“Haziran ayı atağa kalktı” diye düşündü. Tam da alışılagelmiş hayat normlarının rafa kalktığı bir dönemde yıldız kavuşumlarına sıra gelmeden yeni normalleşmeler başlamış, bunun olmazsa olmazı beyaz maskeler gündeme oturmuştu.

Hastaneden çıktığından beri evdeydi, plazanın camından bakınca yere inmiş bulutları  andırıyordu maskeli yüzler. Artık mutluyuz maskeleri teke indirdik diye düşündü, devir tasarruf devri.  Nerede o eski bolluk?  Zengin maskesi,  mutluluk maskesi, okumuş maskesi yok, iyilik maskesi zaten tedavülden kalkmıştı.  Ayrım maskenin durduğu yerde artık. Çenede, ağızda, burunda… Alında henüz görülmedi.

Sanırsın bir muamma.

 “Kol kırılır yen içinde kalır.” derdi annesi.

(Anne sen onu bir de kolu kanadı kırılana sor.)

Gözü ister istemez sevgili papağanı Oğluş’a kaydı.

“Annemden tek yadigâr, dert ortağı sır küpü Oğluş” dedi. Onun da kanadı kırıktı annem aldığında,  uçmasın diye kesmişler, belli.  Kadıköy iskelesinde mecnun gibi dolaşırken kurulan hayvan pazarına sürüklemiş annemi ayakları, böylece kesişmiş yolları ama dert ortağı bendim kaçınılmaz, dermanı ise üzerlik otları, Oğluş ballıydı, şahitlikten öteye geçmezdi kefareti.

(Haklıymışsın anne, kimse evinden çıkmıyor artık. Mutluluğu evde aramalıymışız.)

(Babam yine yırttı bakımevinde maske takılmıyor, olsa da kendi maskesinden vazgeçmez zaten.)

Narcissus suda aksini görüp de kendine âşık olmasaydı babam gibilerin hali nice olurdu diye düşündü.

Keşke hayat bu kadar basit tanımlanabilseydi,  kimse bir başkası yüzünden acı çekmeseydi. İnsanlar maske takmasaydı yüzlerine. Bu düşünceyle nefesini birkaç kere  cama üfledi. Hastaneden eve çıkalı nefesini görmeyi adet edinir olmuştu. Camdaki  buğuyu görünce sevindi, kendine güveni geldi. Parmağıyla üzerine adını yazdı: Sevil burada.

Pandemiden nasibimi almasam şaşardım, diye başını salladı. Ne zaman şans gülmüştü ki yüzüne? Şans kendini sevenlere güler yalnız. Gülsün ki istedikleri gibi yaşasınlar engelsiz. Ayıp ettiğini düşünmüştü doktorlara, yüzükoyun yatarken. Değer miydi bir kanadı kırık için uğraşmaya? Hem ne derdi babası:

“Üzerinize toprak atmadan ölmeyeceğim.” Böyle bir öngörüye şapka çıkarılır ancak!..  Her şeyi  bilir, bunu da biliyordu az kalsın. Doktorları hesaba katmamış olabilir. Oğluş’a baktı. “Döneceğimi biliyordun, değil mi?” dercesine göz kırptı.

Telefonun sesi evet der  gibi çaldı bu sessiz soruya, numarayı görünce isteksizce açtı.

Uzun zamandır görüşmediği, babasının hayatta kalan  tek kardeşiydi arayan.

(Başın sağ olsun diye başlanır mi hiç konuşmaya? Zaten nefes kıymetli. Babamın öldüğünü haber vermek için arıyormuş, hastanede olduğum için söylememişler, defnetmişler bile!)

Nasıl, ne zaman geçersiz sorular.

Oysa hastaneye yatana kadar iyi haberlerini alıyordu babasının. Hatta olmayan babaya mektuplar kutusunu beraberinde getirmişti, gerektiğinde ilgili adrese iletileceğini umarak.

Konuşamadı, sağa sola gidip gelmeye başladı.

Başaramamıştı işte. Senelerce onun için uğraşmış,  belki de son bir ümitle gözlerine bakıp elini tutarken  bir teşekkür ifadesi alacağını hayal etmişti.

Oğluş’un kafesin içindeki çırpınmaları telefonu hatırlattı, tekrar eline aldı. Sesi kararlıydı ilk kez.

-Geliyorum ve ne yaptığınızı görmek istiyorum.

-Bak sen hep böyle hesap sorarsın, gelmemen iyi oldu, sen de hastalıktan kalktın yorma kendini boş yere, istediğin varsa söyle yaparız.

-Susmam hep işinize geldi, duyulsun bilinsin istemediniz.

-Biz aileniz dağılmasın istedik.

-Tahterevallideki gibi yüksekte kaldınız, biliyorum artık, susmak hayatta kalmaya yetmiyor.

Telefondaki ses uzatmakdan yana değildi.

-Sen kendini yorma şimdi, boşuna onca yolu gelme, istediğin bir şey varsa söyle başım üstüne.

-Hastaneye yattığımda formlarda bir yakın ismi sormasalardı, haberin  bile  olmayacaktı benden. Asıl sen yorma kendini.

Telefonu yüzüne kapattı. Hızlıca hazırlandı. Mektup kutusu, Oğluş, bir de üzerlik otlarını aradı gözleri.  Annesinin  çeyiz sandığı olmuştu üzerlik deposu.

(Ne içindi be anne, senin kaçıramadığın kötü ruhları onlar mı kaçıracak?)

Yola çıkmak için gerekli izinleri almaya sarıldı telefonlara. Raporlarını toparladı, arabaya bindi, yola çıktı.

Ertesi gün kasaba halkı itfaiye sirenleriyle kapı önlerine yığıldı. Kadim amcalarının ölüm haberinin ardından şimdi de evindeki yangınla  gizli gizli dövdüler dizlerini. İlk görenler rüzgara rehberlik eden bir kuştan ve havada dans eden  beyaz kağıtlardan bahsetti.  Mahalleyi saran üzerlik kokusu ise uzun süre hafızalardan silinmeyecek  gibiydi.

Alev Ramiz