( 2 Ağustos 1867 – 27 Ağustos 1937)

Nasıl bir duygudur halka mal olmuş ‘Vatan Şairi’nin oğlu olmak! Ali Ekrem Bolayır’ın yaşamını çalışırken aklıma hep bu soru takılmıştı. Kısa araştırmamı sonlandırdığım şu sıralar, babasına layık, her şeye karşın gölgesinde de çok kalmamış,  yaşamının sonlarını şanssız geçirmiş nazik, kibar ve hüzünlü bir beyefendi hayal ediyorum. Acılı gözleri ‘Vasiyet’i okuyor.

‘Hürriyet Şairi’miz Namık Kemal ailesinin isteğiyle on sekiz yaşında evlenmiş Nesime Hanım’la. 1864’te kızı Feride, 1867’de oğlu Ali Ekrem doğmuş. Ali Ekrem doğduğu sırada Avrupa’da kaçakmış Kemal. Dede Mustafa Asım Bey, doğumu müjdeleyen mektupta, çocuğa ne ad vermek istediğini de sormuş. Doğumunu göremediği oğluna, Recaizade Mahmut Ekrem’i çok sevdiği için Ekrem adını koymuş Büyük Şair.

Ali Ekrem kısmen babasının, kısmen dedesinin yanında büyümüş. Bir yıl Fatih Askeri Rüştiyesi’nde okuduktan sonra, babasının önce Rodos’a sonra Sakız Adası’na sürülmesi nedeniyle öğrenimine devam edememiş. Özel hocalardan aldığı derslerle Arapça, Farsça, Fransızca öğrenmiş. Namık Kemal oğlunun eğitimine Avrupa’da devam etmesini ve batılı yetişmesini istiyormuş. Ancak maddi durumu elverişli olmadığından saraya dilekçe vermiş. İkinci Abdülhamit, Kemal’in bu arzusunu yerine getirmemiş. Ancak gönül alma babında, Mabeyn Katipliğine tayin etmiş Ekrem’i. O sıralar bu görev diğer memuriyetlerden üstün sayılmaktaymış. Sultan bu görevle, Ekrem’i bir taraftan himayesine alırken bir taraftan da Namık Kemal’in oğlu olarak gözaltına almış olmalı. Namık Kemal o sırada Sakız Adası’nda ölümle pençeleşiyormuş, kısa bir zaman sonra da vefat etmiş. Vasiyeti varmış şairin; Bolayır’da bulunan,  Orhan Gazi’nin oğlu Şehzade Gazi Süleyman Paşa türbesi avlusuna gömülmek istemiş. Ali Ekrem, saraydan izin çıkmasını takiben, eniştesi Menemencioğlu Rıfat Bey ile beraber Bolayır’a giderek bu görevi ifa etmiş.

Mabeyn-i Hümayun Katipliğinde on sekiz sene çalışmış Ali Ekrem. Bu sırada Kavalalı Ahmet Celal Paşa’nın kızı Celile Hanım’la evlenmiş. Cezmi adında bir oğlu, Masume, Selma ve Beraat adlarında üç kızı olmuş. Daha sonra,  Kudüs Mutasarrıflığı, meşrutiyetten sonra da Beyrut Valiliği, Cezayir-i Bahr-i Sefid valiliği, Darülfünun’da edebiyat müderrisliği, tekrar Cezayir-i Bahr-i Sefid valiliği görevlerinde bulunmuş. Balkan Harbi’nde Yunanlılara esir düşmüş, bir haftalık esaretten sonra İstanbul’a gelmiş.

Babasının ünlü roman kahramanının adı verilen oğlu Cezmi, müziğe çok yetenekli, bir o kadar da hassas bir çocukmuş. Kendinden yaşça çok büyük ve evli olan Belçikalı müzik öğretmenine aşık olmuş. Aşkına karşılık alamayınca da eniştesinin silahıyla yaşamına son vermiş. Bu olaydan çok etkilenen Ali Ekrem bir süre Mazhar Osman’ın kliniğinde tedavi görmüş.

Yaşamının son yılları maddi manevi sıkıntılarla geçmiş. Darülfünun, Galatasaray Lisesi, Maltepe Askeri Lisesi’nde öğretmenlik yapmış. Yirmi yaşındaki oğlunun ölümünden on yıl kadar sonra büyük kızı Masume yirmi sekiz yaşında tifodan vefat etmiş. İki çocuğunun kaybı ile iyice perişan olan Ali Ekrem hatıra defterine şu satırları yazmış.

Yavruların annesine dedim ki,
İki kalbe az gelirdi bir mezar…
Yalnız kalsın (Cezmi) senin kalbinde.
Kalbimde de (Masume) nin kabri var.

Son yıllarında teselliyi, dost meclislerinde, edebiyatta, biraz da içkide arayarak geçirmiş, 27 Ağustos 1937’de yakalandığı gırtlak kanseri nedeniyle yaşama veda etmiş, Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiş.

Ali Ekrem şiir yazmaya on yaşında başlamış, ilk şiir denemeleri 1891’de Mirsad ve Resimli Gazete’de yayımlanmış. Daha sonra Maarif, Malumat ve Servet-i Fünun’da şiir ve yazıları çıkmış. ‘İlham’ ve ‘A(yın). Nadir’ takma adlarını kullanmış. 1897 Türk-Yunan Harbi sırasında, Servet-i Fünun’un bu savaş için çıkan özel sayısında ‘Vasiyet’ adlı şiiri yayımlanmış. Anadolu ağzının kullanıldığı, doğal konuşmaların yer aldığı, nazımı nesre çok yaklaştıran bu şiir o dönemde çok ses getirmiş. Aruz vezninin ve Osmanlıcanın güçlü bir savunucusu olmasına karşın şiirlerinde hece vezni ve konuşma dilini de kullanmış. Servet-i Fünun’da yazı yazsa da Edebiyat-ı Cedide’nin edebi anlayışına tamamen katılmamış. Bu nedenle yazdığı eleştiri, Tevfik Fikret tarafından bazı değişiklikler yapılarak basılsa da çok tepki almış. Ekrem’de almış yazısını, muhalif yayın organı Musavver Malumat’ta yayınlatmış. Bu olaydan sonra Servet-i Fünun yazarlarının bir kısmı bu muhalif gazeteye geçmiş, iş Edebiyat-ı Cedide’nin dağılmasına kadar varmış.

Sevet-i Fünun şairi olarak değerlendirilen Ali Ekrem Bolayır, eserlerinden çoğunu 2. Meşrutiyet’ten sonra yazmış, yeni ve değişik bir ses olarak isim yapmış. Meşrutiyete kadar yazdıkları daha çok bireysel iken, daha sonra toplumsal konulara eğilmiş, Servet-i Fünuncular içinde sosyal konulara en çok yönelen olmuş, milli, ahlaki, vatani, dini içerikli eserler vermiş. Şiir dışında eleştiri, sohbet, deneme, öykü, tiyatro, mensur şiir, edebiyat tarihi, monografi türlerinde de birçok esere imza atmış.

Eserlerine bir göz atalım şimdi;

Kitap olarak yayınlanan şiirleri:

-Kasîde-i Askeriyye (1908). Osmanlı askerine övgü maksadıyla kaleme alınan kırk bir beyitlik bir kaside olup Nâmık Kemal’in “Hürriyet Kasidesi”ne nazîre olarak yazılmış.

– Kırmızı Fesler (1908). Müstezat tarzındaki bu tek ve uzun manzume, II. Abdülhamid’in jurnalcilerini hicvetmek için yazılmış.

– Rûh-ı Kemâl (1908). Ali Ekrem nazım-nesir karışık olan bu eserini babasının hâtırasını yeniden canlandırmak amacıyla kaleme almış.

– Zılâl-ı İlhâm (1911). Şairin gerçek şiir sanatını ortaya koyan bu eserinde 1888-1908 yılları arasında yazdığı şiirler yer almış.

– Lisân-ı Osmânî (1916). Dilde sadeleşme hareketi sırasında Osmanlıca’yı savunan görüşlerini bu küçük kitapta manzum olarak ortaya koymuş.

– Ordunun Defteri (1920). Artarda girilen savaşlardan yorgun çıkan Türk askerinin mânevî gücünü yükseltmek amacıyla yazılmış.

-Ana Vatan (1921). Ordu tarafından ısmarlanmış bütünüyle manzum bir eser.

– Şiir Demeti (1924). Çocuklar için yazılmış bir şiir kitabı.

– Vicdan Alevleri (1925). Dil bakımından biraz daha yeni, fakat ruh bakımından eski özellikleri devam ettiren bir eser.

-Ali Ekrem’in önemli bir eseri de Tâir-i İlâhî’ymiş. 2180 beyit civarında olan bu eserde, insan hayatının çeşitli devirlerini filozofik bir tavırla gözden geçirmiş. Tair-i İlahi, ailesinin elindeki müsveddeler arasında iken 2013 yılında basılmış.

Dil ve Edebiyat Görüşlerini İçine Alan Eserleri:

Târîh-i Edebiyyât-ı Osmâniyye (1912), Lisân-ı Edebiyyât (1914), Lisân-ı Osmânî (1916), Nazariyyât-ı Edebiyye Dersleri (1915-1918), Şerh-i Mütûna Medhal (1928), Lisanımız (1930). Babası Nâmık Kemal’in eserlerinin yeniden yayımlanması dolayısıyla kaleme aldığı ‘Külliyyât-ı Kemâl Tab‘ Olunuyor’ (1912).

Monografileri: Recâizâde Mahmud Ekrem Bey (1923), Nâmık Kemal (1930).

Tiyatroları: 1908’den sonra edebî çevrelerde yeniden canlanan tiyatro türünde Ali Ekrem’in ilk denemesi kitap olarak da yayımlanan Bâria olmuş (1908). Daha sonra Yavuz Sultan Selim, Sükût, Mama Dadım Darılır adlı üç piyes denemesine de girişmiş, fakat bunların tefrikaları yarıda kalmış.

‘Vasiyet’ini aşağıya bıraktığımız değerli edebiyatçımızı doğumunun 153. Yılında sevgi ve saygı ile anıyoruz.

VASİYET

Donukça bir fenerin nur saçan civarında
Çadırların arasında, serinde, rahatta
Nöbet değiştirilen bir ferahlı saatte
Ağaçlı bir tepenin kuytu bir kenarında
Buluştular iki hemşehri kahraman asker:
Çemizgezekli Memişle bölük emini Ömer.

Gel arkadaş-. Bakalım gel şu mektubu anlat…

Babam nasıl?

— İyidir…
— Çok şükür… Nasıl Eminem?
Yeminlidir, bana korkma yalan demez ki ninem
Çarık takındığımız gün ağırca hasta idi

— Memiş, eğer ben Ölürsem sakın acınma! dedi.
— Baban selâm ediyor. Dal taban selâm ediyor,

Bekir selâm ediyor. Pehlivan selâm ediyor.
Ninen selâm ediyor, animi kızların hattâ…
Çoban selâm ediyor…
— Bak hele! diyindi bana Bizim kadın nice olmuş?
Bizim kadın, Emine!
— Bekir nişanlanıyormuş,
Beyırmagı taşmış
Sular yeşil höyüğün, üstünü basıp aşmış!
— Yoğundu…Amma Suhâ! Coşkun olmalı bu sene.
Kızılpınar bu kadar taşmadıydı. Sen de hele
Şu mektubu bitir artık; bizim kadın nicedir?
— Memiş durundu…
— Bırak, ben tamam sekiz gecedir
Düşümde görmedim artık.
— Bu yıl da Sazlı İle Çekirge çok düşüyormuş,
Öğen hele yoğ imiş…
Ağılda üç koyun ölmüş, sıcak biraz çoğ imiş.
Senin buza büyümüş, gök ağaç çiçek açmış
Zavallı Çöp Hasan’ın kır tayı dağa kaçmış.
İmam dua okumuş cenge, Ha selam ediyor.
Çakır selam ediyor, Mustafa selam ediyor.
-Bırak bırak. Yetişir. Anladık.
-Selam ediyor.

-Ne saklıyon bana sen?
Anlamam mı halinden.
Bizim kadın diyiver, di… Düşümde gördüm ben.
Memiş, O namı ufalmış vücudu heykel er.
O dağ kadar topa karşı göğüs geren asker
Yıkıldı yıldırımdan şu gizli bir haberin
Ezildi koptu yerinden o kahraman yüreği
Yürekte bir acı var.
Karşısında sevdiceği
Garip. Can veriyor zannolundu. Sordu yine.
Bizim kadın gidivermiş. Değil mi ah Emine?
Biraz da ağladı, kalbinde bir melal helecan.
Elemli ruh kuşu göğsünde eğliyordu figan
Şafak henüz söküyordu. Hazin bir ince gülüş
Çocukça bir bakışın şevki nurlu bir dökülüş
Ağaçların arasından, çadırlar üstünden
Süzüldü geldi, güzel bir hayale dalmış iken.
O gamlı askerin alnına konmuştu askerin birden.
Emin imiş gibi Allah’a varmasından onun
Semaya en acı hamdeyle, toprağa kinle
Bakıp vasiyyetini başlamıştı takrire

-Şehit olursa eğer kimse bir şey almayacak
Ne malı var bu fakirin, beş on koyun, kösemen.
Biraz ekin, buzağı, kağnı, bir de sazlı dere.
Bu şeylerin birisi arkasında kalmayacak
Ne var, ne yoksa satıp savmalı. Bahasıyla.
Emine’ye yakışır bir taş almalıdır emeli.
Kızıl boya, sarı altın yazıyle süslenmeli.
Taşın yüzünde kılınç resmi olmalı mutlak.
Memiş nefer mi, ya zabit mi kim bakıp soracak.
Bir ince süngü yapılmış ki hiç değilse bile.

-Bir asmacık dikiversin babam. Fidan salsın.
Bi danecik Eminem tanesinde hoş kalsın
İmam efendiye söylen ki, Hak rızası için.
Mezarcının başucunda üç ayda bir akşam.
Bir “Amme”cik okusun. Bir yanık ilahi desin.
Kadıncağız gidiverdi.

-Şuna bakındı tamam
Memiş sen ağlar isen şimdicik kaçıp giderip.
Sıra sıra dolacakken selam sabahlar ama.
Çalındı bir boru.

-Kak, kak Memiş. Silah başına!
Memiş o mektubu boğmuştu şimdi gözyaşına.
Kıvırdı koynuna koydu. Yürekte aşk-ı hüda
Şehadet izleri yüzde. Atıldı meydan
Kavuşmak isteyerek, Ahirette canana

Asil Şenol Topçu

Kaynakça:

siirparki.com

TDV İslam Ansiklopedisi

Ali Ekrem Bolayır Biyografisine Katkılar- Âlim GÜR-dergisosyalbil.selcuk.edu.tr

Marmara Üni.-Türkiyat Araştırmaları Ens.-Hatice Tosun- Yüksek Lisans Tezi

Turkedebiyati.org