Baharın ilk günleriydi sürüsü ile yola çıkan çoban, köyün evlerinin çatılarını göremediği yere kadar, arkasına baka baka mor dağlara uzanan ovaya doğru ilerliyordu.
Geldikleri yeşil taze çimenlerle bezenmiş ovada, beyaz benekler gibi yayılan koyunları gözlüyor, dostu Karabaş’ın sürünün etrafında neşeyle dönüşünü seyrediyordu. Kavalının hüzünlü nağmeleri ovaya yayıldığında etrafı sessizlik kaplıyor, dinlendiğini anlayarak, daha duygulu çalıyordu. O günlerden birinde aralarına bir müjde katılıyordu. Dünyaya gelmesine yardım ettiği yavrunun adını “İlkyaz” koydu. İlkyaz artık sürünün göz bebeğiydi. Hopluyor, zıplıyor Karabaş’la oynuyor, annesinin yanından uzaklaşmıyordu. Çoban papatyalardan taçlar örüyor, sahibine vermek için biriktiriyordu.
Akşam olunca kepeneğine sarılıp yatıyor, bakışları gökyüzünde Çoban Yıldızı ile konuşuyordu. “Yolumu, yönümü gösteren tek ve sadık dostum. O da beni sende görüyor mu?” diye soruyor, yanıp sönen ışığı “evet” diye algılayarak rahatça uykuya dalıyordu.
Ovadan dağların eteklerine tırmanmaya başlayınca, köylerine kadar giden dere ile buluşmuştu. Kana kana içtiği, dağlardan gelen buz gibi su, kalbinin susuzluğunu gideremiyordu. Akan suların üzerine parmağıyla yazdığı hasret şiirini köydeki sevdiğine adıyordu. Ne yazık ki dere onun dizesini siliyor, “şırıl şırıl” mırıldanan kendi sesini alıp götürüyordu. Dert ortağı Karabaş nemli gözlerle onu teselli ediyordu.
Günler günleri, günler ayları kovalarken, sürü biten otların yenisini bulmak için dağların tepelerine doğru dere boyunca yol aldı.
Gönderilen şiirleri yerine ulaştıramayan dere çok üzülmüştü. Su perisi onun bu üzüntüsünü görünce dağlara çıkan çobana ilham verdi. O şiirlerini dağlara karşı sesinin çıktığı kadar haykırarak okumaya başladı. Sıralı dağlar sesi alıyor, sedaları köydeki sevgiliye kadar götürüyordu. Dağlardan köye gönderdiği haber onu mutlu etmeye yetiyordu.
İlkyaz büyümüş yetişkin olmuş, yaz geçmiş günler güze dönmüştü. Sararan otlar arasında taze filizler arayan sürü dağların içine yayıldı.
Dağların arasına girdikçe aksi seda arttı, çoban da mutlulukla şiirlerini gönderdi. Şimdiye kadar sürünün köye dönmesi gerekiyordu ama o zamanı unutmuştu, kışın geldiğini fark edemedi. Bir anda yavaşça okşar gibi inen kar taneleri, güneş çekilince sayısız oklar olup sürüye saplandı.
Havaya asılan dokuma örtü gibi her yeri kapatan kar taneleri Çoban Yıldızı’nı görmesine imkân vermiyordu. Sürüsünü kurtarma çabası içinde olan çoban; yolunu bulmak için her yöne hamle yapıyor, her defasında yol göstericisini göremiyor, göreceği zaman da arkasında kaldığını fark edemiyordu.
Çoban son gücüyle veda şiirini göndermek için ağzını açtı sesi çıkmadı, kalbiyle şiirini okudu. Karla kaplı dağlara artık sözü geçmiyordu. Sürüsüyle birlikte üstlerine örtülen beyaz örtünün altında kaldı, sonsuz uykuya daldılar. Çıkan fırtınada çobanın heybesinden papatyaları kurumuş taçlar fırladı, etrafa yayıldı. Onlardan dağılan tohumlar baharda uyanacaktı.
Dağlardan köye doğru yola çıkan fırtına çoban için son iyiliğini yaparak onun sesi oldu, okuyamadığı veda şiirini aldı köye götürdü.
O şiir köye ulaşınca ağıt oldu.
Nebahat Alptekin
Tebrikler 👏 çok güzel duygu yüklü bir öykü. Kaleminize yüreğinize sağlık.
BeğenBeğen
Elinize yüreğinize sağlik çok duygusal
BeğenBeğen
Nebahat cim keyifle okudum. Keşke çok çok uzun olsaydı. Aşk dolu, sevda dolu duygu yüklü bir öykü. Yazmaya devam 👍📖🧿
BeğenBeğen
Masal tadında, duygu yüklü bir okuma çok iyi geldi sevgili yazarımız, yüreğine sağlık ..
BeğenBeğen