(Şair 17 Mart 1938-27 Eylül 2014)
“ Hazır ol kalbim
Türküsünü söylemeye
Derin yara almış
Bir umudun….”
17 Mart 1938 yılında Antalya’nın Elmalı ilçesine bağlı Akçay köyünde doğdu. Ayşe Hanım ile taş ustası Salih Demirtaş’ın oğludur. İlkokulu köyünde okuyan şair, Antalya Erkek Sanat Enstitüsü Torna Tesviye Bölümü’nden mezun oldu. Ankara Etlik’te, Ana Tamir Askeri Fabrikası’da tornacı olarak çalışma yaşamına başladı. Torna başında çalışırken, bir yandan da şiirle ilgileniyordu. Orhan Veli, A. Hamdi Tanpınar, Ahmet Haşim, Faruk Nafiz, Baudelaire, Verlaine, Paul Valery gibi şairleri okuyor, bazı şiirlerini ezbere biliyordu.
İstanbul’a gitme hayalini, biriktirebildiği parayla 1956 yılında gerçekleştirdi. Orada Kemal Burkay’la tanıştı ve arkadaş oldu. 1957-1959 yılları arasında hukuk yurdunda kaldı. 27 mayıs öncesi hükümetin emriyle yurttan topluca çıkarıldılar. Bir müddet Kemal Burkay’la birlikte bir gecekonduda yaşadılar. Sol fikirlerle bu yıllarda tanıştı ve benimsedi. İlk şiiri o kış Varlık dergisinde yayımlandı.1960- 1962 yılları arasında geceleri ve cumartesi pazar günleri devam ettiği, üç yıl süreli Ankara Akşam Teknikerlik Okulu Makine Bölümü’nü bitirdi. Sonra askere gitti.
“Asker kepimin iç kıvrımlarında, küçük kağıtlara yazılmış şiirler gezdirirdim. Talimlerde ezberlemek için bulduğum bir yol. Külebi’nin ‘Hasret’ini’, Orhan Veli’nin ‘Gün olur alır başımı giderim/Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda’ diye başlayan şiirini ‘yat-kalk’larda ezberledim. Jacques Prevert’in ‘Asker kepimi kafese/Kuşu başıma koydum’ dizeleriyle başlayan şiirini de.”
SERBEST MAHALLE
Asker kasketimi kafese
Kuşu başıma koydum çıktım
Ne o? Dedi kumandan sokakta
Selam vermek yok mu artık?
Hayır, dedi kuş;
Selam vermek yok artık.
Affedersiniz, dedi kumandan:
Ben var sanıyordum da.
Zararı yok, dedi kuş,
İnsan dediğin yanılabilir.
Çeviri: Sabahattin Eyüboğlu
Askere gidip geldikten sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ndeki fizik atölyesi teknisyenliğinde işe başladı. Gülser Hanım’la evlendi. Kızı Tülay dünyaya geldi. İmece, Türk Solu, Yeni Adımlar, Sanat Emeği, Yansıma, Adam Sanat dergilerinde şiirleri yayınlanmaya başlamıştı. Şiirleri dikkati çekince ODTÜ’deki işinden atıldı. Kendi kaleminden o yılları şöyle anlatır.
“1967, iş aradım. Bilimsel bir kuruluşun açtığı sınavı kazandım. İşe başladım. Oğlum Nazım doğdu. Ulusal Kurtuluş Savaşı’na göndermelerde bulunan bir şiir yazdım. Şiir, Türk Solu Gazetesi’nin Kasım 1967 sayısında yayımlandı. Kovuşturmaya uğradım, tutuklandım.”
Tutuklanmasına neden olan şiir Che Guevara ile ilgili bir şiirdi.
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara
Bakma şimdi durgunsa, bir şahan gibi duruyorsa
Yorgundur, savaşlar görmüştür, çeteciler barındırmıştır
Yani satılmış değillerdir hiç tüfek patlamıyorsa
Alaçamın, mor meşenin ardına silah çekip yatmaya
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara
Bizim de halkımız vardır Che Guevara
Unutulmuş uzak tarlalar yalazında
Sazıyla, kardeşliğe vurgun
Bütün ulusların halkları gibi
Ve yalnız büyük fırtınalarla kımıldayan
Bizim de halkımız vardır Che Guevara
Bizim de ozanlarımız vardır Che Guevara
Sağ çıkmış güneşsiz taş odalardan
Yüreğiyle barışa , sevgiye yönelmiş
Çelik öfke bir yanı, bir yanı uysal mavi
Eğilmeden dimdik geçmiş demir kapıdan
Bizim de yiğit insanlarımız vardır Che Guevara
Bir süre tutuklu kaldıktan sonra aklandı. Daha sonra 1968’de yine tutuklandı ve hapis yattı. Bu zaman zarfında “Voltada Bir Türkü” ve “Görüşme yeri” şiirlerini yazdı. Tutukluluğu çok uzun sürmedi. Serbest kaldıktan sonra mesleğine uygun işlerde çalıştı. Hayatı tutuklanmalar, kovuşturmalarla geçti o yıllarda. 12 Mart askeri darbesi sonrası birkaç kez gözaltına alınıp bırakıldı. Bütün bunlar ve geçim kaygısı onu bunalttı.
“1972-1978. Uzun yıllar kitaplardan ve şiirden uzak yaşadım. Oğlum Umut doğdu. Geçim kaygıları ve yaşamın küçük telaşlarında boğuldum, bunaldım. Kaçmak istedim, kaçamadım.”
Oluşan bir tümör nedeniyle bir bacağı diz üstünden kesildi. Doğduğu yerlere, kırlara döndü. Antalya’da bir demir atölyesi açtı. Daha sonra Antalya belediyesinde teknisyenlik yaptı. 1981 yılında emekli oldu.

“Doğduğum yörelere, çocukluğumun kırlarına çekildim. Anızlara sırtüstü uzanıp geceleri kentlerde görmeyi unuttuğum yıldızları, Samanyolu’nu seyrettim. Göğün derinliklerinden geçen turnaların göçünü izledim. Gece yarıları birden çıkan rüzgarla hışırdayan kavakların geceye savurduğu şarkıları dinledim…”
1978 yılında Struga Şiir Akşamları Şenliği’nde Türkiye’yi H. İzzettin Dinamo ve Arif Damar’la birlikte temsil etti. Avustralya Kültür Bakanlığı ve Sidney Türk Halkevi davetlisi olarak, Nazım Hikmet’in 25. Ölüm yıldönümü anma etkinliklerine katıldı. Sidney ve Melbourne’de Nazım’ın son eşi Vera ve Abhazya kökenli Fazıl İskender’le Nazım ve şiiri üstüne konuşmalar yaptı. Şiirleri Rusça, Fransızca, İngilizce, Bulgarca, Sırpça, Almanca gibi dillere çevrildi.
Bir süre suskunluktan sonra “Türkülerde Gezer Adları” ile “Sarı Defterim” ve Ataol Behramoğlu ile mektuplaşmalarını derlediği “Şiir Kanadında Mektuplar” adlı yapıtlarını gün yüzüne çıkardı.
“Türkülerde Gezer Adları” (2009) kitabıyla Yunus Nadi ve Cemal Süreya Şiir ödüllerini aldı.
Hayatının geri kalan kısmını Antalya’da geçirdi. Ofisinde çalışırken sabaha karşı veda etti yaşama. 27 Eylül 2014’te. Eşi Gülser Hanım sabah ofisine inince acı gerçekle karşılaştı. Konyaaltı Kitap Fuarı’nda imza günü vardı o gün.
Şiirlerinde toplumcu gerçekçi bir çizgi izleyen Demirtaş şiiri hakkında:
“Metin Demirtaş’ın şiirleri Akdeniz’in koyları gibi; o denli berrak ve derin.” Sunay Akın
“Metin Demirtaş’ın şiirlerinin ısısı yüksek, sözcükleri koyu, çift yüreklidir. Harflerin gözleri büyüktür. Işık gibi parlatır içimizi. Her sözcüğe on beş yirmi sözcüğün gücü sinmiş gibidir. Zorlama seslerden, iç ritim kurma eğilimlerinden uzaktır. Besleyici, yalın ve dobra dobradır. Duygu damarlarımıza seslenir, nehir coşkusu verir. Kısaca yüreğimizin şiir komşusudur Metin Demirtaş.” Osman Şahin
“Metin Demirtaş şiirin ulusal yatağında yürürken, düşüncesinin demir ayağını tıpkı bir pergel gibi, toprağına gömülü tutarak, diğeriyle evrensel çaplı bir daireyi dolanır. İnsanlığa karşı duyarlı bir şair olarak dünyada olup biten her şeyden kendini sorumlu tutar.
Belki de onun en büyük hatası, dışardan bakan bizler için fazla gelen, baba yadigarı alçakgönüllülüğü ve kendi köşesinde kalıp büyük yalnızlığın yaratıcılığında, devrimci şiirini örmesindedir. Dahası ‘Gürültüsüz türkü söyleyenleri seviyorum’ demesindedir.
‘Eflatun söğütlerin/Gümüş selvilerin arasından,/Bir dere türküsüyle,/Bir yol çimenleriyle//Akıyor/Vadide kar sularında/Küçük küçük bahar sesleri,/Basmış bayırları,/ Pembe dumanı badem çiçeklerinin./Tepelerde benek benek kar mendilleri.’ (Türkülerde Gezer Adları,Kırda,s.65)
Metin Demirtaş’ın bu şiirinde olduğu gibi, bütün şiirlerinde, özellikle resim sanatında ortaya çıkan ‘izlenimciliğin’ belirgin etkileriyle karşılaşırız. Devrimci düşünce özü oluştururken, doğa ‘izlenimci’ bir tarzda yansıtılmıştır.
Yürürken aksaktır….Düşünürken devrimci…Gülerken Nasrettin Hoca…Ağlarken Bayburtlu Zihni…Şairken Yunus…Öfkelenirken Pir Sultan…Aşıkken biraz Karacaoğlan, biraz Dadaloğlu…” (Ali Ekber Ataş, Milliyet blog, Metin Demirtaş şiirinde Cezanne izlenimciliği)
ESERLERİ:
ŞİİR:
Görüşme Yeri (1969) , Hazır ol Kalbim (1977,2009 ), Hançer ve Lirik (1984), Bir Mendil Gökyüzü (1988), Türkülerde Gezer Adları (2009)
DENEME:
Dağınık Satırlar-İçinden Şiir Geçen Yazılar (2000), Sarı Defterim (2011)
ÇOCUK KİTABI:
Şiirli Nasreddin Hoca Öyküleri (1996) , Çocuklar Kediler Uskumrular (1996), Tersinden Okunan Masallar (1996, kaset olarak 2000)
DERLEME.
Şiirin Kanadında Mektuplar (1997), Ve Erenler Böyle Dedi (1996)
KAYNAKÇA:
yersizyurtsuz.com/ekrandergisayfa2
siirparki.com
biyografya.com
blog.milliyet.com.tr
siirakademisi.com
antoloji.com
turkedebiyatciler.net
edebiyatvesanatakademisi.com
haber.sol.org.tr
cumhuriyetarsivi.com
Nejla Bilginer