Safiye Erol adı bana öncelikle Maçka Palas’ı çağrıştırır. Çok sevdiğim bu binanın tarihini araştırdığımda karşıma olağanüstü hikayeler çıkmıştı. Şimdilerde otel olan dört kapılı, dört numaralı geçmişin Maçka Palas apartmanında Keriman Nadir aşk romanlarını yazmış, Abdülhák Hamit tutkulu aşkı Lüsyen Hanım’la orada kavga edip, son nefesini orada vermiştir. Daha bir çok yaşanmışlığı vardır bu binanın. Safiye Erol’u da bu apartman sayesinde bulmuştum. Safiye Erol, dairesinde salı günleri düzenlediği tasavvuf toplantılarında dönemin çok önemli kişilerini ağırlamasıyla benim merakımı cezbetmişti. 2000’lerde özellikle Murat Belge’nin onu keşfetmesi ile adı tekrar duyulsa, kitapları uzun bir aradan sonra basılsa da çok okunan bir yazar olduğu söylenemez. Selim İleri, Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu’nda Safiye Erol’un Ülker Fırtınası ve Kadıköyü’nün Romanı’na yer vererek Ülker Fırtınası için “Huzur’dan hayli önce yazılmış Ülker Fırtınası, bir bakıma Tanpınar’ın romanına yol açıcıdır. Ne var ki Tanpınar, hiçbir yazısında Ülker Fırtınası’nı, Ülker Fırtınası’ndaki Nuran’ı, Safiye Erol’u anmamış” diye yazar.

Kalemi güçlü olmasına rağmen günümüzde az okunması onun kanonların ve belirli kalıpların dışında kalmasındandır. Tasavvufi yönü ağır basmaktadır, inançlıdır, Samiha Ayverdi ile tanışır ve beraber Ken’an Rifai’nin dergâhına devam ederler. Ken’an Rifai Galatasaray Lisesi ve Hukuk Fakültesi mezunu farklı bir derviştir. Onun dergahı, kadınların saçları açık, erkekler takım elbiseli ve beraberce tasavvuf sohbeti yaptıkları bir yerdir. Nezihe Araz, Sofi Huri gibi isimler de bu dergâha üyedir ve beraberce Ken’an Rifai ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık (1951) kitabını yazmışlardır.
Safiye Erol, 1902 yılında Edirne Uzunköprü’de doğmuştur, Mekadonya’dan göç etmiş bir ailenin kızıdır. Annesi bektaşi dervişi Emine İkbal Hanım, babası Uzunköprü Belediyesi’nde katip olan Sami Bey’dir. İyi bir eğitim almıştır. İlköğrenimden sonra önce bir Fransız Mektebi’ne ardından önce Haydarpaşa’daki Alman Lisesi’ne sonra Beyoğlu’ndaki Alman Lisesi’ne devam etmiş, 1917 yılında Türk- Alman Derneği’nin aracılığı ile eğitimine devam etmek için Almanya’ya gönderilmiştir. 1919’da Lübek’deki özel Falkenplatz Lisesi’ni bitirip, Münih Üniversitesi’nde Felsefe ve Edebiyat eğitimi almış, 1926’da ”Arapça’da Çiçek Adları” isimli tezi ile Şarkiyat doktorasını tamamlamış, felsefe doktoru olarak İstanbul’a dönmüştür.
Yurda dönüşünden sonra Millî Mecmua ve Her Ay gibi dergilerde kadın sorunlarına ağırlık veren makaleler yazmıştır. “Safiye Sami” ismi ile tercümeler yapmış, “Dilara” adını kullanarak öyküler yazmıştır. Bir dönem politika ile ilgilenmiş ve CHP’nin faaliyetleri içinde yer almış ve İstanbul Belediyesi’nde meclis üyesi olmuştur. Deniz Kuvvetleri’nde çarkçıbaşı olarak görev yapan Nurettin Erol ile kısa bir evliliği olmuştur, çocuğu yoktur.

Safiye Erol’la 1949 yılında yapılan bir röportajda, onun edebî yönü ve eserleri hakkında kısa da olsa bazı bilgiler verilir. Röportajda Safiye Erol, Kadıköyü’nün Romanı’ndan bahsederken, bu roman üzerinde üç dört yıl çalışmış olduğunu, romanın ilk 1935’de Vakit gazetesinde tefrika edildikten sonra kitap hâlinde çıktığını söyler. Bu romanını, o günlerin Kalamış’ını yansıtmasından ve konusunu gerçek hayattan almış olmasından dolayı çok sevdiğini de belirtir. Safiye Erol, ikinci romanı Ülker Fırtınası‘nı yazdıktan sonra yayınlatabilmek için çok uğraşır. Eserin basımı için önce Yunus Nadi’ye gider. Yunus Nadi, eseri değerlendirmek için alır, fakat aradan iki üç sene geçmesine rağmen ses seda çıkmaz. Safiye Erol, Yunus Nadi Bey’le karşılaştığı bir gün eserini geri ister, Nadi Bey de ertesi gün haber göndererek eserin yayınlanacağını bildirir. Bunun üzerine Ülker Fırtınası, 1938’de Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilir
Yaşamı Nietzsche’nin “Büyük eserler müelliflerinden intikam alır” sözünün örneğidir. Röportajda Safiye Erol, yazarlık mesleğinin kendisini çok yorduğundan bahseder. Hatta bazen sinirlerinin bozulup yemek yiyemediğini, yazı yazarken hiç kimseyle görüşmek istemediğini anlatır. Erol, yaşadığı dönemdeki Türk romanını çok zayıf bulduğunu, edebî anlamda eser verilmediğini de işaret eder. Abdülhak Şinâsî Hisar ve Yakup Kadri’yi beğendiğini belirtir. Yazarın en çok ilgilendiği konular da felsefe, tarih, Tasavvuf Edebiyatı, Halk Edebiyatı, divanlar ve masallardır. Bunlar arasında da en çok Yunus Emre’yi sever.
Safiye Erol’un romanlarında öncelikle kadın aşk olgusuyla yer alır. Platonik aşklar, karşılık bulamamış aşklar, yasak ilişkiler, kavuşamayanlar vb. şekillerde karşımıza çıkan aşkın hemen her halini görmek mümkündür. Bu umutsuz aşkların kaynağı Safiye Erol’un özel yaşamı olabilir çünkü kendisi de Hintli bir gence âşık olur, fakat her ikisi de kendi memleketlerine dönme özlemlerinde olduklarından birbirlerinden vazgeçmek zorunda kalırlar. Bu yüzden Safiye Erol’un romanlarındaki aşklar mutsuz, ümitsiz ve genelde de imkânsız aşklardır. Safiye Erol hüzünlü aşk hikâyesi yüzünden romanlarının mutsuz ve kavuşamayan âşıklarla bittiğini ifade ederken yazdığı Ciğerdelen romanıyla iç hesaplaşmasının bittiğini bu yüzden de mutlu sonla biten tek romanı olduğunu dile getirmiştir. Erol, aşkı tasavvufi bir bakış açısıyla da değerlendirmiş olup ona göre yalnız ilahi aşka ulaşmak değil, beşeri aşkı ruhta hissedebilmek bile bir ayrıcalıktır.
Safiye Erol “Aşk doğum ve ölüm gibi bir alemden diğer aleme geçiş mahiyeti bilinmez bir metamorfoz, yaratıcı kuvvetin bizce meçhul bir gaye uğruna giriştiği meçhul bir tasavvurdur. Aşk, bakir ve ergin ruhların, beneksiz kristal gibi billurlaşmış vücutların imtiyazıdır” diyerek aşkı tasnif etmiş ve romanlarında aşkın ne denli önemli olduğunu göstermeye çalışmıştır. Safiye Erol kadınların aşk konusunda erkeklerden farklı olduğunu ve onlardan farklı düşündüklerini ifade etmiştir.
Erol’un romanlarında aşkı için ölecek kadın tipi yoktur; çeşitli fedakârlıktan sonra onları azat ediş ve hayata yeniden başlama vardır. Erol’da kadınlar aşkı hayatın sırrını çözmekte bir ilham kaynağı olarak kullanırlar. Kadınlar için aşk bir olgunluk aracıdır. Yazar, romanlarında kadın erkek ilişkileri ve evlilik temasını ele alırken evliliği, aşktan bağımsız sosyal bir kurum olarak görmüştür. Kadıköyü’nün Romanı’nda Kadıköy’de yaşayan yedi gencin aşk ve arkadaşlıkları ekseninde, Kadıköy’ün sosyal yaşamından kesitlere yer verir.
Ülker Fırtınası‘nda ise daha çok evlilik dışı aşklar göze çarpar. İlk evlilik dışı ilişki Numan Bey ve iş ortağının karısı olan Camille arasındaki ilişkidir. Numan Bey, Camille ile vakit geçirip eğlendikten sonra onun kocasıyla iş konuşmak üzere buluşacak kadar kayıtsızdır. Bir diğer ilişki başkarakter olan Nuran ve Sermet arasındaki ilişkidir. Sermet’in evli olduğunu bilmeden onunla ilişki yaşar. Fakat onun evli olduğunu öğrenmesiyle de bu ilişkiyi bitirmez. Bu da Nuran’ın evlilik kurumunu pek önemsemediğini açıkça gösterir.
Yazarın son romanı olan Dineyri Papazı, fakir, toy bir genç kız olan Gülbün’ün Ayhan isimli yaşlı ve evli bir iş adamına saf bir aşkla bağlanmasını anlatır. Erol’un Ken’an Rifâî’yle tanışmış olmasının izleri aşkın safhalarının verildiği derin ruh tahlillerinde ve kullanılan tasavvufi unsurlarda açıkça hissedilir. İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde, kendi iç dünyasındaki çatışmalarla meşgul olan Gülbün, aradığı huzuru, yazarın “millî vicdanı gösteren bir ayna” olarak tanımladığı Selimiye Camii’ne bakarken bulur. Yazar, eserin sonunda Selimiye’nin karşısında Hızırtepe’nin Türk’ün yeni abidesini beklediğini söyleyerek geçmişten gelen bu mirasın yeni hamlelerle geleceğe taşınacağını ifade eder. Böylelikle Gülbün’ün geçmişle geleceği bir arada düşünerek topluma hizmete yöneleceğinin müjdesini de vermiş olur.
Psikoloji biliminin edebiyatla ilişkisinin günümüzdeki değeri de göz önüne alınınca Safiye Erol romanlarının sadece felsefi, dini, sosyal, kültürel ve siyasal bir dünyanın kapılarını açmadığı, aynı zamanda insan ruhunun dolambaçlı yollarına ışık tuttuğu görülür. Zira Erol romanları aşk, utanç, kıskançlık, özlem, sevgi gibi duyguların ortaya çıkmasında etkili olan yaşanmışlıklara da haizdir. Yazar bu yolla toplum ve ailenin duygu ve düşün dünyasındaki etkilerini derin bir şekilde çözümlemektedir. Erol, eserlerinde bireyin olgunlaşması için aşkı gerekli görür. Aşkı, kişilerinin yaşantısına yön vermede kullanır. Aynı zamanda din eğitimini birey ve toplumun erdemliliğinde vazgeçilmez olarak görür. Sonuç olarak kadın merkezli olaylarda aşkı konu edinen Safiye Erol’un, aşkı ve kadını, bir kadın hassasiyeti ile ortaya koyması oldukça etkilidir, ancak yazarın toplumsal ve dini kabul noktasında eleştiriye açık bir yönünün olduğu unutulmamalıdır. Safiye Erol’da kadın mefhumuyla ilgili şunu söylemek de mümkündür; her ne kadar Erol’un kadın karakterleri toplum nazarında çok olumlu karşılanacak izlekler oluşturmasa da dönemsel birey değişimleri açısından sosyolojik ögeler barındırır. Bu anlamda sosyolojik araştırma yapmak isteyenlerin başvurabilecekleri kurmaca metinler olan edebi eserlerin yabana atılmaması gerekir. Aynı şekilde Safiye Erol’un kurmaca metinleri de yakın döneme ışık tutabilecek kadın ağırlıklı metinler olması ve kadın erkek ilişkilerinden toplumsal yapıya kadar derin bağlantıları içermesi noktasında önemli veriler sunar.
Ben Safiye Erol’un edebiyat tarihimiz açısından çok önemli olduğunu düşünüyor ve daha çok okunmasını dileyerek yazımı bitirmek istiyorum.
Işın Güner Tuzcular
Kaynaklar :
Safiye Erol Romanında Kadın Olgusu Mustafa AYYILDIZ- Rahime BAYTOK
Bir Safiye Erol vardı bir Safiye Erol yine var – perspektif online
Safiye Erol’u kim sahiplensin T24
Selim İleri ve Murat Belge yazı ve röportajları