Bazı metinler, üzerinde düşünerek ya da tekrar okuyarak çözümleyemediği bir şekilde okuru büyüleyebiliyor. Benim için Cortazar’ın öyküleri işte bu büyülü metinlerden. Bir kadın karakteri, bir kediyle ilişkisi, sevdiği bir müziği dinleyişi ya da hayran olduğu bir tabloyu seyredişi üzerinden anlatırken tabi ki öykünün kahramanını okuyucu nezdinde yaratıyor Cortazar. Sonra o karakteri, seyrettiği tablodaki pencereye yerleştirip ötelere baktırışı, birkaç sayfadır usul usul oluşturduğu karakteri kendinden öteye geçirişi ve tabi okuyucuyu da peşine takışı… Sanıyorum büyü buralarda bir yerde.

Latin Amerika Edebiyatı’nın ve “büyülü gerçeklik” akımının en önemli ustalarından biri olan Arjantin’li yazar Julio Cortazar (1914-1984) diplomat olan babasının görevi gereği bulundukları Brüksel’de doğmuş. Julio beş yaşındayken ailesi Buenos Aires’e yerleşmiş. Altı yaşındayken babasının evi terk etmesiyle Julio’nun çocukluğu, annesi ve kız kardeşi ile geçmiş. Yetişkinliğinde yazdığı bir mektupta yaşamının bu dönemini “zorunlu bir çalışma, aşırı bir hassasiyet ve sıklıkla yaşanan korkunç bir hüzünle dolu” olarak tanımlamış Cortazar. (1) Hastalıklı bir çocuk olan Julio zamanının çoğunu yatağında kitap okuyarak geçirmiş. Çok iyi bir okur olan annesinin önerisiyle okuduğu Jules Verne’e hayran olan Cortazar, büyülü dünyasının kaynağına yine kendi sözleriyle götürüyor bizi; “Çocukluğumu goblinler ve elflerle dolu bir sisin içinde, herkesinkinden farklı bir uzay ve zaman hissiyle geçirdim.” (2)
Bu büyülü dünyanın ürünlerinden biri olan ‘Mırıldandığım Öyküler’, yaşamı Arjantin ve Paris’te geçen Cortazar’ın son dönem eserlerinden. 1980 yılında yayımlanmış. Kitapta üç bölüm halinde sıralanmış on adet öykü var. Tüm öykülerde bir gizem, o gizemin içinde bir arayış göze çarpıyor. Arayışın her zaman gizemi çözmek, gerçeğe ulaşmak için olmadığını belirtmeliyim. Birbirinin içinden geçen gizemli anlar, “değiştirilmiş bir gerçeklik” içinde yaşamaya itirazı olmayan, hatta Glenda’ya tutkun oldukları kadar (3) gerçekliği değiştirmeye de tutkun karakterler, “bir düşü, bir imgeyi kusursuzlaştırmanın dünyayı kusursuzlaştırmak olduğuna inanan anlatıcılar” okuyucuyu tıpkı kitabın son öyküsü ‘Möebius Döngüsü’nde(4) olduğu gibi nefes kesici bir döngü içinde bırakıyor.

Zor geçen bir çocukluk döneminden sonra ülkesi Arjantin’deki siyasal baskılardan da nasibini alan, Juan Peron’a karşı yapılan bir gösteriye katıldığı için bir süre hapiste kalan Cortazar, “amma yaman uyuşturucu” dediği edebiyat yoluyla yarattığı bu büyülü dünyayı, gerçekliği eğip büküşünü sorgulamaktan da geri durmuyor öykülerinde.
“Evet, bizi kaçaklıkla suçlayan, daha baskın bir gerçekten, yaşadığımız günlerde bizden daha sıkı bir kenetlenme, savunma bekleyen gündelik gerçekten esirgediğimiz çabayı bu yolda boşu boşuna harcadığımızı sorgulayan eleştirileri dinlemek kolay olmuyordu.”
Kitapta yazarın Clone öyküsünü nasıl yazdığını anlatan ilginç bir notu da var. Clone, madrigaller söyleyen sekiz kişilik bir koronun turnesi sırasında yaşanan bir aşkı, bu durumun grup üyeleri arasındaki ilişkileri nasıl etkilediğini anlatan bir öykü. Cortazar, tarihi bir olaydan yola çıkıyor ve günümüzde geçen öyküyü bu olayın ve müziğin çerçevesine nasıl oturttuğunu anlatıyor, “Bir Kral ve Bir Prensin Öcü Teması Üstüne Notlar” bölümünde. 16. yüzyılda yaşamış olan Venosa Prensi Carlo Gesualdo döneminin yenilikçi bestecilerinden biridir. Madrigalleri ile bilinen Gesualdo’nun ünlü olduğu diğer konu ise yirmi dört yaşındayken, birlikte yakaladığı karısı ve aşığını vahşice öldürmüş olmasıdır. Cortazar’ın, sekiz ses için yapılan bir müzik kompozisyonu olan madrigalleri, aşk ve ölüm ile nasıl bir araya getirdiğini, öyküyü nasıl kurguladığını okumanın büyüyü bozmadığını söyleyeyim.

Kitaba adını veren öyküde Cortazar’ın anlatıcısı, mırıldandığı öyküdeki kadın karakter ile sevişmeye başlar. Bol virgüllü, okuyucuyu usul usul akan kurgu nehrinin üzerindeki taşlarda zıplaya zıplaya ilerleten uzun cümleleri ile Cortazar, öykü kurgulamayı sevişmeyle paralel hale getirir. Büyülü dünyasını daha da genişleterek öykünün devamında kurguyu anlatıcının gerçek yaşamına da bulaştırır. Her zamanki gibi kitabı okumayı ve bu yazıyı yazmayı bitirdikten sonra okuduğum önsözde Tomris Uyar, Cortazar’ın bu halini anlatan kendi cümlelerine yer vermiş, ben de o cümlelerle bitirmek istiyorum.
“Kendim için yazmayı seviyorum ben, bitirdiğimde haz anından sonra bir erkeğin yana kayışı gibi oluyor, hani uyku bastırır, ertesi gün bambaşka şeyler tıklatır pencerenizi, yazmak bu bence, kepenkleri açmak, dışarıdakileri içeri salmak, defterler, defterler dolusu.”
Kırmızı Başlıklı Corona
(1) Wikipedia’ya katkı verenler, Julio Cortazar, Wikipedia, 07.07.2020, Web.16.07.2020
(2) a.g.e
(3) Mırıldandığım Öyküler kitabındaki ikinci öykünün adı: Glenda’ya Öyle Tutkunuz ki.
(4) Normal bir şeridin iki yüzü varken Möebius şeridinin sadece bir yüzü vardır. Başka bir ifadeyle Möebius şeridinin üzerindeki bir noktadan hareket etmeye başlandığında bütün alan taranarak aynı noktaya geri dönülür.