmasını bir çırpıda bitirmek ister gibiydi, belki de gözlerinde oluşan yaşın belirtisiydi bu tavrı. “Sana güveniyoruz kızım! Hep yanındayız. Şimdi telefonu kapatmak zorundayım.”

Yasağı duyunca şoke oldu Nilay, “Sadun çıkabilseydi bari, mesaj da atmadı” dedi. Sonra onun haberi yok herhalde diye düşündü. İki gün önce parka kardeşini götürdüğünde görmüştü. Elini tuttuğunu hatırladı. Taşların üzerine oturmuşlardı. Ayrılırken “Seni seviyorum!” demesi ise aklından hiç çıkmıyordu.

Kardeşinin uyandığını anlayınca baş ucuna gitti Nilay. Her şeyi unutmuştu o an. Park istemesin diye mıncıkladı Doruk’u. Alt alta, üst üste boğuşmaya başladılar. Ablasının ilgisinden hoşnut olan Doruk, şımardı. Kendini top haline getirdi. Avına saldırmaya hazırlanan bir canavar gibi ellerini uzatarak “Virüs seni yiyecek!” dedi ve atladı ablasının üzerine. Nilay ani bir refleksle fırladı yerinden, belli etmemeye çalışsa da korktu. Parmakları titremeğe başladı. Kardeşi oynamak istedi fakat, “Yeter oynadığımız, sen oyuncaklarının başına, ben de ders çalışmaya” dedi ve masasına geçti.

Üç dört gün sıkıntı çıkmadı. Beşinci gün Doruk, parka gitmek için ısrar etti. Nilay boğuşmak, oyuncakları ortaya serip oynamak istese de ikna edemedi. Kapılara vurmaya başladı. Apartman sakinlerinin, “Ne oluyor?” diye merdiven boşluğundan sesleri geldi. Nilay, Doruk’un kolundan tuttu. Bir an eli vurmak istercesine yukarı kalktı ve “Ne yapıyorum?” dedi. Aceleyle telefonu aldı. Önce annesini, sonra da babasını aradı ama ikisine de ulaşamadı. Ağlamaklı bir halde duvarın dibine çöktü. Doruk ise kendini yere atmış inatla ayaklarını yere vuruyordu. Bir ara kapının çaldığını duyan Nilay kalkamadı, ayakları birbirine dolaştı. Duvara tutunup kapıya yönelmişti ki, telefon çaldı. Annesi görüntülü arıyordu. Perişan halini göstermemek için kâğıt mendille gözlerindeki yaşı silmeye çalıştı. Ne olursa olsun açmalıydı telefonu. Annesi telaşla sordu “Ne oldu?” Doruk’un sıkıntı çıkardığını düşünmüş olacak ki, “Kardeşine ver telefonu.” Doruk az önce tepindiği yerden kalkmadan, daha az ses çıkartarak annesini dinledi. Beş dakika geçmedi ki gülmeye başladı. “Annemi görmeye gidiyoruz” deyip, ablasının beline sarıldı. Biri ağlarken diğeri sevinçten güldü. Nilay telefonu aldığında sessizlik sardı evi. Annesini ekranda gördüğü an ölümü düşündü. İlk defa bu hissi yaşıyordu. Sebebini anlayamadı. Annesi “Gerekli izni alırım. Amcan sizi akşam kaldığımız otele getirecek. Kardeşine söyledim, sen de sarmaş dolaş görüşemeyeceğimizi anlatmaya çalış ona” dedi. “Seviyorum sizi, görüşürüz kızım.”

Nilay, yanına maske aldı. Arabanın arkasına oturduğunda, direksiyonda amcası vardı. Doruk, “Amca, sizin eve de virüs geldi mi?” dedi ve intikam alır gibi baktı Nilay’a. “Parka götürmüyor ablam!” Otele vardıklarında annesinin yanına gidip, elinden tutmak istedi. Üç dört metre mesafe ile tabureye oturdular. Annesi, ayrı olmanın üzüntüsüyle sesi titrek titrek çıksa da metanetli durmaya çalıştı. Anlattı yılmadan. Hemşire olarak çalıştığı hastaneden, arkadaşlarından bahsetti. “Geçici bir süre otelde kalıyoruz” dedi. Huzursuzluğunu memnun görünüşünün gölgesine sakladı. Güldü kahkahalarla. Doruk, ayrılık vakti geldiğinde, gizlenmesi gereken bir şey söyleyecekmiş gibi sesini kıstı ve “Anne, virüs nerede?” dedi.

Ertesi gün evde, annelerini görmüş olmalarının verdiği moral vardı. Doruk oyuncakların içinde kaybolmuştu. Hem oynadı hem kendi kafasınca icatlar çıkarttı. Nilay, ders çalışırken bir yandan da Sadun ve sınıf arkadaşlarıyla mesaj grubunda yazıştı.

“Bir, iki, üç, dört, on dört”. Oyuncakların arasından çıkardığı tahtadan yapılmış rakamları dizen ve nakarat tutturan Doruk’a bağırdı Nilay. “Susar mısın?” Sesinin tonundan kendi de rahatsız oldu ve kardeşinin yanına oturdu. Başını okşayıp, “Çalışmam gerekli, yakında sınavlarım başlayacak” dedi ve rakamları gördü. “Bunlar da ne?” Yeni bir buluşun sahibiymiş gibi sevindi Doruk; bil bakalım dercesine ablasının gözlerine baktı ve şımarma hakkını kullanarak yanağından öptü. Kardeşinin gönlünü aldığına sevinen Nilay, matematik dersinin formülünden bunalmış haliyle “Söyle hadi!” dedi. “Virüs on dört gün yaşıyor” cevabını alınca şaşırdı. Aklına, Doruk’un Koronavirüs haberinden etkilenmemesi için annesiyle konuşması geldi ve verecek cevap bulamadı. Konuyu değiştirmek için Türkiye haritasının olduğu yapbozu alarak “Haydi gel, bunu yapalım,” dedi.

Doruk’un oyuncaklarına daldığı bir anda sessizce kalktı Nilay. Kendisini aynanın karşısında buldu. Sadun’la buluşacağı günleri hayal etti. Saçlarını taradı ve odanın içinde bir iki tur attı. Geçecekti elbet bu günler. Balkona çıktı. Güneşli havada rüzgar ısırıyordu sanki. Uçmak istedi bir an. Sonra, Doruk’un “Başardım!” diye bağırdığını duydu ve içeri girip oyuncakların yanına oturdu. Çocuklaşmıştı sanki. Doruk’un legodan yaptığı duvarları görünce merakı iyice arttı. Kardeşine nedir başardığın der gibi baktı. Dört duvar ve saydam tavanı olan bir oda vardı. Bir kara sinek tavana çıkıp pat aşağı düştü. Zeminde gezindi ve tekrar duvara tırmanmaya başladı. Her çıktığında düşüyordu.

Nilay, ilk önce bu sinek de neyin nesi diye düşündü. Tekrar bakındı. Kafası karmakarışıktı. Bir an, o da, virüsün duvarları sarmış olduğunu gördü ve kara sinek kadar küçülerek odanın içine girdi. Gezindi. Duvara tırmanıp tavana ulaşmaya çalıştı ve pat yere düştü. Çıkışı bulamadı ve kendini kapana kısılmış gibi hissetti. Kaç gündür yaşadığı bu değil miydi? “Neticede canlıyız,” dedi. “Virüs bizi anlamayacak, biz onu anlayacağız!”

Muhsin Başaldı