İlk gençlik yıllarımda tarihe, eski uygarlıkların eserlerine duyduğum merak beni mitolojiye yönlendirmişti. Azra Erhat ile bu dönemimde tanıştım, şiirsel, sade ve yalın anlatımı da kitaplarını okumamı kolaylaştırdı. Önce Mitoloji Sözlüğü ve sonra İşte İnsan (Ecce Homo). Bu kitapta çağlar boyu insana dair herşey vardı. Mitoloji, kültür, edebiyat, sanat, felsefe. İlk Çağ (Monologos), Ara Çağ (Dialogos), Bizim Çağ (Symphonia) olmak üzere, üç ayrı bölümde, hümanizmanın düşünsel temelleri atılıyor.
Bu çok sevdiğim aydın kadın yazarı size tanıtmak istiyorum.
Eski Yunan ve Roma dilleri uzmanı oluşunun yanı sıra bir filologdu. Ülkemizde arkeoloji çalışmalarının öncü simalarından biriydi, gerçek bir Anadolu bilimcisiydi.
“Mavi Yolculuk” terimini de ilk ondan duymuştuk. O, masmavi bir düşün kadınıydı; mavi düşlerin, mavi düşüncelerin kadını…
12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında tutuklanıp cezaevinde dört ay kaldığı dönemde kaleme aldığı küçük yeğeni Gülleylâ’ya seslendiği Gülleyla’ya Anılar kitabı mektup formatında kendi hayatından kesitler veriyor.
4 Haziran 1915 tarihinde Şişli’de ana cadde ile Küçükbahçe Sokağı’nın kesiştiği köşede bulunan üç katlı büyük bir evde doğdu Azra Erhat. Gülleylâ’ya Anılar’da çocukluğuna dair en uzak anı olarak, bazı güçlü seslerin, gürültülerin kulağında yankılandığını dile getirir. Bu seslenişler “Yangın vaaar!” nidalarıdır. Bekçilerin, mahalledekilerin ağzından sıklıkla duyduğu ve çevreye telaş veren bu seslenişlerden çok korktuğunu, o yıllarda İstanbul’un ahşap evlerini bekleyen en büyük tehlikenin yangın olduğunu anlatır.
Bir gün teyzesi ağlayarak gelir, evi işgal edilmiş, kendi de evinden çıkmaya zorlanmıştır. Azra, İngiliz askeri denen kişilerin masallardaki devlerden, cinlerden de beter kötü kişiler olduklarına kanaat getirir. Bir gün gelir, kendi evlerinin de işgalcilerce boşaltılması istenir, büyük bir üzüntüyle evden çıkmaya hazırlanırlarken her nasılsa ani bir kararla eve yerleşmekten vazgeçer İngiliz askerleri.
Azra Erhat, çok dilli ve çok kültürlü ortamlarda büyüdü. “Bizim evimizde en az üç dil kullanılırdı: Türkçe, Fransızca ve Rumca” diyor. 1922 sonbaharında ani bir “İzmir’e taşınma” haberiyle şaşırır Azra. Uzun süren bu vapur yolculuğu sırasında annesiyle yolcu hanımlar arasındaki konuşmalarda “yangın, harp, felaket” gibi sözler geçtiğini duyar Azra. Vapur, İzmir’e yavaş yavaş yaklaşırken kentin Körfez’den görünümüne hayran olur. Kordon boyunda bir eve yerleşirler. Üst katı geniş cumbalı, iki katlı beyaz bir yapıdır. Arkasında asmalı duvarı olan ufak bir bahçesi vardır. Kordon boyunda yalnızca bir sıra ev korunabilmiştir yangından, arka balkondan tepelere uzanan sokaklar boyunca taş yığınları ve göz alabildiğine yıkıntılar görülmektedir.
Azra, hayatında ilk kez sinemaya Kordon’da gider, ilk filmleri burada izler. Sinema onda iz bırakacak ve hayatı boyunca bir sinema tutkunu olacaktır. İzmir’de yaşam günlük güneşlik, aydınlık ve eğlenceli gelir ona. Resimli dergiler ve çocuk kitapları okumaktan keyif alır. Komşu evdeki musevi kızla da arkadaş olmuştur.
1924 yılında hayat sonsuz bir bahar gibi açılıyordu gözlerinin önünde. Tütün firmasında müdür olan babası, İzmir ve çevresinde çok iyi ün yapmıştı. Viyana’daki patronlar durumdan memnundular. Çok geçmeden başka bir haber gelir: Yeni bir yaşam için ailece Viyana’ya gideceklerdir. O yıllarda Azra Erhat bir hatıra defteri tutmaya başlar. On, on bir yaşlarında bir çocuk olmasına rağmen, şehrin romantik havasından etkilenir. Sanki bir masal şehridir Viyana; mimarisi, Tuna nehri, parlak kültür ve eğlence hayatı, konserleri, operaları, tiyatroları, soylu ve nazik havasıyla büyüler onu. Viyana’da tiyatro sanatının önemini derinden kavrar. Gülleylâ’ya Anılar’da belirttiği gibi, tiyatronun herhangi bir eğlence, gelişigüzel bir oyun sergileme yeri değil de insanlığın çok ciddi, çok önemli bir töreninin kutlandığı yer olduğunu Viyana’da öğrenir. İzlediği oyunlar ona yepyeni güzellikler sunar, onun dünyasında sanatların en sihirlisidir tiyatro. Öyle ki Azra Erhat’ın sanata adım atmasını, sanat yaratıcılığının ne olduğunu sezinlemesini sağlamıştır.
Ailenin Viyana’da yaşamı iki yıl sürer, daha sonra Belçika’ya giderler. Burada Flamancanın yanı sıra Fransızca’sını da geliştirir. Belçika’nın coğrafyası, mimarisi, kültürel dokusu etkiler Azra Erhat’ı.
1930’lu yıllarda büyük buhran nedeniyle ailesi İstanbul’a döner, babası vefat eder. Azra Belçika’da kalıp lise eğitimini bitirir, 1934’te İstanbul’a döner ve İstanbul Üniversitesi’ne yazılır. Hitler’den kaçan Alman hocalarıyla İstanbul Üniversitesi adeta altın yıllarını yaşamaktadır. Edebiyat Fakültesi’nde Prof. Leo Spitzer, alanında dünyaca ünlü ve değerli bir hocadır. Azra Erhat, Prof. Spitzer’den çok etkilenir, onu bilimsel hayatında bir dönüm noktası olarak görür. Onun için, “Hem geleceğime yön veren hem de öğretisi ve yöntemiyle o gün bu gün çalışmalarıma damgasını basan bilgindir. Leo Spitzer olmasaydı bugün ben olmazdım, dünya görüşüm bu olmaz, anılarımı daha açık seçik bir dille iletemezdim,” der.
1936 yılı Azra Erhat’ın yaşamında ikinci bir dönüm noktası oluşturur: Hocası Prof. Spitzer bir gün onu Prof. Georg Rohde ile tanıştırır. Spitzer onu “İşte benim Latince-Yunanca bilen tek öğrencim,” diye tanıtmıştır. Rohde, Ankara’daki çalışmalarından söz eder, orada tek başına olduğunu; kendisine bir asistan ya da bir yardımcı bulunamadığını, Türkçe bilmediği için derslerini Türkçeye çevirecek birini aradığını, ama altı aydan beri bu sorun çözümlenmediğinden büyük bir umutsuzluğa düştüğünü yana yakıla anlatır. Spitzer, coşkun ve içten bir şekilde “Azra’yı alın” der. Böylece Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji bölümüne mütercim olarak atanır.
Ankara’da on bir yıl kalır Azra Erhat. Ankara’nın ışığı, içini sevinçle doldurur. Ona göre, Ankara’da öyle bir ışık ve aydınlık vardır ki, insanın yüreğinde ve kafasında engin bir esenlik yaratır. Yeni kurulan ve gelişmekte olan Türkiye’nin kalbi, geleceğin ışığıyla doludur. Buradaki dersler, öğrencilerin istekli ve hevesli çalışmalarıyla güzel ve anlamlı geçer. Azra Erhat o yıllarda örnek bir aydın genç kadın portresi çizer: Hayata yeni atılmış, geçimini kendi sağlayan, önemli bir işi olan, Atatürk’ün Ankara’sına görevle gelmiş bir kadın. İyi giyinen, üstü başı tertemiz, tayyörleriyle şıklık sergileyen derli toplu bir Türk kadını. Edebiyat ve hümanizma en çok ilgi duyduğu alanlardır yine. Arkadaş çevresi giderek genişler; Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Erol Güney ve Orhan Veli’yle yakın dostluklar kurar, onların çevrelerini de tanır. Edebiyat, sanat, kültür ve hümanizma odaklı tartışma ve düşünceleriyle genişleyen bir arkadaş grubu oluştururlar. Böylece, bilimin derinliğinde, sanat ve edebiyatın yüceliğinde yol almaya devam eder Azra Erhat. Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak Hasan Âli Yücel’in kurduğu Tercüme Bürosu’nda Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Orhan Burian ve Saffet Korkut’la birlikte çalışır. Bu dönemde Dünya Edebiyatı’ndan Tercümeler’in Yunan Klasikleri serisinde, Aristophanes’ten Barış, Sophokles’ten Elektra, Platon’dan Devlet’i çevirir. Orhan Veli ile birlikte, 1955’te sadece Orhan Veli’nin adıyla yayımlanan Jean Anouilh’dan Antigone’u çevirir.
1947 yılında, daha önce boşanmış olduğu halde, bir Macar’la evli olduğu gerekçesiyle üniversitedeki görevine son verildi Azra Erhat’ın. Asıl amaçlanan, o yıllarda ilericilere yönelik “sol aydın temizliği”ydi. Azra Erhat, Atatürkçü, hümanist bir aydınlanmacı olarak, komünizmle doğrudan ilgili olmadığı halde, haksız bir şekilde bu “cadı avı”na hedef olan aydın bir kadındı.
Azra Erhat, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Fakültesi’nden ayrıldıktan sonra İstanbul’a döndü. 1949-1954 yılları arasında Yeni İstanbul gazetesinde sanat eleştirmeni ve çevirmen olarak çalıştı; 1954’ün son yedi, sekiz ayında gazetenin Paris muhabiri olarak görev yaptı. Daha sonra Vatan gazetesine geçen Azra Erhat, 1956 yılına kadar burada çalıştı. Gazetecilik yıllarında da çeviri çalışmalarına devam etti. Fransız yazarları Antoine de Saint Exupéry’den Küçük Prens, Colette’den Cicim romanlarını çevirdi.
Azra Erhat, 1956 yılından emekli olduğu 1975 yılına kadar Uluslararası Çalışma Bürosu (ILO) Yakın ve Orta Doğu Merkezi’nde kütüphane memuru olarak çalıştı. 1956-1982 yılları arasındaki dönem Azra Erhat’ın yazarlık yaşamının en verimli ve yaratıcı devresini oluşturdu. Bu süre içinde tek başına ve Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte yaptığı çevirileri, Yeni Ufuklar dergisinde yazıları, kendi dünya görüşünü, hümanizma anlayışını ve kültür sentezini sergileyen özgün denemeleri yayımlandı. Şair A. Kadir ile birlikte Homeros’un iki büyük destanı olan İlyada ve Odysseia’yı çevirdi. İlyada’nın birinci cildiyle 1959 yılı Habib Edip Törehan Ödülü’nü, ikinci cildiyle 1961 yılı TDK Çeviri Ödülü’nü kazandı. Odysseia çevirisi 1970 yılında yayımlandı. Batı kültürü ve edebiyatının temellerini oluşturan bu iki dev yapıtın A. Kadir-Azra Erhat ikilisi tarafından dilimize kazandırılması, önemli bir kültürel olay olarak sanat-edebiyat tarihimizde yerini aldı.
Bu çeviri, daha önceki bazı çevirilerden daha nitelikliydi; Homeros’un insan kaynağından fışkıran sade ve doğal diline daha yakın, daha uygundu. Odysseia’da bir roman kurgusu olduğunu belirten Azra Erhat, “Odysseia, uygarlığımızın ilk ve belki de en ölümsüz romanıdır” der.
Kültürel konulara yoğun düşünce emeği veren Azra Erhat, kendi kültürüne yabancı kalanları her zaman eleştirdi. Doğu-Batı arasında sıkışan aydınımıza yol gösterecek nitelikte pek çok fikrinin, yazdığı denemelerde ışıl ışıl parladığını da belirtmeliyim. Azra Erhat, Batılılaşma yolunda taklitten uzak durmayı önerir, her şeyden önce Batı’nın “erdem” anlayışının esas alınması gerektiğini belirtirdi.
Azra Erhat, hastalanmasından kısa bir süre önce, Atatürk’ün doğumunun 100. yılına yetiştirmek üzere Osmanlı Münevverinden Türk Aydınına adlı ortak kitabı hazırladı. Bu kitap, onun son çalışması oldu. Ne yazık ki kansere yakalanmıştı. Londra’da bir süre tedavi gördü, ancak tedaviler sonuç vermedi. 6 Eylül 1982’de altmış yedi yaşındayken İstanbul’da vefat eden Azra Erhat, İstanbul Üsküdar Bülbülderesi Mezarlığı’nda sonsuz yolculuğuna uğurlandı.

Azra Erhat’ın mezarına Füreyya iki kuş yapmıştı. Bülbülderesi’ndeki mezar taşındaki bu kuşu Azra Erhat bizzat istemiş, “Belki kuş olur uçarım” diyerek. Füreya, bunun üzerine Erhat’ın istediği kuşu yapmıştı.
Ama bazı eller büyük yazarın-çevirmenin ne ruhunun, ne de kuşun uçmasına müsaade etmemişler, 2016 yılında hoyratça kuşu kırmışlar! Bildiğim kadarıyla henüz tamir edilmedi. Kuşların yine uçabilmesi, Azra Erhat’ın uçabilmesi temennisiyle.
Eserleri
DENEME: İşte İnsan-Ecce Homo (1969), Sevgi Yönetimi (1978).
İNCELEME-ARAŞTIRMA: Sophokles: Hayatı Sanatı ve Eserleri (1954), Aristophanes (1958), Yunus Emre (S. Eyuboğlu ile, 1974), Mektuplarıyla Halikarnas Bahkçısı (1976), Hesiodos Eseri ve Kaynakları (S. Eyuboğlu ile, 1977), Pir Sultan Abdal (S. Eyuboğlu ile, 1977), Sapho Üzerine Konuşmalar-Şiirlerinin Çevirileri (Cengiz Bektaş ile, 1978).
GEZİ: Mavi Anadolu (1960), Mavi Yolculuk (1962), Karya’dan Pamfilya’ya Mavi Yolculuk (1979).
ANI: En Hakiki Mürşit (1996), Gülleyla’ya Anılar – En Hakiki Mürşit (2002).
ÇEVİRİ: Elektra (Sophokles’ten, 1941), Devlet III (Eflatun’dan, 1944), Versailles Tuluatı (Moliere’den, O. V. Kanık ile, 1944), Barış (1947) – Kuşlar (S. Eyuboğlu ile, 1966) – Kadınlar Savaşı (S. Eyuboğlu ile, 1966) (Aristophanes’ten), Küçük Prens (1953) – Güney Postası (1966) (A. de Saint-Exupéry’den), Türkiye Tarih ve Sanat Memleketi (A. Gabriel’den, 1954), Dişi Kedi (1954) – Cicim (1955) (S.G. Colette’ten), Şölen (Eflatun’dan, S. Eyuboğlu ile, 1958), İlyada (3 cilt, 1959-67) – Odysseia (1970) (Homeros’tan, A. Kadir ile), İnsanlar ve İnsanlar (J. Bruller’den, S. Eyuboğlu ve V. Günyol ile, 1965), Zincire Vurulmuş Prometheus (Aiskhylos’tan, 1968), Theo’ya Mektuplar (V. van Gogh’tan, 1969), Gül ile Söyleşi (çocuk kitabı Homeros’tan, 1976), Troya Masalları (1981).
SÖZLÜK: Mitoloji Sözlüğü (1972), Gargantua (F. Rabelais’den, 1973).
Işın Güner Tuzcular
Kaynakça :
https://oggito.com/icerikler/bir-mavi-kadin-azra-erhat/65071 – Hülya Soyşekerci