Evlerin ışıklarının sönmeye başladığı saatlerde, doğduğun evin kapısının önünde bekliyorsun. Sırt çantanın ağırlığı kadar, kararsızlığın da canını yakıyor. Kaç sefer geldin bu apartmanın önüne, sonra da zili çalamadan koşarcasına kaçtın.

Bu sefer kararlısın. Karanlıkta göz yordamı ile bulduğun üçüncü katın ziline tam basmak üzereydin ki arkandan gelen sese döndün. Sesin sahibi eczacı hanımdı.

-Rıfat çabuk gel buraya. Bak kim gelmiş.

-Aaa Hilal gelmiş.

-İyi ki dışarıya hava almaya çıkmışım, seni gördüğüm ne iyi oldu, geç içeri biraz konuşalım.

Nöbetçi eczaneye birlikte yürüdünüz, sırt çantanı omuzundan çıkarmana yardım etti.

-Seni toparlamış gördüm. Okulunu bitirdiğini duyunca atlattı artık diye düşündüm; yanılmamışım gözlerinin içi gülüyor.

Küçük yaşlarından beri hep seni sarıp sarmalayan, gözleri laciverte çalan bu güzel kadının sıcaklığı, o an da en ihtiyacın olduğu anda yanındaydı. Dışarı baktığında sokağı aydınlatan ışık süzmesinin içinden geçip o geceye geri döndün. Yalın ayak dışarı fırlamıştın, çılgınca koşuyor, çığlık atıyordun. Eczacı hanımla yardımcısı peşinden sana yetişmiş, kollarından tutarak hastaneye kaldırmışlardı.

-Hepsi geçti, temelli döndün umarım.

Evet anlamında başını sallarken kapı gürültüyle açıldı. Annen, saçı başı dağınık halde koşturarak girdi. Bir yandan da sağ elinin parmaklarını açmış “Beş yıl oldu gideli, beş yıl!” diye bağırıyordu. İlk şaşkınlığınız geçince sarıldınız. Karşılaşma kazasız belasız atlatılmıştı. Eczacı hanım gülümsüyordu. Annen, seni eve götürmek için kolundan sürükledi. Babanı sormaya fırsat bulamadan “Kızım, baban çok hasta, sakın belli etme, seni görmek için ölüme kafa tutuyor besbelli,” dedi. Az önceki önemli karşılaşmayı atlatmıştın ama biri daha vardı. En büyük vicdan azabın, seni en çok o korkutan… Kapıyı kardeşin açtı, boyu hayli uzamıştı. Gülerek sarıldı sana. Bakışlarındaki yakınlık, sanki dün gece bu kapıdan çıkmış, bugün geri dönmüşsün gibi aradan geçen beş yılı hemen silmişti.

Salon eskisi kadar aydınlık değildi, eşyalar yıpranmış, evin eski halinden eser kalmamıştı. Korktuğun başına geldi. O an… Küçük kız yatağından fırlayarak karşında durdu ama hemen anneannesinin arkasına saklandı. İçinde kopan gök gürültüsü, “Onun, kucağına atılmasını bekledin, hayal kırıklığına uğradın değil mi? Ne bekliyordun, çocuk seni hiç tanımıyor,” diye sitem etti. Yanına gidip başına hafifçe dokundun.

Gürültülerden olağanüstü bir durum olduğunu anlayan baban, odasına girdiğinizde yatağında doğrulmuştu. Yanına giderek avucuna aldığın ellerini öpmeye başladın.

-Sen gidince bu evin neşesi de gitti, Allah’tan Güneş bizim yaşama sevincimiz oldu.

Babanın konuştuklarını zorlukla anlayabildin, Hırıltılı çıkan sesi arasında sözcükleri birbirine karışıyordu.

Uykuya kolay dalamadın. Çok yorgun olduğun halde kendinle olan hesaplaşmaların bitip tükenmek bilmedi. Nasıl anlatabilirdin minicik çocuğa o günleri? Hastaydım; onun için her şeyden seni sorumlu tuttum diyebilir miydin? İşte orada, yanı başındaki odadaydı yavrun ve sen ona gidip sarılamıyordun bile. İçinden kalkıp onu öpmek geldi. Cesaret edemedin. Tüm gece döndün durdun yatakta. Sabaha karşı gözlerin uykuya yenik düştü. Rüyanda, kucağında bir bebekle hastane odasındaydın. Gözlerini kapıya dikmiş umutsuzca bakıyordun. Ne gelen vardı ne giden.

Ağlayarak uyandığında evde bir telaş sezdin. Kardeşin, kızını elinden tutmuş dışarı çıkıyordu. Merakla mutfağa, annenin yanına gittin.

-Güneşin doğum günü için evi balon ve gramofon kağıtlarıyla süsleyecekler. Her yıl yapar bunu dayısı. İnşallah hediye almayı unutmamışsındır.

-Aldım, çantada hediyeler var.

Kahvaltıda herkes iş birliği yapmıştı sanki. Yüzüğünün çay bardağına vurdukça çıkan çınlama sesinden başka ses duyulmuyordu. Sessizliği sen bozdun.

-Yarın doğum günün, bugün lunaparka gidelim mi?

-Olmaz, dayımla hazırlık yapacağız.

Teklifin reddedilince için burkuldu. Tutmasan birkaç damla düşüverecekti gözlerinden. Annen, eğilerek kulağına fısıldadı, “Çocuğun alışması lazım, sabret biraz,”

Öğleden sonra dayı yeğen salonu süslerken “Ben de yardım edebilir miyim?” diye sordun. Kısık sesle “Olur,” dedi kızın. Senin için evladının ilk doğum günüydü sanki. Her balon şişirişinde, her şeytan merdiveni yapışında “Böyle olmamalıydı, onu bırakıp gitmemeliydim. Tek suçlu ben miyim? Eski sevgilisine dönen babası suçlu değil mi?” diye yine yıllarca süren hesaplar içinde buldun kendini. Sıkıntıyla balkona fırladın. Rüzgâr, sanki bir türlü içinden çıkamadığın yılları yanına alıp sana her şeyi unutturmak için sert sert esiyordu. Annenin çiçeklerinin rüzgâra dayanamayıp eğilen boyunlarını görünce ben de yaşadığım ihanetle birleşen şiddetli lohusa sendromuna boynumu büktüm. Keşke içtiğim ilaçlar çare olsaydı diye düşündün.

-Anne!

Yıllardır duymak istediğin sözcük, yavrunun ağzından çıkmıştı işte. Heyecanla döndün. Sesin titredi.

-Efendim yavrum.

Özel Atay