Beyaza bürünmüş kum zambakları denizin ninnisi sayesinde daldıkları uykularından yavaş yavaş uyanıyorlardı. Deniz havlularının, masa ve sandalyelerin hışmından kendini kurtaranlar gökyüzünün maviliğiyle kucaklaşmanın buruk sevincini yaşıyorlardı. Doğanın dili böyle işliyordu. Celil, günün ilk ışıklarında başladığı yürüyüşünü eline aldığı  kuru bir dal ile sürdürüyordu. Dağ yoluna sapmadan önce karşılaştığı maskelerin gereken yerde olmadıklarını görünce insanlığın yaşadıklarından ders almadığını düşünerek üzüldü. Ölümcül virüs meydan okumaya devam ediyordu oysa. Yaklaşık on beş dakika önce bisikletinden inerek rampayı takip etmiş ve kirliliğin sembolü evleri geride bırakmıştı. Her binanın görünüşünde  farklı bir şeyler vardı. “İçinde yaşayanların mı yoksa onu yapanların dili mi bu?” diye sorguladı.  Modernliği, lükslüğü veya mütevaziliği yansıtıyorlardı yüzlerine tek tek baktığınızda. Ortak yan “özelimi içime kapatırım”dı. Celil’i bu düşünceleri bir ağaç kümesiyle karşılaştığında terk etti. Her bitkinin, her taşın size sunmak istediği  bir şeyler vardır mutlaka. “Onları bilmek anlamak hayatın size daha anlamlı sunumlar yapmasına neden oluyor “diyor günümüz düşünürlerinden Bruno Latour. Elinde tuttuğu kuru dal da kendisini görenler için bir şeyler ifade ediyor olmalıydı.  Korktuğunu, güvene, dayanağa ihtiyaç duyduğunu, güçlü olmadığını, yaşlı olduğunu falan.  Ağaçların arasından geçip ilerlemeye başladığında kendisini bir köpeğin havlaması karşıladı. “Alanıma girdiğinin farkında mısın?” diyordu sanki.  Celil, bu tarz karşılanmayı sesten uzaklaşması gerektiğini anlatan bir uyarı olarak algıladı ama yürüyüşünü yarıda kesmek istemiyordu. Elinde tutmakta olduğu kuru dalın da köpeği bir an için gerileteceğini biliyordu. Hatta yerden taş alır gibi yapmasının bile, köpeğin kısa süreliğine duraklamasına neden olacağına emindi. Küçüklüğünden beri deneyimlediği bir durumdu bu. İlerlemeye devam etti. Köpeğin bağlı olduğunu görünce rahatladı ve yolun kendisini götüreceği yöne doğru yürümeyi sürdürdü. Yerde gördüğü keçi pislikleri yakınlarda bir yerlerde bir ağılın varlığının göstergesiydi. Aborjinler kadar olmasa da izlerin  anlattıklarını çözebiliyordu.  Keçi sürüsü çoban köpeğinin de olduğunun belirtisiydi. İlerlemesinin önünde bir engel yoktu şimdilik. Yine de dikkat etmeliydi. Kafasını kaldırıp ileri doğru baktığında taştan yapılı ağılı andıran bir bina gördü. Durdu, kulak kabarttı. Hiç ses gelmiyordu. “Otlatmaya götürmüş olabilirler” diyerek ağır ağır tırmanmasını sürdürdü. Yol taş yapının elli metre ötesinden geçip yukarı doğru kıvrılıyordu. Daha yakından baktığından yerde birçok şarap şişesi gördü ve biraz rahatladı. Ortalarında büyük bir masanın bulunduğu arkası yüksek koltuklar doğada ilginç bir fotoğraf karesi oluşturmaktaydı. Keyif sahibi insanların zaman zaman gelip orada eğlence düzenlediklerini geçirdi aklından. Buraya ilk geldiklerinde yerlilerden birinin ona söylediği  “Burada çoğu insan günlük işini hızlıca bitirip erkenden içmeye başlar,” sözünü anımsadı. Bir jest, somut bir madde size ne çok şey anlatır aslında okumasını bilirseniz. Sessizlik ağılın boş olduğunun işaretiydi. Keçi pislikleri taş ve toprakla olan ilişkisini buralarda kesmişti. O halde tehlike yoktu. Gönül rahatlığıyla ilerleyebilirdi. İki yüz metre sonra karşılaştığı çam ormanı içini aydınlattı. Geriye dönüp yüzdüğü koya doğru baktığında düz bir kara parçası olarak gördüğü adanın bir balinaya benzediğine tanık olunca şaşırdı ve hoşuna gitti. Sevgilisi o görüntüyü bir kadına benzetecekti çok daha sonra. Başka bir açıdan baktığında küçük prensin fili yutmuş bir yılan sözünü anımsamasına neden oldu. Fotoğrafını çekti adanın.  Bir şeyi iyi anlamak için bakış açılarını iyi ayarlamak gerekiyordu. Denizin ortasındaki kara parçasına farklı bir yerden baktığında ise gözlerini kendisine dikmiş bir balinayı görüyordu. “Birlikte hayatı paylaşıyoruz” mu demek istiyordu? Öyle yorumlamak Celil’in daha çok hoşuna gitti. İnsanların bu güzellikleri görmezden gelmesi hatta yok etmesi neyin sonucuydu. Sırtını balinasına dönüp tırmanmayı sürdürdü. Çam ormanıyla karşılaşınca içine bir ferahlık serpildi. Ama gözlerine yeşili de katan ağaçların duruşlarındaki burukluğu görünce şaşırdı. Biraz yaklaşıp toprakla buluştukları yere doğru baktığında nelere dikkat çekmek istediklerini anladı. Yüreği burkuldu. Öfkelendi. Öfkelenmeniz için illa da söz olması gerekmiyor. Yerdeki görüntü damarlarındaki kanın hızla akmasına ve beynini yumruklamasına neden oldu. Cam şişelerle doluydu ağaçların altı. Daha geçen yıl karşı dağı süsleyen ağaçlar meydana gelen yangın nedeniyle yerini karanlığa bırakmıştı. Felaket yerinde gördüğü kırık yumurtalar da nice hayvanın yok olduğunun kanıtı olmuştu. “Anlatılanlar sizin anladığınızla sınırlıdır” der bir filozof; diğeri de “kullandığınız sözcüklerin anlam yüklü olmasının iletişimi kolaylaştıracağını” iddia eder. Şimdi de öyle olmuştu. Çam ağaçları kendilerini çok güzel ifade etmişlerdi. Celil cep telefonuna sarılıp video düğmesine bastı hemen. Camların yol açacağı bir kıvılcım ormanın yok olmasına neden olabilirdi. Yetkililere bildirecekti bu durumu. İyi bir dil kullanmalı ve onları etkilemeliydi. Geriye döneceği anda iki kişinin kendisine doğru hızla yanaşmakta olduğunu görünce durdu. Yüz ifadeleri hiç de arkadaşça değildi. Bir şey söylemesine fırsat tanımadan şiddetli bir darbenin etkisiyle kendisini yerde buldu Celil. Kalkmaya çalışırken görüntülerin kaybolduğunu hissetti. Kendine geldiğinde ellerinin bir somyaya bağlı ve ayağa kalkabilmesinin olanaksız olduğunu fark etti. Baş ağrısı sağlıklı düşünmesine engel oluyordu. Neler olmuştu? Kimdi bu adamlar? Yan odadan tuhaf sesler geliyordu. Odaya göz gezdirdi. Duvarlar taş yapılıydı. Alçak bir tavanı vardı. Kapıya doğru yığılı çuvalların aldığı şekilden içlerinde şişelerin olduğunu anladı. Duvarlara asılı konut projeleri gözünden kaçmadı. Yakılan alanları beton binalarla dolduran bir inşaat çetesi olmalıydılar. Yavaş yavaş bilinci açılmaktaydı. Burası yürürken gördüğü ve terk edildiğine inandığı ağıldı. Birden kapalı tutulduğu odanın kapısı sert bir şekilde açıldı. İçeri giren adam ona doğru bakmadan çuvalları dışarı taşımaya başladı. Onun hareketlerini dikkatle izleyen Celil’in meraklı bakışlarını görünce “şimdi de başka yere götüreceğiz bunları” dedi ege şivesi ile. “Ne yapacaksınız onlarla?” sorusuna sadece bakışlarıyla yanıt verip kapıyı kapattı adam. Kolundaki dövme dikkatini çekmişti Celil’in. Alev almış bir ağaç resmiydi. Binlerce yıl öncesinde yaşamış kabilelerden bazıları aralarındaki iletişimi vücutlarında gerçekleştirdikleri çizgilerle yaparlarmış. Vahşi uygarlık onları giysilerle tanıştırdığında yönlerini bile bulamaz olmuşlar.  Dışarıda hummalı bir çalışmanın sesleri onu bu kadim düşüncelerden bugüne getirdi yeniden. Şangırtılar daha fazla çuvalın taşınmakta olduğunu söylüyordu Celil’e. Üç ya da dört kişi olmalıydılar. Konuşulanlardan bazılarını anlamakta zorlanıyordu. Kapı yeniden açıldığında içeri girenlerden birini tanıdı. Kendisine vuran kişiydi. Elinde tuttuğu cep telefonunu uzattı Celil’e. Üç parçaya ayrılmıştı. Ellerinin bağlı olduğunu söyleyince yere fırlattı elindekileri. “Belanı mı arıyorsun?  Videoya çekecek sonra buraya milleti toplayacaksın,” diyerek yüzüne tükürdü. İçeridekilerden birine seslendi adam, “Gel şunun ellerini çöz. Sonra kıçına tekmeyi vur gitsin” diye sert sert konuştu. “Bir daha buralarda görmeyeyim seni.”  Yaklaşık iki saat sonra Celil eliyle yüzündeki şişliğe dokuna dokuna bisikletini bıraktığı yere doğru ilerledi. Jandarma karakolunun yanından geçerken bir an duraksadı. Tehditler aklına gelince yapması gerekenden vaz geçti.                      

Bisikletine atladı ama anında kendini yerde buldu. Doğrulmaya çalıştı, her şey tuhaf görünüyordu.  Bisikletini orada bırakıp yürümeye karar verdi. Ters yola girdiğini fark edemedi. Bir süre sonra kendini yeniden yerde buldu. Dünya dönüyordu. Gözlerini beyaza bürünmüş bir odada açtı. Hemşireler ve doktorların fısıltı şeklinde konuşmalarını duyuyor ama söylemek istediklerini anlamakta zorlanıyordu. Söylenilenlere ters yanıtlar vermekte olduğunun farkında değildi. Sözleri gülüşmelere neden oluyordu.

  • Adınızı söyler misiniz?
  • lileC..
  • Yaşınız kaç?
  • illE zikes.

Doktorlar birbirilerine bakarak zihinlerinden geçenleri paylaşmaya başlamışlardı bile. Sözcükleri tersten söylüyordu. Uzun cümleler kurmaya kalktığında not almak zorunda kalıyorlardı. Ne sıkıntılı şeymiş karşıdakini anlamamak. Anlatan için de anlaşılamamak.

Eşi doktorların izni ile yanına gelmişti. Hemen ellerine sarılıp nasıl olduğunu sordu.

-İyi miliğed. riB yeş edmiğidelyös sekreh royülüg. (İyi değilim. Bir şey söylediğimde herkes gülüyor).

Eşi şaşırmıştı. Celil’in söylediği hiçbir sözcüğü anlamıyordu. Hemşireye baktı. Durumun zorluğunu anlayan sağlık görevlisi kulağına hastanın ters sözcükler kurmakta olduğunu söyledi. Bunun için daha gelişmiş hastaneye götürülmesi gerektiğini anlattı bir çırpıda. Başhekimin kendisini beklediğini söylemeyi de ihmal etmedi.

 Hamit Ergüven