(8 Nisan 1970 – 24 Temmuz 2011)

Didem Madak, 8 Nisan 1970 tarihinde İzmir’de dünyaya geldi. Liseyi İzmir’de tamamladı.  Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Tezgâhtarlık, sekreterlik ve anketörlük gibi çeşitli işlerde çalıştı. Şiirleri 1995 yılından itibaren Sombahar ve Ludingirra gibi dergilerde yayımlandı. 

İlk kitabı Grapon Kağıtları ile 2000 Yılı İnkılap Kitabevi Şiir Ödülünü aldı. Kitabın temasını, şairin birer şiir karakteri, kahramanı olarak sunduğu ve kitabın arka kapağında da belirtildiği üzere kurmaca kişiler değil, gerçek olan kız kardeşi, annesi, babası ve yakın çevresinden tanıdıklarıyla tek yönlü, yüz yüze olmayan konuşmaları oluşturur… Bu söyleşiler bazen monolog, bazen mektup biçim ve biçemindedir…

Sonraki yıllarda yayınlanan iki kitabı : “Ah’lar Ağacı (2002)” ve “Pulbiber Mahallesi (2008)” Madak aynı zamanda, Wayne Miller ve Kevin Prufer’ın yayıma hazırladığı ‘New European Poets’ adlı antolojide şiiriyle Türkiye’yi temsil etmiştir.

Madak’ın, kendi deyişiyle “iki Füsun” (yani efsun) arasında kısa süren yaşamı, genç yaşta yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle İstanbul’da son buldu. “İki Füsun”dan birincisi, Madak on dört yaşındayken otuz sekiz yaşında yitirdiği annesidir. İkincisi ise kırk bir yaşındayken (2011)  amansız hastalığı nedeniyle dünyada bırakarak ayrılmak zorunda kaldığı kızıdır…

Madak bir söyleşisinde, çocukken evdekilere hisli mektuplar yazıp kapı altından attığını fakat büyüyünce bu tip soytarılıklar yapmak komik olduğu için şiire yazmaya başladığını anlatır. “Şiir bende hep çocukluk alışkanlığı, bir tür muziplik olarak kaldı. Kibritle oynayan çocuğun muzipliğini hissettim hep şiir yazarken. Ve genelde de yangın çıktı. Birileri hep kaçmamı söyledi, yanan yeri bırakıp kaçmamı söyledi. Ama ben hep o yanan yeri grapon kağıtlarıyla süslemeye çalıştım. “

Kendini ütüsüz ve buruşuk bir ruhun şairi olarak tanımlayan Madak’ın şiirle buluşması da yüreğinde çıkan yangınla, kendisi 12 , kardeşi 7 yaşındayken annelerini kaybetmeleriyle başlamıştır. 

On dört yaşındaydı ruhum bayım

Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı

Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz

Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri

Didem Madak 41 yaşında annesiyle aynı şekilde kolon kanserinden yaşamını yitirdi. Geride bıraktığı kızı Füsun’a 2009 yılında Şükran Yücel’e gönderdiği e-postada ise şöyle seslendi:



“Canım Kızım

Sana mektup yazacağım. Çünkü artık başka bir şey yazamıyorum. Bu konuda pek de dertli değilim doğrusunu istersen. Sen bana belki bugüne kadar yazdığımdan başka türlü bir yazı yazmayı öğretirsin. Kendimi bir sonbahar ağacı gibi hissediyorum. Mutlu bir sonbahar ağacıyım ben. Yere düşen yapraklarımı eğilip topluyorum. Saçıma tutuyorum. Bakın yakışmış mı diye soruyorum. Sonra yaprakları havaya savuruyorum. Ben iki kişilik bir kabilenin me isimli kölesiyim. Çünkü sen acıktığında me diye ağlıyorsun ve bu ismimi seviyorum reis!

Canım kızım, cehaletimden şair oldum… Annesizlikten. Sen sakın şair olma!”

Didem Madak, şiire herkesten ve herşeyden çok özgürlük vadettiği için başladığını söyler. Yaşlanmayı da bir özgürlük vaadi olarak görür. “Bu yüzden eteklerinin ucundan sarkan paçalı donlarına aldırmadan, örtmeden – gizlemeden dolmuşa binmeye çalışan, önüne gelen erkeğe yardım etmesi için elini uzatan yaşlı teyzelerin durumu bana çok büyüleyici gelmiştir hep. Yaşlı bir kadın hayatının bir dönemini kadın olarak geçirmiştir, ama artık tam bir kadın değildir. Yani bir kadın gibi kendini gizlemek, korumak zorunluluğu yoktur. Yaşlandığım vakit, şiirimin değişebileceğini düşünüyorum. Gecenin bir vakti kimsenin ilgisini çekmeden bir meyhaneye oturup, herkesin suratını inceleyebilirim o zaman. En fazla, bu buruşuk suratlı kadının niye kendilerini inceleyip durduğunu düşünürler. Sonra çok içip masada sızmama yakın, heyy kocakarı, derler bana, kapatıyoruz, hadi evine git. Genç bir kadın için tam bir yalnızlık mümkün olmuyor aslında. Eskiden cebimde bir falçata taşırdım mesela. Gecenin üçünde hiç korkmadan, arkamdaki ayak seslerini kollamadan, sokaklarda yalnız dolaşabilmek benim şiirime çok şey katabilir gibi geliyor. Yaşlanınca daha rahat ederim diye düşünüp, yaşlanma etkilerini geciktirici krem kullanmıyorum. Ne kendim ne de şiirim için. Ben sanırım yaşlanınca şu kabına sığamayan, çatlak ihtiyarlardan olacağım. Zaten şu an yazdığım şiirler beni, torunlarıma hayatımı anlatmak zahmetinden kurtaracak. O zaman haliyle gece ikiye kadar oturaklı, derin şiirler yazacağım, o saatten sonra da torunlarımla diskoya falan gideceğim. Herkesin ‘kaçık ihtiyar’ı ayıplamasını şiddetle istiyorum.”

Didem Madak’ın özgür yaşlılık şiirleri yazmaya ömrü yetmedi. Ondan geriye, ruhumuzu dalgalandıran,okudukça “Ah!” dedirten “Ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti” dediği şiirleri kaldı

Daha ilk kitabı “Grapon Kağıtları”ndan farklı bir şair olacağını gösteren Didem Madak, çiçekli şiirler yazmanın ruhuna iyi geldiğinden bahsetti hep. Her şiirinde bir kere ölen sonra o şiirin dizelerinde tekrar dirilen şair 2002’de Varlık Dergisi ile yaptığı söyleşide şiirlerinde bu kadar çok “ah” çektiği için okuyucularından özür diledi.

“Bu kadar çok ah dediğim için okurdan af dilerim. Vesselam.”

Kaynak : Varlık Dergisi, Sayı:1141, 1 Ekim 2002

Nalan İncekara