Ağız ve burunun maskeyle kapatıldığı zaman diliminin içindeyiz ve ne kadar daha süreceğini bilmiyoruz. Dört-beş aydan bu yana dünyayı etkileyen salgın nedeniyle insanın insanla bedensel olarak karşılaştığı her yerde iki organımızı kapatmadan adım atamıyoruz. Evimizin dışı, iki metre duruşla mesafelenen maskelenmiş yarım yüzlerin resmigeçit alanı oldu. İnsanlık trajedisi olarak adlandırılabileceğim zamanın manzarasına bir süredir geçmişten gelen bir kahramanı yerleştiriyorum. Mendilini burnunda tutmadan evindeki uşak dahil kimseye görünemeyen 8. dereceden memur Kovalev. Rus bürokrasinin memuru Kovalev yüzünün yarısını kapatan mendiliyle 2020’nin maskeli insanlarının arasına karışıyor.

“25 Mart’ta beklenmedik bir şey oldu”. Nikolay Gogol’un 1837 tarihli Burun öyküsü böyle başlıyor, olağanüstü gariplikteki olayların geçtiği absürt metinde, berberin biri bir somun ekmeği keser ve içine sıkışmış bir burun bulur, ondan kurtulmak ister ve bir köprüden aşağı fırlatır. Bir sayfa sonra, memur Kovalev sabah uyandığında burnunun olmadığını fark eder. Kaybolan burnu etrafta dolaşmaktadır, Kovalev onunla kilisede karşılaşır, burnu kendinden daha yüksek rütbeli bir memurdur. Koku alma organının peşine düşen Kovalev polise gider, gazeteye ilan vermeye çalışır. Hareketli olay örgüsünün sonuna kadar devam ettiği öyküyü, o güne kadar yazılmışların en iyisi olarak niteler başka bir Rus öykü ustası Çehov.

Gogol’un 1836’da yazdığı, yayıncısının saçma bulduğu için reddettiği Burun, şair Puşkin’in o sırada St.Petersburg’da çıkardığı Güncel adlı dergide yayımlanır. Yaklaşık yüz yıl sonra Sovyetlerin Stalin döneminin 22 yaşındaki bestecisi Dimitri Şostakoviç’e seslenen öykü onun müzikal yeteneğinde ve becerisinde operaya dönüşür. 1930 yılında prömiyeri yapılan opera Şostokovoviç’in adeta müzik okulundan mezuniyet ödevi gibidir. Hem öykü hem de opera, bir insanı neyin oluşturduğuna ilişkin olanı anlatır. Tek olma halimiz ne kadardır, ne kadar parçaya bölünmekteyiz. Rus toplumdaki hiyerarşi ve mevkilendirme insanın ötekiyle ilişkisini nasıl farklılaştırır. Hiyerarşi düzeni, yüksek rütbeliye karşı itaatkâr ve boynu eğik kalırken alt rütbeliye yönelik acımasız bir hor görme halinin trajikomik halini gösterir.
Burun öyküsü opera librettosuna dönüşürken Gogol’un Palto, Evlenme, Bir Delinin Hatıra Defteri, Ölü Canlar gibi eserlerinden bazı bölümler alarak genişletilmiştir. Hatta Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşleri’nden bir bölüm ikinci perdenin altıncı sahnesinde yer alır.
Şostokoviç’in halk müziği, popüler şarkılar, atonalite gibi farklı tarz müzikleri kullanmasıyla ortalığa çıkan kaos, kanonlar ve kuartetler gibi Alban Berg’in Wozzeck operasından alınan daha formel müzik parçalarıyla yapılanmıştır denilmektedir. Müzik insanlarının değerlendirmesine devam edelim. Güçlü akrobatik vokallerin heyecan yaratması, enstrümanların yabani renkler katması, teatral absürtlük. Bunların hepsi kahkaha dolu ve öfkeli bir karışımla köpürtür Burun’u. Sonuçta, Charlie Chaplin ya da Monty Python’un opera versiyonudur Şostakovoviç’in huzursuzluğunu yansıtan.
Şostakoviç’in Sovyet yetkilileri ile ilişkisi sıkıntılıdır. Piyanonun harika çocuğunun ilk dikkate değer bestesi 1. Senfoni iyi karşılanır. Burun için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildir. İlk performansından sonra ikincisi için 30 yıl beklenecektir. İkinci Operası olan Mtysenkli Lady Macbeth için Stalin’in yazdırttığı düşünülen müzik yerine karmaşa başlıklı makale yayımlanır. Opera ağır biçimde olarak eleştirilmekte ve müziği “kaba ve ilkel” olarak tanımlanmaktadır. Sovyet baskısı 5. Senfoniye kadar sürer. Ardından gelen ünlü 7. Senfoni- diğer adıyla Leningrad senfonisi- Alman işgali sırasında yazılır.

Burun operasının sanatçıları, Şostokoviç’in ritmik karmaşıklıkları ve melodik sürprizleri bazı zorluklar sunuyor, diyor. “Şostokoviç’in müziğini dinlemek çok ilginç ama çalması çok karmaşık. Beyninizin bu aralıklara, ritmik değişikliklere alışması için zamana ihtiyacınız var.”
Trajedi ya da komedi olarak adlandırılan yapıtlar, büyük toplumsal çöküntülerle baş etmenin sanatsal göstergesi olarak düşünülebilir. Buradan yola çıkarak Gogol’un ve Şostakoviç’in yaptığı, absürtlük örüntüsü içinde, dünyanın gerçekliğini yakından aktarmaktır diyebiliriz.
Nükhet Eren