Yer: …… İlkokulu 2/A sınıfı
Öğretmen sınıfa girer girmez tüm öğrenciler susar.
Her derste olduğu gibi sınıfa sinen ölüm sessizliği, onları bahçeye çığırtkan bir davetiye gibi çağıran, kuşların cıvıltılarına inat gittikçe kalınlaşıyor, birbirleriyle bile aralarına görünmez duvarlar çiziyordu. Sıralarının üstüne kapanan minik başlı minik eller, önlerinde bembeyaz açılmış defterlerinin sayfalarına kargacık burgacık harflerle öğrendikleri yeni şeyleri yazmaya başlamışlardı. Arka sıralardaki yan yana oturan iki çocukta belli belirsiz bir dalgalanma göze çarptı.
Erkek çocuk: “Silgini verir misin?”
Kız çocuk (söyleyeceğini hecelere bölen dudak hareketleriyle): “Sı-ra-mın al-tına düş-tü, korku-dan ala-mıyo-rum.”
Öğretmen: “Neden konuşuyorsun? Ben girer girmez bu sınıfta çıt çıkmayacak demedim mi, iki yıldır anlayamadın mı? Cezalısın, çabuk dışarı çık, ders boyunca tek ayak üstünde sınıfın kapısının önünde duracaksın. Böyle öğreneceksin kurallara uymayı. Bak utanmadan hâlâ bir şeyler söylüyor, çabuk, çabuk çık!”
Temizlik görevlisi Aynur: “İndir be kızım ayağını, öğretmen seni görmüyor ki, o içerde kaldı, yapma be kınalı kuzum öyle sessiz sessiz ağlama, ciğerim yanıyor, hey gözünü sevdiğimin dünyası, adaletin bu mu! Çocuk ağlıyo, bir çocuk! Bir şey de demiyorsun, yok böyle olmayacak öğretmenler odasına gidiyorum ben.”
Müdür: “Neden konuşmuyorsun kızım? Neler olduğunu anlat, bak ben yardımcı olacağım. Ama önce ayağını indir. Mendil verin çocuğa.”
Aynur (içinden): “Bu işin sonu iyiye varmaz. Köyde böyle içli bir çocuk vardı…”
Müdür (içinden): “Kim bilir neler yapmıştır? Daha dersin başında çıkarıldığına göre. Ders çıkışı Ayla Hanım’dan öğrenirim nasılsa. Öyle iyi bir öğretmen hata yapmaz asla. Aman ya bunca iş, güç arasında şimdi bir de bunla uğraş. Çocuğun babası ne iş yapıyormuş acaba?”
Rehberlik öğretmeni İlkay: “Ayağını indir lütfen canım. Bahçeye çıkalım diyorum, buraya yapışmış gibisin. Ayağını indir bari.”
Servis şoförü Mehmet: “Boşuna yorma kendini İlkay Hanım. Tanıyorum ben onu, biraz değişiktir, ne bileyim dik başlı işte. Öldürsen, indirmez ayağını.”
Rehberlik öğretmeni İlkay: “Ne demek dik başlı? Neler diyorsunuz böyle?”
Şoför Mehmet: “Şunu diyorum. Geçen serviste benimle de takıştı, sanki büyük insan. Giderken önüme aniden bir kedi fırladı, duramadım, geçtim gittim. Bu kız ağlamaya başladı illa duralım diye, kediye bakacakmış. Sene başından beri diğer çocuklar azıp dururken, uslu uslu oturan kız gitmiş yerine sanki başka biri gelmişti. Hadi dedim çocuktur gönlünü alayım; dokuz canlıdır onlar bir şey olmaz diyorum, tutturmaz mı duralım da duralım diye! Diğer çocukları da gaza getirdi mi? Az kalsın kaza yapıyordum valla.”
Şoför Mehmet (içinden): “Yan aynadan gördüm kediyi, cansız yatıyordu. İçim kötü oldu ama ne yapayım dursam daha da çok ağlayacak, diğerlerini de peşinden sürükleyecek. Bastım, gittim. İnene kadar pes etmedi ya, bir yandan ağladı, bir yandan söylendi durdu.”
Rehberlik öğretmeni İlknur: “Bunları konuşmanın sırası değil şimdi.”
Aynur (içinden): “Aferin minik buzağıya, ne güzel etmiş! Hay Allahım ne olur şu çocuğu bir gör, helak oldu ağlamaktan. Bacağı da karıncalanmıştır çoktan. Duvardan da destek almıyor. Bacakları çırpı gibi, yere basanın da üstüne fazla yük bindi ya, nasıl da titriyor. Yok Aynur yok, içine atanlara göre değil bu dünya kızım! Hoş ben öyle içine atanlardan değilim, içimdekini pattadanak söylerim karşımdakine, damarıma basarsa. Biliyorsun Aynur, kendini kandırma, seninkisi can korkusu kızım, can korkusu! Eve gidince bizimkiyle konuşucam, susarsan sonun iyi değil Aynur! Bıktım be bıktım! Ölürsem bir kere ölürüm, böyle yaşamak her gün ölmek demek!”
Müdür (içinden): “Ayla Hanım bilmeden bir hata yapmış olabilir mi? Hımm, babası emekliymiş, annesi ölmüş. Öyle büyüklerden tanıdıkları falan da yoksa …”
Rehberlik öğretmeni (içinden): “… ama bir yandan da…”
İkinci öğretmen: “Ne oluyor burada? Neden ağlıyor bu kız?”
Aynur (içinden): “Hah, buyrun cenaze namazına!..”
İkinci öğretmen: “Olur böyle şeyler, normal. Öğretmeninden özür diler, konu kapanır.”
Metin öğretmen: “Neden ağlıyorsun çocuğum? Anlayabildiniz mi İlkay Hanım?”
Müdür (içinden): “Bak, bak yaptığına bak, bana soracaksın oğlum bana, koskocaman Müdür Beye, rehberlikçiye değil!”
Rehberlik öğretmeni İlknur (alçak sesle, sadece Metin öğretmenin duyacağı biçimde): “Sınıftaki bir olaya çok üzülmüş anlaşılan. Henüz konuşmadı. Bahçeye çıkalım diyorum gelmiyor, buradan da ayrılmıyor. Bir de şu ayağı…”
Müdür: “Neden Metin Bey’le fısıldaşarak konuşuyorsunuz İlkay Hanım? Söylenecek de duyulacak da fazla bir şey yok aslında, bu kız sınıfta yaramazlık yapmış, öğretmeni de ceza vermiş, o kadar.”
Servis şoförü (içinden): “Hıçkırmaya başlamıştı inmeden önce. Gözyaşsız ağlıyordu. Dayanamadım, bırakırken evdekilerle konuşmak istedim. Yaşlı bir adam geldi. Babasıymış, şaşırdım, dedesi deseler inanırdım. Çok efendi adamdı, doğruya doğru. Ben anlatıyorum olayı, adam ısrar ediyor neden durmadınız diye. Eee, benim de sabrım bir yere kadar, iyi günler diledim, bastım gaza. Bir de ne göreyim o ihtiyar, arkamdan tazı gibi koşmuyor mu? Helal olsun, uzun süre kovaladı beni. Adam resmen makinayla yarıştı ya! Sonra aldı mı beni bir korku, şikayet ederse diye. Çok zor buldum zaten bu işi, Nazlımı onca beklettim, ona mı yanayım, başladım kara kara düşünmeye.
Müdür: “Ne o Mehmet nerelere daldın öyle? Bir şey söylüyoruz, kimsenin dinlediği yok. Bugün çocuğu bırakırken evde kim varsa konuş, anlat olayı diyorum.”
Şoför Mehmet: “Hiç, hiçbir yere dalmadım Müdür Bey, sizi dinliyorum. Ama benim konuşmam doğru olur mu? Ne bileyim yani İlkay Hanım, Metin Öğretmen, siz dururken ?..”
Müdür: “Açılışı yap diyorum sadece, yarın babasını okula çağıracağım zaten.”
Rehberlik öğetmeni İlkay: “Ama…”
Müdür: “Yeterince uzadı bu iş. Aması filan yok, dağılalım artık. Aynur bir tek sen ayrılma buradan.”
Şoför Mehmet (içinden): “Neyse eve vardım. Annem çoktan işe gitmiş, hayatı boyunca yemek yapmaktan kurtulamadı bu kadın! Dolabı açtığım gibi çarşaflardan elime geleni kaptım, bir de naylon poşet, doğruca kedinin olduğu yere… Dörtlüleri yakıp, arabadan çıktım. Çok kötü durumdaydı zavallı, yavruymuş daha. Poşete dikkatle koydum, kan tutar beni gözlerim fırıldak gibi dönmeye başladı. Derin nefes ala ala, bin dereden su getirdim bayılmamak için. Sonunda kapattım poşeti.”
Aynur: “Su getireyim sana, istersen şeker, çikolata da alırım, he gülüm?”
Müdür: “Aynur!”
Aynur: “Peki Müdür Bey.”
Şoför Mehmet (içinden): “Çocuk ne kadar üzgün görünüyor. Ben burdan çıkınca ne söyleyeceğimi biliyorum babasına, müdür! Poşetten çıkardığım kediyi çarşafa sardığımı, çınar ağacının yanı başında parmaklarımla toprağı kazıyarak açtığım çukura gömdüğümü , üstüne dua bile okuduğumu anlatacağım. Valla krallara layık oldu desem yalan olmaz. Hem benim de kedim vardı, Pamuğum.. Benim dediysem sokağın aslında, akşamları bizle kalır, sabah erkenden dışarı fırlardı. Babam her akşam beni dövdükten sonra anamdan bile önce yanıma gelir, kayışın delip geçtiği yerleri yalayıp, dururdu. Bunu da söylesem mi babasına? Peki, küçük kıza söyler mi babası anlattıklarımı?”
Müdür: “Haydi, yeterince oyalandık. Ayrılamıyoruz bir türlü buradan!”
Aynur (içinden): “Ayrılamayız tabi müdür, çocuğun başını bekliyoruz.”
Şoför Mehmet (içinden): “Aynur doğru diyor. Benim kadar bile okumamış ama kendini yetiştirmiş. Helal olsun. İçinden söylüyor ama öyle bir bakıyor ki müdüre, düşündüklerini anlıyor insan. Ben de fena değilim hani. Kediyi gömdükten sonra arabaya biner binmez ‘Şoför Mehmet’i açtım, çal babam çal, ses sonuna kadar, bir yanımda Nazlı bir yanımda Şoför Mehmet, akşama kadar söyledim durdum şarkıyı Erol Evgin’le beraber, yolların kralıydım kralı!”
Metin öğretmen: “Müdür Bey, çocuğun yanındayız. Konuşmalarımıza özen gösterelim.”
Aynur (içinden): “Metin öğretmen, benim de öğretmenim olsaydı keşke. babamı da razı ederdi belki. Ne çok istemiştim okumayı. Çok okumuş adam, çok ama konuşurken öyle bir cana yakın ki, sanırsın bizim köyden biri. Nasıl da bakıyor yavru ceylana, kendi kızına bakar gibi! Gözlerinle konuşuyorsun sen, duru dilini de hediye katmış harmanına mevlam senin. Sen çözersin bu işi Metin öğretmenim.”
Müdür: “Ne demek yani ben konuşmayı bilmiyor muyum Metin?”
Metin öğretmen: “Deminden beri çocuk diye konuşuyoruz, bir adı yokmuş gibi. Rüyacığım, haydi güzelim, indir ayağını da bahçeye çıkalım. Bugün hava çok güzel, bak güneş ne tatlı göz kırpıyor. Bakalım kuşlar neler söyleyecek bize, yediveren güller, mor sümbüller seni bekliyor Rüya, haydi canım, dışarı çıkalım.”
Rehberlik öğretmeni İlkay: “Haydi Rüya, birazdan zil çalar, haydi kızım.”
Aynur (içinden): “Hah! Zil çaldı işte. Oh, ayağını indirdi sonunda. Sınıfın kapısı da açılıyor. Peki, şimdi ne olacak?”
Gülayşen Erayda