Bilgisayar kodlama mantığında While döngüsü: While döngüsü genellikle bir koşula bağlanır. Eğer koşul doğru ise döngü devam eder. Koşul bozulduğunda döngü biter ve program kaldığı yerden devam eder. Örneğin While dışında ‘h’ değişkenini tanımlayalım. Bu değişkenin ilk değeri 5 olsun. Eğer ‘h’ değişkeni 100’den küçükse döngü devam etsin. Döngünün her turunda da ‘h’ değişkeninin değeri 2 katına çıksın.
Yine çınarın içindeydi küçük kız, ne güzel bir şeydi bu, kimseciklerin haberi olmazdı böyle zamanlarda ondan. Öyle iyi gizlenirdi ki yüz yıllık ağacın içinde yüz yıllık yalnızlığa çekilir gibi olurdu. Ağacın kuytusundaki sessizlikte kendinden bile ürker, güm güm atan minik yüreğinin sesini bastırmakta zorlanırdı. Sonra sonra konuşmaya başlardı ağaç küçük kızla, esen rüzgara takılırdı kelimeler kimi zaman, kimi zaman dalının ucunda açmayı sabırsızlıkla bekleyen yavru bir yaprağa. Herkes yaşar bunu derdi ağaç, ya da herkesin başına gelebilir gibi bir şeyler söylerdi. Üzülme derdi ardından, bak ben varım. Yaprakları, kollarına bacaklarına dolanırdı yavaşça. Küçük kız minik bedenini büzer büzer bir yavru kuş olurdu sonunda. Çınarın yüz yıllık bilgelikle dokunmuş gövdesinin kabuğu küçük kıza sarıp sarmalamaların en safını sunar, o da yeni yaşam umuduna sımsıkı sarılırdı. Gökyüzü kadar büyük elleri vardı ağacın onu koruyup kollayacak, gözyaşlarını silecek. Onunlayken dünyaya meydan okuduğunu düşünür, neden gizlendiğini bile unuturdu başlarda. Sonra o hiç görmek istemediği sahne perdesini açardı. Arkadaşlarının gülüşmelerini duymamak için ellerini kulaklarına sıkıca bastırır, başlardı yüze kadar saymaya. Yüze geldiğinde sesler duyulmaz olurdu çünkü. Babaannesinin, babasıyla beraber apartman kapısından çıktığı andan itibaren gözden kayboluncaya kadar ağır, aksak yürüyüşünde yüze kadar saymak gerekiyordu çünkü. Ağaç da onunla beraber sayar mıydı onu hiç bilemezdi ama o hep o da sayıyormuş gibi düşünürdü. Kendinden emin bir tavırla yürüyen bu esmer, ufak tefek kadını seviyordu küçük kız hem de çok. Onun ismini verişinden, anlattığı türlü türlü hikâyelerden, masallarından Tunus’taki evlerinden, tarota merakından, yabancı aktör ve aktrislerin isimlerini bir çırpıda söyleyişinden, kendi çocuk yaşına akran gülümseyişinden. Ağaç, anlatsana daha derdi başka neyini seviyorsun? Gülerken gözlerinin içinin gülmesini, bana baktığı zamankilerle aynı oluşunu, bir de derdi küçük kız geçen sene çok yağmur yağmıştı ya! Evet derdi ağaç ne olmuş? Babaannem merak etmiş bizi, o sırada Silivri’de çadırda kamp yapıyorduk da. Taksiyle geldi bizim iyi olduğumuzu gördü ve hiç durmadan geri döndü. Düşünebiliyor musun sadece bizim iyi olduğumuzu görmek için uzun yıllar önce ölmüş dedemden aldığı emekli maaşının çoğunu vermiş, ileri yaşına rağmen benim bile üşeneceğim onca yolu göze almış. Üç aylığını almak için çıkardı yalnız dışarı. Düğmelerinin açık mantosunun kapatamadığı kıyafeti, işin tuhaflığını tüm dünyaya ilan ediyordu sanki. Göğüs kısmının altında biten büstiyeri ve diz hizasındaki eteğinin bel kısmından görünen belinin çıplak derisi, ilerlemiş yaşına rağmen hayli gergin olsa da bu sıra dışı kıyafeti gören çocuklar basardı kahkahayı. Neden böyle giyiniyordu babaannesi? Çınar sorularına yakışır biçimde bir sağa bir sola sallar dururdu dallarını. Arkadaşları gülmeye devam ederken bir yandan da küçük kızın ismini söyleyerek, onu yanlarına çağırırlardı. Nerede olduğunu bulamazlar, bulamadıkça öfkelenip daha da çok gülerlerdi. O sırada ağacın dalları arasında yuva yapan küçük kızın kapalı gözlerinden dökülen yaşlar çınarın reçinesi olurdu. Gözyaşının kokusu yoktu ama çınarla karışınca harikulade bir aroma çevreye yayılırdı. Üç ayda bir tekrarlanan bu sahnede, mevsimler kara kıştan kavuran yaza durmadan tekrarlanır, küçük kız hep aynı olağanlıkla çınara sığınırdı. Ağacın içinde geçirdiği vakit, içinden sayması yüze ulaştığında arkadaşlarının kahkahalarıyla beraber susardı. Çınar büyük şefkatle küçük kızı sarmaladığı dallarını gevşetir, küçük kız ağacın sesini, ondan ayrılmadan bir kez daha duymak için kulak kabartırdı. Çıt çıkmazdı çınardan, dallarının hışırtısı, bir iki yaprak kıpırtısı sesinden başka. Israrla her seferinde ağacın yaşlı kabuğuna kulağını yaslar, içinden bir şeyler söyleyip söylemediğini duymak isterdi küçük kız. Ses vermezdi ağaç, sus pus dururdu. Küçük kız ayrılık vaktinin geldiğini anlar, gizlendiği yerden çıkıp her şeyle beraber kendini de çoktan unutup yeni oyuna başlayan arkadaşlarının arasına karışırdı. Böyle böyle mevsimler geçer, yaz olur kış gelir, küçük kız ve çınar yüze varıncaya dek sürecek bir zaman içinde durmadan buluşurlardı.
Günlerden başka bir gündü. Çınar her zamankinden daha canlıydı. Tatlı tatlı esen rüzgâr yapraklarının arasına sızıyor, güneş yakaladığı boşluklardan sızdırdığı ışık demetiyle ulu ağacın kılcallarını yalıyordu. Küçük kız çınara doğru heyecanla koşuyordu. İçinde yüz yılların biriktirdiği özlemle. Dostunun yanına vardığında nefes nefese kalmıştı. Çınar her zamanki vakur duruşuyla, dallarını bir sağa bir sola oynatarak onu selamladı. Bugün gizlenmeyecekti kimselerden. Ah bugün başka bir gün, dedi küçük kız, bugün başka bir gün!
Babaannesi dışarı çıkmıştı işte. İçinden saymaya başladı. Çocuklar gülmeye başladılar. Sırtı onlara dönük olsa da manzarayı görebiliyordu. Sımsıkı sarıldığı, kollarının kavuşamadığı kadar geniş olan çınarın gövdesi onu bir kez daha dostlukla kucaklıyordu. Daha da sıkı sarıldı yaşlı dostuna. Yanağını kabuğuna yasladı. Kulağına gelen belli belirsiz sesleri duydu. İçinden sayması yüze yaklaşıyordu. Ağaç sesini yükseltmişti bu kez. Ne güzel, ne harika bir şey bu piyano çalıyor diyordu piyano çalabiliyormuş. Bak gördün mü diye ekliyordu coşkuyla, bütün komşularınız, herkes hayran kaldı babaannenin çaldığı şarkıya. Nihayet sayması yüze gelmişti. Geriye döndü. Çocuklar ona bakıyorlardı. Çınarın gövdesini eliyle okşadı. Yüze kadar sayması çoktan bitmişti. Arkadaşlarının meraklı bakışları arasında, gözden kaybolmak üzere olan yaşlı kadına doğru koştu: Babaanne, beni de bekle!
Gülayşen Erayda
99.. 100! Hadi bi daha. Çok sevdim, lütfen bir daha…
BeğenBeğen