CÎHAN ROJ cihanroj@hotmail.com

                        

Kısa, otobiyografik bir anıyla (hemen hemen her Kürt yazarının da yazarlık öyküsüyle benzeşmektedir) çarpıcı, bir o kadar da yakıcı olan, dilimizle ilişkimizi gözler önüne seren bir tabloyu sergilemek istiyorum; yıl 1993. Mardin’de bir sendikada yöneticiydim. Yirmi sekiz yaşındaydım. Muhaliftim. Öğretmenlik yapıyordum ancak bir gün tesadüfen anadilimin alfabesiyle tanıştım! Bana bir bölümü okunmuş Kürtçe metin aklıma geliyordu ve nelerden mahrum edildiğimi anlamıştım! O gece gözüme uyku girmedi. Türkiye’de hemen hemen her Kürt bireyinin dil ile ilgili anıları ve acıları roman olabilecek niteliktedir. Bu girişten sonra yazıyı hatırlatmalar üzerinde geliştirmeye çalışmanın farklı okumalara fırsat vermesini umuyorum.

Belki de okumaların en zoru ve verimsizi kabuller üzerine yapılan okumalardır. Hele hele, kabullerle birlikte, siyasi okumaların cazibesi işi sloganlara kadar götürürse tekrarlar, kimi ezberler kaçınılmaz olur. Bir de buna duygu renk verdi mi durum iyice değişir.

Coğrafyamızda “merhamet” in renk vermediği yol ve yöntem hemen hemen yok gibidir. Bu yaklaşım bazen öyle bir hal alır ki bir edebiyatı, dili, tartışırken de, tanıtırken de ‘yolun başlangıcı ve sonu’ olabiliyor. Farklı tonlarla ve modern kılıf giydirilmiş kimi söylemlerle de merhametimiz, çoğu zaman, bizi slogan, liste, klişe ve yanılgılara götürebiliyor. Elbette bunda Kürtlerin, Kürtçenin ve Kürt edebiyatının içinde bulunduğu durumun etkisi kadar, kabullerin de rolü söz konusudur.

Merhametin hümanist yaklaşımlara yerini bırakması, savunma ve koruma tepkilerinin değerlendirme, eleştirme tutumlarına dönüşmesi, metnin de artık yavaş yavaş okuyucusuyla birlikte yazarın karşısına çıkması ve demokratik ilişki talebinin gündemleşmesi beklenti ve durumları söz konusudur.

Merhametin  insanı biraz da çaresizliğe alıştırdığı gerçeğini hatırlatırken gerçeğin acısının yakıcılığını unutmak zordur. Bu anlamda kimi zaman, hakikaten, aklımızın hükmü yüreğimize geçmez! Bunu şimdiden kimi coşkulu ve romantik söylemlere bir mazeret olarak sunmuyorum.

Kürtçe denildiğinde, ölümlerden korumak için, denizlere, sandıklar içinde nehirlere bırakılan masal çocuklarını ya da bebeklerini hatırlarım ben. Kürtçenin hikayesi aslında biraz da bu tür masal kahramanlarının hikayesidir. Kürtçe ile hikaye yazmadan önce Kürtçenin hikayesini öğrenmek daha önemlidir. Özgürlük alanı düşünüldüğünde, Kürtçe bir masal bebeği ise müzik daha doğrusu dengbêjlik dilin sandığı, denizi olmuş adeta!

Sandıklar içinde ölümden kurtulmuş bu dilin ve edebiyatının gençliği de ancak yine masallardaki öksüz kahramanların gençliğine benzemektedir; medreselerde(öncesi de olabilir çünkü bazı araştırmalar birçok yazılı eserin kaybolduğu, kaybedildiğini söylemektedir) yazılı edebiyatla tanışan Kürtçe diğer disiplinlerle yazılı olarak tanışamamıştır.

Bu kısıtlı durum bile güçlü bir Klasik Kürt edebiyatını şekillenmesine zemin sunabilmiştir.

Son yüz elli yıllık zaman dilimine odaklanırsak birçok soruyu da gündemleştirmiş oluruz. Osmanlı’nın merkezileşme hamleleri Kürtleri tedirgin etmiş, itirazlar kabul görmemiş, başkaldırıların sonuçları da ağır olmuştur.

Osmanlıyı bir şekilde kendi ülkesi olarak bilmiş Kürt aydını kısmi özerkliğin kaybıyla ve de dönemin milliyetçi gelişmelerinin de etkisiyle bir kararsızlık, bekle gör, umut taşıma durumunu yaşamıştır. Özellikle İstanbul’la bağları güçlü olan, Osmanlı’nın modernleşme hareket ve çabalarına şahitlik eden kimi Kürt aydınları yirminci yüzyılın başlarında yoğun bir şekilde dil, kültür ve edebi çalışmalara yönelmiştir.

İlk gazete(1898 Kurdistan Gazetesi)Kimi dergi çalışmaları ve değişik edebi çalışmalar belli bir zemin sunmuştur. Ancak 1920 den sonra yavaş yavaş çarpıcı gerçekle karşılaşma söz konusudur. Kürtler siyasi haklar bir yana dil,kültür ve edebi alandan da mahrum bırakılmıştır. 1925’ de Mem U Zin’e önsüz yazdığı için Hemzeyê Muksî on yıl ceza alır.

Kimi yazarlarında belirttiği gibi, her siyasi çıkış ve ardından yaşanılan acı ve yıkımlar Kürt aydınını dil ve edebi zemine yöneltmiştir; Bedirxanilerin yenilgisi yirminci yüzyılın başındaki edebi çalışmalara, 1918 yıllarındaki baskı ve kıyım Yezidi Kürtlerin yoğun bir şekilde Kafkasya’ya göçüne ve orada edebi çalışmaların yoğunlaşıp gelişmesine, 1925 Şeyh Sait İsyanı ve Ağrı direnişi Hawar dergisi çalışmalarına, 1970’ lerdeki siyasi çalışmalar ve gelişmelerden sonra 12 Eylül darbesi Avrupa ‘ya göçü ve edebi arayışlara sebep olmuştur.

1990’ lardaki siyasi gelişmelerin bu anlamda farklılıkları vardır; bir şekliyle siyasete angaje olsa da edebi çalışmaları önemsediler. Dil ve edebiyat çalışmalarını kendi kaynaklarında gerçekleştirdiler; Kürt illerinde dil ve edebi çalışmalar, o yıllarda,  illegal sayılıyordu.

Hawar Dergisi modern adımları geliştirmekle kalmamış, klasiklerden sonra yeniden bir zemin sunmuştur. Sürgün edebiyatı diye ifade edilen, aslında diaspora edebiyatı denilen, Avrupa’daki edebi çalışmalar dillin kaynaklarından uzak kalınması sebebiyle kimi dezavantajlar yaşasa da dile yönelik akademik çalışmalar, yaklaşım olarak bireyin esas alınması gibi çıkışlarla farklı pencerelerin açılmasına neden olmuştur.

1970 lerde belirli çıkışlar olmuştur ancak asıl çıkış 1990’ larda gerçekleşmiştir. Genelde Türkiye’de Kürt edebiyatı sürgün denilen edebiyat ve özellikle şahıslar üzerinden tartışılmaktadır, bu yerinde bir tartışmadır ancak eksiktir. Siz 1990 lardaki edebi çıkışı tartışmazsanız kimi manipüle edilmiş, eksik, algıya dayalı, bilinmeyenin, kabullerin gizemi üzerine gelişen sonuçlarla karşılaşırsınız.

 Tartışmayı dilin durumundan geliştirmekte ısrar etmek lazımdır. Çünkü Kürt edebiyatı diyorsak bu Kürtçe ile yapılan edebiyat demektir. Sözlü edebiyatı güçlü olan, bir o kadar da coğrafi olarak renkli, diğer dil ve kültürlerle bağ kurmuş, yazılı kültürle tanışması son yüzyıla kadar çok sınırlı olan, son yüzyılda da mahkum, firari bir dil söz konusu olmuştur.

Halen de okulu olmayan, kendi modernizasyonunu tamamlamaya çalışan bir dilin edebiyatı söz konusudur. Derleme, nakletme, savunma ve kaydetme çabaları bir şekilde devam etse de Kürt edebiyatı günümüzde hem kendi içinde tanışma bir tabloyu tamamlama, hem de dünya edebiyatıyla ilişki geliştirme üzerine bir seyir izlemektedir.

Duygusal yaklaşımlar yavaş yavaş yerini modern tutum ve yaklaşımlara bırakmaktadır. Kürtler mağduriyet üzerine geliştirilen kabul ve okumaların bir başına bir dili ve edebiyatı ileriye taşımadığı gerçeğinin farkındadırlar.  Artık metinler yorumlanmaktadır. Okumalar üzerine yapılan tanıtım ve değerlendirmeler geliştirilen eleştiriler ve yapılan öneriler eleştiriyi olgunlaştırmaktadır.

Son yıllarda Kurmanci ve Zazaca’nın yaşadığı kısmi özgürlük alanı bile tez çalışmaları, araştırma ve incelemelerin etkisiyle edebiyatın yeni alanlarla bağını güçlendirdi, farklı okumalar ve zeminler sunmuş oldu.

Hala da “okumuş Kürtlerin”  (kendi dilleri söz konusu olduğunda Kürtlerin büyük bir çoğunluğu okuryazar değildir, nihayet avukat, doktor, öğretmen, memur olmuş çoğu Kürt de Kürtçe okumayı bilmemektedir)tanıdığı, yaşadığı ve bu anlamıyla olabildiğince elit kalan bir alandan söz ediyoruz.

Artık tartışmaların yaşandığı, güçlü arayışların olduğu, hayatın her alanıyla tanışmaya hazır bir dil ve edebiyat söz konusudur.

Sonuç olarak, eksik ve kısıtlı da olsa yapılan araştırmalarla Kürt Edebiyatının tarihiyle ilgili yeni bilgilere ulaşılmakta elde edilen bilgiler ışığında da dil yeni imkanlar elde etmektedir. Bu da edebi üretimi etkilemektedir. Kürt edebiyatının tarihi ve öyküsü aslında Kürtçe’nin tarihi ve öyküsüdür.

Şimdiye kadar ispatlama, ikna, tanıtma, savunma, koruma, kaydetme, nakletme ve anlatma üzerinde gelişen çabalar günümüzde farklı sorulara yanıt bulmaya yönelmekte, modernleşmenin ve gelişmenin en iyi zemini olarak göreceğimiz, dünya edebiyatıyla bağ kurma çabaları söz konusu olmaktadır. Çeviri sorunları olsa da lehçelerle yapılan edebi eserlerin kendi içindeki dolaşımı Kürt edebiyatının temellerini güçlendirmekte, kaynaklarını çoğaltmaktadır.

Sözlü kültürdeki (dengbejlik) sanatsal ,  estetik hazın yavaş yavaş  yazılı edebiyattan da alınmasıyla birlikte gelişmenin rengi değişmeye başladı denilebilir.

Yazılı çalışmalar daha çok hafızayı tazelemeyi esas alıyordu. Geçmiş hatırlatılıp bir temel teşkil edilmeye çalışılırdı. Artık yaşanılan ve yaşanılacak olanın da gündemleştiği, soruların çoğaldığı bir süreç yaşanmaktadır Kürt edebiyatında. Toplum ve tolumsal sorunlar kadar birey ve bireye dair kurgular da önemsenmektedir. Yazılan kadar yazılış şekli, bir bütün olarak edebi nitelik esas alınmaktadır.

Sürekli mücadelelerin olduğu, dinamik bir halkın dil, kültür ve sanat alanlarındaki çabaları, belli eşikleri geride bırakmaktadır; edebiyat ve sanat hayata renk katıyorsa, tat veriyorsa, her türlü “zor”un üzerinde ılıkça esip zoru aşındırıyorsa, serbest olanı, özgürlüğü ve de kendi dünyalarını hatırlatıyorlarsa büyük bir sevinçle belirtebilirim ki Kürt edebiyatında dab ü tür arayışlar, hatırlatmalar, denemeler söz konusudur. (Türkiye’de yılda 200- 250 Kürtçe eserin yayımlanabildiği realitesini unutmadan) şu ifade edilebilir; edebiyatımız beşinci mevsimini aramaktadır.

Dil sözkonusuysa dilin coğrafyası, yaşam alanları, modernizasyonu çok önemlidir. En iyi yaratımlar dilin yaşam bulduğu alanlarda gerçekleşmesi beklenir. Günümüzde yazarların çoğu dilin yaşam bulduğu alanlarda üretmektedirler. Kürtler dünyanın her yerine göç etmişler. Diaspora edebiyatı dünya edebiyatıyla bağları geliştirip farklı tartışma alanlarını açmaya çalışmaktadır. Özellikle çeviriye dair çabalar önemsenmektedir. Kimi kişiler yaşadıklar değişik yerlerdeki gözlem ve analizlerini, anılarını Kürtçe yazmaya başladılar, bu önemlidir çünkü dili farklı yaşamlarla tanıştırmaktadır.

Bir anıyla başlamıştık, devam edelim; o dönemde bir büfe sahibiyle anlaşmıştık, haftalık Kürtçe gazeteyi herhangi bir magazin ekinin arasına yerleştiriyordu, gittiğim de o şekilde gazeteyi satın alıyordum! Renklerin sembol olarak kabul edilip insanların öldürüldüğü o yıllarda okuduğunuz gazetenin de size ne getireceği belli olmuyordu! Neden bu önemlidir? Çünkü o şartlarda eline kalem almış insanlar kelimeler ve folklor ürünlerini derliyordu. Özellikle Kürt illerinde yaşayıp da eline kalem almış olanlar derlemeyi çok önemsiyorlardı. Kaydetme, yazıya geçirme, bir arşiv oluşturmak için ciddi emek veriliyordu.

 Yazarlarımız o dönemde derlenmiş ve şu anda derledikleri kelimeleri kaydetmekten öte, onları kafeslerinden çıkarıp dizelerinin satırlarının bahçelerine bırakmaktadırlar. Bu satır sonrasında duygularımın iyice kabaracağını tahmin edebilirim, ‘yazının aklına uyup” bitirmek en güzelidir.