“Ferit niçin bana yazmıyorsun? Seni nasıl bir sevgi ile beklediğimi anlamıyor musun?”

“-Sizin çirkinliğiniz hoşuma gidiyor, şeytanlığınız ve fettanlığınız hoşuma gidiyor, zarafetiniz ve fena kalbiniz için sizi cazip buluyorum. Kıskançlığınız ve harisliğiniz beni size çekiyor. Orijinal bir tipsiniz Betül Hanım. Herkes güzel, herkes iyi olabilir ama sizin gibi bir kadına rastlamak ender bulunan bir şanstır.”

“Kokusu ta burnuma kadar gelen bir çiçeği koklamamak budalalık olurdu.”

“Siz Fuat’sınız öyle mi? Beni kapısından bir dilenci gibi kovan amcamın oğlu… Fakat durunuz… Siz yalnız o değisiniz… Siz her gün buraya gelerek hilekâr gözleriyle beni kendine çeken adamsınız… Siz kendi isminizi ortaya koymaktan korkarak bana on sekiz yaşında bir mektepli gibi imkansız mektuplar gönderen adamsınız…Anlıyor musunuz? İğreniyorum … Nefret ediyorum sizden… Çıkınız! Bir daha yüzünüzü görmek istemiyorum artık.”

“Ben istedim ki senelerden beri kalbimin en derin köşesinde yaşattığım sevgimi sana ilk defa söylediğim zaman, senin de benimle aynı histe olduğunu göreyim.”

Bizim yaşımızda olup da hatırlamayan var mıdır acaba üstteki replikleri! Kim unutabilir ki “Küçük Hanımefendi”yi, “Kezban Paris’te”yi… 1960’lı 1970’li yıllarda altın çağını yaşayan ve bir döneme imzasını atan melodramların, unutulmaz Yeşilçam filmlerine konu olan romanların yazarı MUAZZEZ TAHSİN BERKAND’dan bahsedeceğim sizlere.

Melodramlar, Türk sinemasında 1960-1970’li yıllarda altın çağını yaşar. Çoğumuz, seyrettiğimiz bu “Yeşilçam” fimlerinin Muazzez Tahsin Berkand’ın romanlarından uyarlama olduğunu bilmeyiz.

“Bu kadınlar aşkı meşrulaştırdılar…. Kerime Nadir ve Muazzez Tahsin gibi romancı ablalarımız Türkiye’de pek tanınmayan ve geleneğinde pek yeri olmayan bir janrı sevdirdiler. Bu edebiyat için büyük bir kazançtır. Önlerinde bir örnek yok, bu da onları naif yapıyor. Bu bir ilk adım ve basamak olarak çok değerli, eğer onlar olmasaydı onlardan sonrakiler de olamazdı. Cumhuriyet Çocuğu’nda da yazdığım gibi bizde Türk aydını kendini gökten zembille inmiş sanıyor ve geçmişini çok rahatlıkla yok sayıyor. Bu kitapların yazıldığı zaman havada aşk ve erotizm kokusu vardı. Tangoların zamanıydı. Bu genç kadınlar havada bu kadar aşk varken oturdular, bu aşk romanlarını yazdılar ve güzel bir döngü yarattılar. Aşkı ve sevgiyi meşrulaştırdılar. Onları okuyanlar da bu yüzden kendi duygularına daha sadık kaldı. Kitsch olmamalarınıysa içten olmalarına ve yazdıklarına inanmalarına bağlıyorum. Moda olanları değil doğru bildiklerini yazdılar, o dönemin ruhunu özümsemiş olmalarından kaynaklanıyor bu”  -Nihal Yeğinobalı-

Muazzez Tahsin Berkand’ın telif ve adapte romanları, yüzlerce belki binlerce okuru, okurken ağlatırken; beyaz perdeye aktarılmasıyla birlikte bu kez yüzlerce belki binlerce seyirciyi, sinemalarda hıçkırıklara boğmuş. Hatta bazı filmler, daha sonraki yıllarda tekrardan çekilmiş. Gişe rekorları kıran filmlerin yerine yenileri çekilerek Türk Sineması’nın “Yeşilçam” dönemi başlamış. Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Belgin Doruk, Ekrem Bora, Ayhan Işık, Sadri Alışık, Muhterem Nur, Ediz Hun, Cüneyt Arkın, Selda Alkor, Filiz Akın, Kartal Tibet, İzzet Günay, Murat Soydan, Fatma Girik, Kadir İnanır’ın hayat verdikleri o unutulmaz filmler, Muazzez Tahsin Berkand’ın ölümsüz eserlerinden uyarlamalardır.

A. Ömer Türkeş‘in 2006 yılında yaptığı bir araştırmaya göre, Cumhuriyet’in ilanından bu yana roman yazan 449 kadın yazar tespit etmiş. Bu yazarların kaleminden çıkan roman sayısı ise 1089. Bu toplam içerisinde birinciliği 41’er roman ile Kerime Nadir Azrak ve Muazzez Tahsin Berkand paylaşıyormuş. Ülkü Demirtepe’ye göre de, İngiltere’de Barbara Cartland varsa, Türkiye’de de Muazzez Tahsin Berkand vardır.  

Cumhuriyet dönemi popüler Türk romanının “velud” (çok eser veren) temsilcilerinden biri olan Muazzez Tahsin Berkand’ın asıl adı Meryem Muazzez’dir. On iki kardeş olan Muazzez Tahsin’in babası Hasan Tahsin Bey avukat; annesi de ev hanımıdır. Balkan Savaşı’ndan sonra ailesiyle birlikte Selanik’ten İstanbul’a göçen Muazzez Tahsin, özel dersler alarak İngilizce ve Fransızca öğrenir. İstanbul Feyziye Lisesi’ni bitirdikten sonra bir süre Kumkapı’da Fransız rahibelerin okulu Sæurs d’Assomption’da okur. Dârülmuallimât’ın (Kız Öğretmen Okulu) açtığı öğretmenlik sınavını geçerek öğretmenlik belgesi alır. Üsküdar’daki Refet Kadın ile Kasımpaşa’daki Numune mekteplerinde Türkçe ve Fransızca öğretmenliği yapar.

Cemal Paşa’nın Suriye’de Türk okulları açarak, Halide Edip Adıvar’ı görevlendirmesi üzerine, o zamanlar on altı yaşında olan Muazzez Tahsin, “en güzel yazan” olarak nitelendirdiği Halide Edip ile birlikte Beyrut’a gidebilmek için babasından izin alır. Babası ablasıyla beraber Halide Edip’in bulunduğu mektepte çalışmaları ve onun yanında kalmaları şartıyla kabul eder. Muazzez Tahsin, Şam’da ve Beyrut‘ta “Beyrut Kız Sultani ve Darülmuallimatı”nda iki yıl Türkçe ve Fransızca dersleri verir.

Bir gün Babıâli’de Ermenî bir kitapçı, Muazzez Tahsin’e şunları söyler: “Siz, bize inanın, münekkitlerin filân sözleri hep boş. Halkın sevdiği romancıları ancak biz anlarız. Onların hangisi devamlı, hangisi geçici biz biliriz kızım. Kadın romancılar içinde Halide Edip’ten sonra sen gelirsin. Senin ‘Sen ve Ben’ini hiç değilse beş yüz defa kira ile verdim ben.”  Halide Edip ile adının yan yana anılmasından bile mutlu olan Muazzez Tahsin, bu Ermenî kitapçının boynuna sarılmamak için kendini zor tuttuğunu belirtir. Çünkü hayatında önemli bir yere sahip olan Halide Edip, meslek hayatı açısından da bir örnektir.

Harbin aleyhimize neticelenmesi üzerine İstanbul’a dönen Muazzez Tahsin, bir kaç yıl Şişli Terakki Lisesi’nde Türkçe, Fransızca ve Ahlak dersleri verir. 1925-29 arasında “Milli Auto” şirketinde çeviri ve yazışma işlerinde çalışır. 1929’da Osmanlı Bankası’na geçer ve 1956’ya kadar yirmi beş yıl boyunca; bankanın Hukuk İşleri bölümünde çevirmenliğin yanında daktilo-sekreterlik yapar. Hiç evlenmez. 1984 yılında İstanbul’da vefatına kadar küçük kardeşiyle yaşar.

Muazzez Tahsin Berkand, dönemin çeşitli gazete ve dergilerinde öyküler de yayımlamış olmakla birlikte daha ziyade aşk romanlarıyla tanınır. Muazzez Tahsin Berkand’ın yaşam öyküsünü önemli kılan vasfı “Aşk Romanları Yazarı” olarak sahip olduğu ündür.  Daha çok kadınlar ve gençler tarafından tanınan bir yazar olarak bilinen Muazzez Tahsin Berkant’ın eserleri döneminde çok geniş bir okuyucu kitlesi bulur ve defalarca basılır, yabancı dile çevrilir.

Selim  İleri, Muazzez Tahsin’i, “edebiyat  tarihimizin  hakkını yediği nice romancıdan biri” olarak niteler. “Aşk Romanları Yazarı” olarak anılması Muazzez Tahsin Berkand’ın hakettiği yere konmamasına neden olur. Onlarca esere imza atmasına, eserleri tekrar baskılar yapmasına rağmen “popüler” eserler verdiği için kendisi “edebiyatçı” olarak kabul edilmez. Bir röportajda: Ülkü Demirtepe’nin “Edebiyatta sizin yazdığınız türden romanı nereye yerleştirirsiniz?” sorusuna: “Bizi edebiyata koyarlar mı bilmiyorum. Bizi içine almadılar.” diye cevap verir.

Küçük yaşta yazı denemelerine başlayan Muazzez Tahsin, on iki yaşında öykü, on beş yaşında ise ilk romanı Kırılan Ümitler‘i yazmış (1941). Neşredilen ve tanınmasını sağlayan ilk eseri 1933’te Milliyet’te tefrika edilen ve aynı yıl Resimli Ay tarafından basılan Sen ve Ben romanıdır. Yazdıkları halk tarafından beğenilince art arda roman yazmaya devam eder. “Sönen Yıldızyazarın sinemaya aktarılan ilk eseri olarak geçse de ilk aktarılan eseriYaşlı Gözler”dir.  Eserleri 1972 yılına kadar filme çekilmiş, bilahare 1998 yılı ve 2011 yılında TV filmi ve dizisi olarak değerlendirilmiştir.

Muazzez Tahsin Berkand’ın romanlarından bazıları onlarca baskı yapar. Telif romanlara baktığımızda, ulaşabildiğimiz kaynaklarda çoğu romanın 8. ve 9. baskılarına rastlarken, Kezban ve Kırılan Ümitler adlı kitapların 13. (1979) ve 14. (1984) baskıları da karşımıza çıkar. Telif romanların son baskı tarihleri genellikle 1979-1980 arasına rastlamaktadır. Bu tarihlerden sonra 2002 yılında Selim İleri, Doğan Kitapçılık’ın “Aşka Davet” serisi içinde Muazzez Tahsin Berkand’ın beş romanını da yenileştirerek yayınlar. Bu seri içinde Küçük Hanımefendi (1. baskı Aralık 2001, 2. baskı Nisan 2002), Sonsuz Gece (1. baskı Ocak 2002, 2. baskı Mayıs 2002), Bülbül Yuvası (Şubat 2002), Mualla (Mart 2002), Mağrur Kadın (Nisan 2002) adlı romanlar yer alır.

Romanlarının bir kısmı adapte olan Muazzez Tahsin, adapte kelimesinin yerine nakleden kelimesini tercih ederek, eserlerinin başına bu notu yazdırmış. Bu kitapların sonraki baskılarıa baktığımızda “nakleden” kelimesinin yer almadığı görülür. 1941’de Muallâyla başlayan bu süreçte okuduğu ve beğendiği kimi romanları Türk âdet ve geleneklerine adapte ederek yayımladı. Bunu yaparken hangi eserden yararlandığını söylememiştir. Muazzez Tahsin Berkand’ın eser verdiği bir diğer tür çocuk kitaplarıdır. Yeni Mecmua‘nın çocuk kitapları bölümünde Muazzez Tahsin Berkand’la Sabiha Zekeriya Sertel, Mükerrem Kamil Su, Hasan Âli Ediz, R. Gökalp Arkın, Hasan Bedrettin, Mümtaz Zeki Taştan yer almış ve 1940’da yirmi kitaplık bir seri hazırlamışlardır. Berkant’ın tercüme romanları da mevcuttur.

Yazarlık serüveninde başta Halide Edip Adıvar olmak üzere Nedim, Karacaoğlan, Yahya Kemal, Ömer Seyfettin, Yakup Kadri ve Reşat Nuri olmak üzere bir çok yazardan etkilenmiş. Ayrıca Fransız ve İngiliz klasiklerini de sever, özellikle Pierre Loti ile Anatole France‘e ilgi duyarmış.

Muazzez Tahsin Berkand’ın romanları, popüler bir eserde bulunması gereken özelliklerden birçoğunu bünyesinde barındırır. Özellikle roman kapaklarının resimlendirilmesine ayrı bir özen gösterilir, çünkü kapakların “albenili” olması onların satışını doğrudan etkiler. Kapak resimleri genellikle konusuna uygun bir biçimde konulur ve kapaklarda genellikle güzel, bakımlı, Avrupai görünüşlü kadınlar ile yakışıklı, mağrur, sert bir görüntüye sahip erkekler yer alır. Bir zamanlar genç kızların, kadınların elinden düşmeyen aşk romanlarının kapaklarının da Berkand’ın eserlerindeki “güzellik” kavramına uygun olmaması düşünülemez.

Bu romanların kapaklarının çoğunda *Münif Fehim Bey’in modern, daha doğrusu ‘monden’ hayatımıza ışık tutmuş illüstrasyonlarına rastlarız” der Selim İleri.

Muazzez Tahsin, romanlarında sadece platonik aşkı dile getirmiş, aşk ve nefret konularını işlemiştir. Romanları genellikle olumsuz bir gelişme ile başlar ve mutlu sonla biter. Romanlarının temaları genellikle aşk, kadın, gurur, kıskançlık, aile ve evliliktir. Romanlarında anlatılan aileler genellikle üst sınıfı temsil eden ailelerdir. Köşk veya konaklarda yaşayan bu zengin aileler modern bir yaşayışı benimseyen ve sosyal ilişkilerini batılı anlayış içerisinde yaşayan anlayışa sahiptirler.

Romanlarının baş kahramanları hep “kadın”dır ve kadın kahramanları hep çok güzeldir Muazzez Tahsin’in. Erkek kahramanları da yakışıklı ve iyi eğitim görmüş. Ancak bu kriter yetmez Muazzez Tahsin’e. Kadın kahramanın  hayalindeki erkek, ömür boyu sırtını dayayabileceği, güçlü bir kişilikte olmalıdır. Romanlardaki erkek ve kadın kahramanlar, genellikle birbirlerine benzerler. Kadınlar, uzun boylu, zarif, saçları omuzlarına dökülen, menekşe gözlü, kumral, güzel ve zayıftır. Erkekler ise geniş omuzlu, uzun boylu, renkli gözlü ve yakışıklıdır.

“Dudaklarını zaten Allah dünyaya gönderirken bütün ömrünce yetişecek kadar boyamış… Gözleri derseniz, lacivert kadife gibi parlak ve tatlı… kirpiklerini daha çok uzatmak isterseniz, siyah bir bulutun yanaklarını kapladığını görürsünüz. Yanaklarına vermeğe heveslendiğiniz renge gelince, sunî kızıllığın onun mat tenine hiç yaraşmayacağına eminim.” -Bir Genç Kızın Romanı”

Muazzez Tahsin’in kadınlarını çoğu, ayakları üzerinde durmayı başarabilen, eğitimli, kültürlü, yabancı dil bilen, ekonomik özgürlüğü olan, ne istediğini bilen,  çalışkan, yetenekli, gururlu, sadık, duygusal, modern ama tutucu kimselerdir. Bir yandan batı kültürüne dönük, bir yandan da gelenekseldirler. Sosyal yaşamın içindedirler, hem iyi bir eş, hem de iyi bir annedirler. Bir kadında olması arzulanan birçok özelliği taşırlar. Roman kahramanları, özellikle de kadın kahramanlar, öncelikle tenis oynamayı ve yüzmeyi çok severler. Bunun yanında kürek çekmeyi, ata binmeyi, kayak yapmayı, doğada yürüyüş yapmayı da çok iyi bilirler.

Berkand’ın eserlerinde erkek kahramanların yakışıklı olması önemlidir. Erkek kahramanlar her şeyden önce maddî ve manevî bakımdan güçlü, çalışkan, biraz çapkın, eğitimli, iyi meslek sahibi ve kültürlüdür. Fiziki yapıları da çok önemlidir, atletik görünüşlü bir vücut ile uzun boy ve geniş omuz öncelikler arasındadır. Çoğu erkek kahraman, çapkın olmasına rağmen, asıl kadın kahramanla karşılaşınca aradığı aşkı bularak, çapkınlığı bırakır. Genellikle yurt dışında eğitimini tamamlayan erkek kahramanlar, batı kültürünü yakından tanımış ve benimsemişlerdir.

Ancak fiziksel görünüm, izdivaçda, diğer faktörlerin uygun olması halinde etkili olabilmektedir. Kadının evleneceği erkeğin yaşlı bir zengin olması daha tercih edilir, iyi bir yaşamın garantisidir. Servetin yitirilmesi ya da fakirliğin söz konusu olduğu hikayelerde erkeğin maddi gücü bir kurtuluş çaresi olarak görülür. Yaşça büyük bir erkeğin genç bir kıza yaklaşımında da aynı fiziksel tercih geçerlidir. Hayatta yolunu çizmiş ve iyi para kazanmakta olan bir doktor, bir mühendis için kendinden çok daha genç, toy bir genç kızı almaktan daha doğal bir şey yoktur.

Aranılan kadın ciddi, orta derecede akıllı, makul ve hanım hanımcık olmalıdır. Hassas olmak ve hayalperestlik istenmeyen özelliklerin başında gelir. Gözyaşları, sinir buhranları ve kıskançlıklar da. Ayrıca aranılan eş adaylarının özellikleri arasında onun dindar olması, kocasına karşı gelmemesi, sözünden çıkmayı günah sayması da istenir. “Ne salonlarda eğlenmeyi seven hoppa bir kız, ne de üniversiteyi ikmal etmiş alim bir karı” aranmaktadır erkek kahramanlarca. “Ne tam manasıyla bir güzellik ne de adam kaçıracak kadar bir çirkinlik” istenmektedir. Böylece eş “koket” olmayacak, modern bir hayat sürmeye yani kendisini göstermeye çalışmayacak ve sosyeteye karışmak için çabalamayacaktır.

“Esasen ondan pek hoşlanmadım ben. Kadın olarak benim tipim değil. Hiç değil. Ben yumuşak başlı kadınlara bayılırım. Benimle boy ölçüşmeye kalkacak yerde kedi gibi bana yaklaşıp sokulacak, maddî ve manevî kuvveti benden alacak, bana sığınacak bir kadın istiyorum ben. Burnu Kafdağı’nda kendini dünyanın en güzel, en akıllı, en okumuş kadını gören, yahut dışarıda böyle bir his yaratan zengin ve şımarık kadınlardan nefret ederim ben… Nefret…”

Romanlarının neredeyse tümünün baş karakterini henüz bekâr olan bir “genç kız” oluşturmakta, karşısına çıkan farklı erkek ya da erkekler arasında sonu evlilikle sonuçlanacak bir ilişkinin seyri, olay örgüsünü şekillendirmektedir. Aşk ilişkisinin tarafları, çocukluk dönemlerinde “ağabey-kardeş” ilişkisi yaşayan kuzen ya da komşu çocuğudur. Aşk ilişkisi genellikle yirmili yaşlardaki genç kız ile otuzlu yaşlarının başındaki erkek arasında rastlantı sonucu bir  “ilk karşılaşma” ya da “ilk görüşte aşk” şeklinde gelişir ve sonrasında genç kız ile erkek arasında mutlu sona kadar sürecek romantik bir oyuna dönüşür. İlk karşılaşma anındaki duygusal çekimde, erkeğin güçlü ve iradeli kişiliği ile kadın karakterin olağanüstü güzelliği etkili olur.

Muazzez Tahsin’in romanlarındaki romantik aşk öyküsüne “aşkı kışkırtan tablo ile başlanır, ilerleyen bölümlerde gerilim en üst seviyeye tırmandırılır. Sonra engel ortaya çıkar ve kavuşma engellenir.”  Aşkın anlam kazanması için genç kız ile erkeğin bir ayrılık yaşayıp acı çekmesi gerekir. Psikolojik, toplumsal, sosyolojik, ekonomik, sosyal statü farkı gibi engeller romantik aşkın uzaklaşma nedeni olabildiği gibi bazen de kıskançlıklar, yanlış anlaşılmalar söz konusu aşkın önünde bir engel olarak yer alır. Bu evre, genç kızla erkek birbirinden uzaklaşırken aynı zamanda birbirine yaklaşması, acı çekerek olgunlaşarak birbirlerine karşı olumlu gözlerle bakmasıyla sonuçlanır.

Muazzez Tahsin’in romanlarının genelinde kadın, sevgi olmadan bir evliliği düşünmez ve evlilik için sevgiyi temel gereklilik olarak görürler. Evlilik teklifleri sırasında sevgi ile çıkar unsuru arasında kalarak ikileme düşen kadınlar, çevresindekilerin yönlendirmesi ile ancak doğru karar verebilir. Zayıf ve edilgen kişilik yapılarıyla dikkatimizi çeken genç kızlar, bir evlilik teklifi ile karşılaştıklarında yardımcı kişiler tarafından “sevgi”yi başka değerlerin önüne almaları konusunda uyarılırlar.

“Kezban” romanında baş kişinin, Faruk’la yapacağı evlilik konusunda fikrini sorduğu Fazıla Hanım, genç kızın sevgiyle gerçekleşmeyen bir evlilikten uzak kalmasını ister: “- O halde bugün için onunla evlenmene imkân yoktur yavrum. Bütün ömrünce bedbaht olursun. Bir zaman bekle, kalbindeki ateş küllensin, o vakit muhakemenle ve hislerinle onu tetkik eder, kararını verirsin. Senin gibi hassas bir kız için aşkını başka bir erkeğin kolları arasına sığınarak unutmak kabil değildir.. hem kendine hem de ona yazık etmiş olursun. (…) Sevmediği adamla bir dam altında yaşamak bir kadın için cehennem azabından beterdir.”

Kahramanların ortak özelliklerinin başında “öksüz veya yetim” olmaları gelir. Ailesinden uzakta, yatılı okullarda yetişen kahramanlar, anne-baba sevgisinin boşluğunu, yalnızlığını, bu sevgi ile eş değer olabilecek kadar güçlü olan aşkla doldurmaya çalışırlar. Bu, öylesine, günü birlik bir aşk değildir. Acı çektiren, ağlatan, bunalımlara sürükleyen gizli bir aşktır. Ama romanın  sonunda mutluluk garantidir. Asıl erkek ve kadın kahraman, birbirleriyle tesadüfler sonucu karşılaşırlar ve birbirlerine aşık olurlar. Ama birbirlerine olan sevgilerini bir türlü söyleyemezler, hep bir engel vardır. Bu engellerin başında da gurur, çözülmemiş sırlar, kıskançlık, maddî dengesizlik, yapılması gereken fedakarlıklar ve yanlış anlaşılmalar gelir. Romanların çoğunda bu engellerin çözülmeye başlaması ile aşıklar birbirlerine olan sevgilerini söyleme cesareti bularak sonunda kavuşurlar. Romanların büyük bir kısmı mutlu son ile bitmesine rağmen intihar ya da uzaklara kaçıp gitmeyle biten romanlar da mevcuttur.

“Sen deli misin Zeynep? Yarının büyük bir operatörü olacak bir hekim, sana sahiden âşık olabilir mi? Sen kimsin? Zavallı bir ananın, adı bile bilinmeyen bir babanın kızı… Fehime halayı ne çabuk unuttun? Birkaç sene evvelini düşün, ayağında eski püskü pabuçlarla sokakta dolaştığını hatırla, mahalle çocuklarının arkandan bağırdıklarını, seninle alay ettiklerini işitmemek için kulaklarını mı tıkıyorsun? Gerçeği görmemek için gözlerini mi kapıyorsun? Bu yakışıklı doktorun seninle evlenmek değil, eğlenmek istediğini anlamayacak kadar aptal mısın sen? Onun daldan dala konan bir kuştan farksız olmadığını anlamıyor musun? Çapkın bir erkektir o. İşte bu kadar. Hazırladığı ağa senin gibi saf kızcağızın gözü kapalı girmesini bekliyor. Ona nasıl inanıyorsun sen? Evet zarifsin, evet sevimlisin, ama sen yine kirli bir mazisi olan Zeynep Güngör’sün. Bunu hiçbir vakit aklından çıkarmazsan, gözün yükseklerde olmazsa, belki bir gün sahici mutluluğa kavuşursun, kendi ayarında bir genci sever, onun tarafından sevilirsin. Belki bir gün bu karanlıklar sıyrılır, senin için de aydınlık bir sabah doğar.”

Romanlarında ele aldığı bazı aşklarsa bitmeye mahkumdur, çünkü kahramanlar genelde akraba çıkar. Örneğin Bir Genç Kızın Romanınında, Selma’nın aşık olduğu adam, amcasının oğlu çıkar.  Bir diğer fedakâr kadın da Sen ve Ben‘deki Leylâ’dır. O, başkasını sevmesine rağmen sırf teyzesi istiyor diye duygularını feda ederek Nejat’la evlenir. Sonsuz Gece’de ise; Muallâ ile eski nişanlısı Ekrem tesadüfen karşılaşıp aşklarını devam ettirmek isteseler de,  Ekrem’in ailesini geride bırakmak istemesi yüzünden, ailenin devamını mutluluğuna tercih eden Mualla fedakarlık yapıp sevdiği insandan kaçar.

“Kendimden şimdi nefret ediyorum. Şu kirli kalbimi tırnaklarımla, dişlerimle kemirmek, çamurlara atmak istiyorum. Ben ne kadar vicdansız bir kızım Yarabbi! Başkasına ait olan birini sevmek! Bu ne büyük bir alçaklık!”

Sonsuz Gece” Muazzez Tahsin’in 1935’de yayınlanan en önemli romanı. Selim İleri “Sonsuz Gece’ye ince bir duygusallık eşlik ediyor, o ince duygusallık bugün elbette örselendi. Ama roman hüzünlü sıcaklığını bugün de koruyor” diyor kitaptan bahsederken. “Kopuk kopuk, eksiltili cümleler, sisli bir anlatım, okurun tamamlaması gereken bir hikâye örgüsü.” Bunun edebiyatımız için, 1940’lara yol alan romanımız için, beklenmedik bir çaba olduğunu da düşünüyor.

Roman kahramanı Mualla, o yıllar için geçkin yaş sınırına gelmiş bir genç kadındır. Ablasının ölürken ona emanet ettiği, hukuk öğrencisi yeğenine adanmış bir hayattır onunki. Varlıklı ailelerinin kendini tüketmiş servetlerinden son kalanlar da bitmiş ve Mualla kuzeninin yardımıyla bulduğu çevirmenlik işini yapmaktadır. Ama Mualla’nın hayatında “yitik bir aşk hikâyesi” gizlidir. Ekrem’le henüz gencecik bir kızken, Ekrem’in evlerine “doktor” olarak gelmesiyle tanışmış ve birbirlerine âşık olmuşlardır. Ancak Ekrem’in içinde bir başka aşk daha vardır o yıllarda. Çok zengin olmak. Mualla ile aşklarının sürdüğü zamanlarda, oldukça zengin olan bir ailenin kızına yönelen ilgisi, Mualla tarafından hissedilince, sonlanır ilişkileri. Her ikisinin de farklı yönde ilerleyen yaşam hikâyeleri, romanın başladığı yıllar olan, Mualla’nın verdiği mücadele döneminde tekrar kesişir. Ne var ki, artık bir araya gelmeleri olanaksızdır. Ekrem, o zengin kızla evlenmiş, doktorluğu bırakmış ve bir şirket sahibi olmuştur. Ayrıca iki de çocuğu vardır. Ancak mutlu değildir. O da Mualla’da takılı kalmıştır. Romanın kalanı, yine Selim İleri’nin dediği gibi,Yitirilmiş bir aşkı yeniden yaşayabileceklerini sanan Mualla’yla Ekrem’in o kadar ince ve o kadar umutsuz çabalarından oluşur.

“Gidiyorum Ekrem, fakat kalbimde büyük bir saadeti de beraber götürüyorum. Beraber yaşadığımız bu son hafta ve bilhassa eski hatıralarımızı yeniden yaşattığımız bu gün ve bu gece bana bütün ömrüm için kâfi gelecek… Seni bırakıp gidiyorum Ekrem. Bu büyük fedakârlığı senin için yapıyorum; fakat sen beni unutma sakın; yalnız gecelerimde uykusuzluk gözlerimi yakarken yavaşça yanıma yaklaş ve yüzüme eğilerek bana: ‘Mualla, seni unutmadım!’ de. Seven sesini kulağımda, sıcak nefesini yüzümde duyarsam, belki de uzun ve sonsuz bir gece olan hayatımı yaşayacak kuvveti kendimde bulacağım.”

Muazzez Tahsin Berkand’ın romanlarının genel kurgusunda “izdivaç” da önemli bir yer tutar. Romanlarında, izdivaçın öncesinde, sırasında ve sonrasında yaşanılan duygular, kadınlık ve erkeklik rolleri, evlilik kararının alınmasına dair esaslar, evlenilecek kişide aranan özellikler ve evliliğe yönelmenin ardında yatan nedenler, evlilik içinde rol dağılımının nasıl olacağına dair öngörüler, karı ve koca arasındaki hak ve görev dağılımları ele alınır. Aşk önemli bir kriter değildir, şart değildir izdivaçta. Birisinin evlilik teklifi reddederken kahramanın “onu sevmemesi” gerekçe olarak dahi kabul edilemez. Biraz yakın temasta bulunup, karşı tarafı tanıdıkça o kişinin yavaş yavaş sevileceğini empoze eder Berkand romanlarında. Sevgi izdivaçta devre dışı bırakılınca ortaya çıkan boşluk, kişiliğin bir parçası haline gelen “para” ve devamında “kişinin huyu” ile sonrasında da erkek ya da kadının “fiziksel özellikleri” ile doldurulur.

Aşk Fırtınası’nda Nermin, “ ‘Altmış beş yaşında bir adam’la yaşadığını değil; ‘altmış beş yaşında zengin bir paşa’ ile yaşadığını dile getirirken, buna hayret edenlere adamın kendisiyle değil parasıyla yaşadığı” açıklamasını yapar.

“- Yani onu sevmiyorsun değil mi? Bay Sadi öyle zengin bir adam ki… onunla evlenirsen mükemmel apartımanların, otomobillerin, kürklerin, elbise ve elmasların olacak… Kışı Avrupa’da, yazı İstanbul’da geçirecek kadar lüks bir hayat yaşayacaksın … bütün bunları düşününce senin ‘sevmek’ dediğin şey gülünç bir hastalık gibi beni iğrendiriyor. Muallâ alay eden bir gülüşle kaşlarını kaldırarak gözlerini kapadı. – Sonra, modern filozof, sonra?… – Sen istediğin kadar benimle alay et, senin bu orta çağdan kalma hasta duyguların beni sinirlendiriyor vesselâm! – Yani sence, para için, sevmediği bir adama vararak kendimi satayım mı? – İşte hemen büyük sözlere başladın… Seninle evlenmek isteyen zengin bir adamı reddetme! Benim demek istediğim şey bu… – Ya o adamın parası beni mes’ut etmezse? – Bütün ömrünü yazıhane köşelerinde çürütmek… güzelliğini, gençliğini hoyrât amirlerin işkenceleri altında öldürmek seni daha fazla mı mes’ut ediyor?”

Ancak romanlardaki genel vurgu, özellikle genç kızlar için, aldıkları eğitimin niteliği, ailelerinin zenginliği ne olursa olsun evliliğin kaçınılmaz olduğudur. Evlilik için kadın ile erkek arasında bir sevgi bağının şart olmaması, evliliğin ilerleyen aşamalarında sevginin ortaya çıkabileceğine dair umut “aşk romanı” olarak adlandırılan bu hikayelerde “aşk”ın evlilikle örtüşmediğine işaret ediyor bizlere. Aşk isteksiz, zoraki bir biçimde gerçekleştirilen, çıkış yolu olarak görülen kaçınılmaz evliliğin sonunda varılan yerdir.

Yazarın tüm romanlarında üstü kapalı değindiği, kadınla erkeği yatak odalarının kapısında bıraktığı cinsellik gerçeği, Lale’nin evliliğinde yaşadığı sorunların en önemlisi gibi gözüküyor :  “Geceleri anlaşıyoruz, gündüzleri anlaşamıyoruz. Gündüzün açılan boşluğu gecelerin karanlığı örtüyor, ertesi gün yine bir boşluk… Acaba bir gün, geceler bu boşlukları örtebilecek mi? Ya gündüzler galip gelirse!”

Berkand’ın, Işık Yağmuru adlı eserinde ise, Türk toplumunda evlenmemek, yaşlı bir kız olarak kalmak, serbestçe her yere gidememek, gitmeye kalksa da etrafını bir sürü adamın sarması ve rahatsız etmesi gibi sıkça karşılaşılan durumlardan bahis açılarak kadının yalnız yaşamasının olanaksız oluşu anlatılır. Dolayısıyla evlilik, – en isteksiz biçimde gerçekleştirileni ya da düzmece olanı bile – bir kaçınılmazlık taşır.

“Bir gün annemiz ve babamız, münasip gördüğü bir adamı seçer, bize: ‘Bu senin kocan, efendin, âmirin her şeyindir.’ derlerdi. Biz de evlendiğimiz adamı öyle bilir, öyle kabul ederdik. Ne bir isyan, ne bir hareket… – Ya o adamı sevemezseniz? – Sevmek… Bu kelimeye de biz sizin verdiğiniz mânayı veremezdik. Namuslu bir kadının kocasını benimsemesi, onu dünya yanına varılacak yegâne erkek olarak telâkki etmesi çok tabiî bir şeydi. – Peki… Ya evlendikten sonra o adamdan hoşlanmazsanız, onun huyu ile imtizaç edemezseniz ne yapardınız? – Pek bunu düşünmeye sıra kalmazdı yavrum. Evlendikten sonra kadın daha neyim? Ne oluyorum? diye düşünmeye, kocasını anlamaya vakit bulmadan bir çocuğu olur, analık hissi her şeyin üstünde geçerdi. – Çocuğu olmayanlar? – Çocuğu olmamak o zaman bir kadın için büyük bir felâketti.”

Berkand’ın eserlerinde “aile” kutsaldır. “Evlilik” genç kızlar için ideal mutlu sondur. O yüzden genç kızların iyi birer eş ve anne adayı olarak hayata hazırlanmaları beklenir. Evlenme kimi zaman tarafların isteği dışında gerçekleşir. Ancak zoraki başlayan bu evliliklerde çiftler zaman içinde birbirlerine âşık olur ve romanın sonunda başka mecburiyet olarak katlanılan bu evlilik  mutlu aile yuvasına dönüşür. Melodramlarda çatışmayı sağlayan, çeşitli entrikalarla “esas kız”a eziyet eden kişiler, “üvey anne, kayınvalide ya da kötü kalpli bir yenge“dir. Ayrıca akrabalardan ya da arkadaşlardan “kötü kalpli, ahlaki seviyesi düşük bir erkek” de entrika olayları hazırlayan, “esas kız” için tehlike yaratan melodram kişileridir.

“ (…) bu duygu, seneler geçip de ilk ateş ve heyecanını kaybettikçe ona kadınlara karşı biraz lakayd bir laübalilik vermeye başlamıştı. Onları, gönlünü eğlendirmek için aradığı sevimli bir kukla, okşanıp sevilmek için yaratılmış bir çiçekten başka türlü görmüyor, görmek istemiyor ve bütün tanıdığı genç kızlara kadınlara aynı sevimli, nazik, fakat çapkın tavırlarla biraz yükseklerden bakıyordu. Bunun için olacak, onun kadınlar arasındaki muvaffakiyeti bir destan gibi ağızdan ağza yayılmaya başlamıştı. Muhitindeki bilhassa romantik genç kızlar onun gözlerinin içinde yaşıyorlardı. Suad’ın hepsine karşı aynı müstehzi bükülüşle gülen dudakları, hepsine aynı çapkın kirpikler arasında takılan gözleri ve hepsini servetinin getirdiği kolaylıkla kah bir çiçek, kah bir koku ve buna benzeyen bir hediye ile şımartması ona hakiki bir prense karşı duyulan saygı ve bağlantıyı hazırlamıştı. Bulduğu bu kolay ve gündelik maceralar, ilk samimi aşkını unutturduktan sonra bir daha onu hakiki bir hisle bir kadına bağlanmaktan men etmişti.”

Boşanma konusu ise romanlarda çözüm olarak değil, bir günah, bir ayıp olarak ele alınır. Berkand’ın kadınları, kocaları ile sorun yaşasalar ve buna katlanamayacak hale gelseler de üstelik istemeyerek evlenmiş olsalar dahi, boşanmayı bir çözüm olarak görmezler. İki eşi ayırmaya ancak Allah’ın yetkisi olduğu ve ailenin her türlü olumsuzluk ihtimaline karşı daima korunması gerektiği vurgulanır romanlarında.

“Karı koca hayatında kadının rolü çok mühimdir. Kadın isterse, en fena kocayı bile kendisine ve evine bağlayabilir. Yeter ki kafi derece sabırlı, metanetli ve akıllı olsun (…) Yeter ki sen hoş görmeye ve hüsnüniyetle hareket etmeye karar ver.”

“Bu evden geçen bütün hanımlar, kocalarından memnun olmasalar bile dünyaya getirdikleri çocuklardan sevinç alarak avunmuşlardır. Hepsi de affetmesini, lazım oldukça gözlerini kapamasını bildikleri için mesut oldular. Kadın kısmı akıllı olmalı, kocasını idare etmeli.  Genç hanımım da eski hanımların soyundan, halis bir Türk kızıdır. O da ötekiler gibi yüksek kalpli olacak, göz yumacak, affederek unutacak, yuvasını koruyacak… Sabırla en afacan erkekler bile uslanır.”

Daha önceden bu aşamalardan geçmiş yaşlı bir kadın komşu ya da evin yaşlı kahyası tarafından evde yeni yaşamaya başlamış olan geline söylenen bu sözlerle büyükler tarafından mesuliyet kadına yüklenir. 

“Muazzez Tahsin Berkand’ın romanlarında, eskilerin ‘aile terbiyesi’ dedikleri, yıldızı sönüp gideli epey olmuş o yaşama biçimi, yaşama görgüsü daima duyumsanır.” -Selim İleri-

Romanlarda olayların geçtiği mekânlara genellikle İstanbul’dur. Olaylar, ya tamamen ya da kısmen İstanbul’da geçer. Kahramanlar İstanbul’a ve İstanbul’un tabiî güzelliklerine, denizine aşıktır. Aşk, o kadar güzel bir duygudur ki, ancak İstanbul gibi muhteşem bir dekora yakışır. Kahramanların çoğu eğitim veya iş için yurt dışına çıktıklarında, gittikleri yerlerde her fırsatta İstanbul gibi güzel bir şehrin olmadığını dile getirirler. Sevgililer birbirlerine aşklarını İstanbul’un bu doğal güzelliğinin içinde ilan ederler. Bizler de o zamanların İstanbul’u keşfederken aynı zamanda geleneksel İstanbul kültür ve yaşayışına da göz atmış olur, istanbul’un gündelik hayatını,  beş çaylarını, balolarını, yeni dansları ve kıyafetlerini, briç partilerini izleriz satırlarda.

Güzellik” kavramı Berkand’ın romanlarının vazgeçilmez kuralıdır demiştim yazımda. Ancak bir istisna yer alır bunların arasında. Sevmek Korkusu adlı eserinde, kahramanımız kimsesiz olmasına rağmen, okumuş, çalışan, kendi ayakları üzerinde duran ve tek başına yaşamayı seçmiş bir kadındır. Tek başınadır çünkü sevmekten korkmaktadır. Bu durumun nedeni ise, hayatının henüz baharındayken aşık olduğunu düşündüğü bir erkek tarafından açılan yaradan kaynaklanmaktadır. Ünlü bir ressam olan sevgili, onun resmini yapmış ancak güzel vücudunun baş kısmına başkasının yüzünü koymuştur. O yıllar için geçkin sayılabilecek otuzlu yaşlarının başındaki genç kadın böylece yıkılır.

Muazzez Tahsin’in röportajlarında fotoğraf çektirmekten kaçınması, eserlerindeki “güzellik” kavramından kendisini uzak görüyor olmasından kaynaklanabilir mi diye düşünmeden edemiyor insan. Oysa ki boylu poslu endamıyla yürüyüşüne de tanık olmuş Selim İleri’nin de dediği gibi “güzel bir kadındırMuazzez Berkand. Ferhan karakterinde dile getirdiği “çirkinlik” kavramı insanın içini acıtıyor.

Otuz üç senelik hayatımda, kadın erkek herkesten en çok işittiğim kompliman ‘zeki kız’ sözleri olmuştu. Çocukken buna çok sevinirdim. İlk genç kızlık senelerimde beni sadece “zeki” bulanlara karşı içimde derin bir kin ve nefret duyduğum olmuştur. O zaman güzelliğin hasretini çekerdim, güzel olmadığım için huysuzlanır ve kendimi güzelleştirmeğe çabalardım. Sonradan, yavaş yavaş hakiki benliğimi buldum. Güzel olmadığımı içime sindirdim. Kendimi sadeliğe bıraktım. Hafif bir yüz tuvaleti, sade elbiseler, çok spor, çok okumak ve ne olduğumu bilerek yaşamak… Güzelleşmek istediğim zamanlar ne kadar ıstırap çektiğimi hiçbir vakit unutamam. Bu sebepten, hassas kadın kalbimi lüzumsuz heveslerle hırpalamamak için kendi içimde yaşamağı, uyuyan yılanları uyandırmamağı tercih ederim. Yine bu sebeple ki, şahsımdan fazla bahsedilmesinden pek hoşlanmam, sıkılırım, titizlenirim.”

Dönemin tüm aşk romanı okuyucularına hitap etmiş ki bu seçim, kadın okuyucuların ellerinden düşmemiş Berkand’ın romanları. Kitapların bu kadar okunması, tekrar baskılarının yapılması hatta günümüzde bile sahaflarda aranır sorulur olması belki Berkand’ın, kadın okuyucularına hayallerinde kurdukları bir rüyayı yaşatıyor olmasıydı. Kim bilir  belki de aynı rüyayı kendi yüreğinde yaşattığındandır bu kadar başarılı olması. Muazzez Tahsin’in özel hayatına dair bir bilgi yok elimizde, anılarını yazdığı bir kitap da…O yüzden kendi içinde neler yaşadığını bilemeyiz elbette. Hiç evlenmemiş olması hiç aşık olmadığını göstermeyeceği için, biz okurlar olarak Muazzez Tahsin Berkand’ı, romanlarındaki sözcüklerinde aramalı, bulmalıyız.

Türk edebiyatının bir dönemine şekil vermiş, edebiyat çevreleri tarafından “aşk romanları yazarı” olarak hafifsenmesine, küçünsenmesine rağmen halk tarafından sevilmiş, tutulmuş, eserleri tekrar tekrar basılmış, filme çekilmiş “Aşk Romanları” yazarı Muazzez Tahsin Berkand’ı vefatının 36. yılında sevgi, saygı ve özlemle anıyorum/z.

-AYŞEN CUMHUR ÖZKAYA-

ESERLERİ – Alfabetik :

ESERİN ADIYazıldığı Yıl  TürüFilmTV Dizisi
Aşk Fırtınası  1935 1972 
Aşk Tılsımı  1949Adapte eser    
Aşk ve İntikam  1943Adapte eser  1965 
Aşkla Oynanmaz  1944Adapte eser    
Ateşli Kalp1939Magali’den çeviridir.    
Bahar Çiçeği  1935   
Bir Bahar Akşamı  1966   
Bir Genç Kızın Romanı  1938 1971 
Bir Gün Sabah Olacak mı?  1972   
Bir Pınar ki      
Bir Rüya Gibi  1958   
Bulutlar Dağılınca1966Adapte eser    
Bülbül Yuvası1943Adapte eser  1961   1970                      
Büyük Yalan  1948   
Çamlar Altında1949Adapte eser   2018’de Bulgarca’ya çevrilmiştir.    
Çiçeksiz Bahçe1947Adapte eser  1963 
Dağların Esrarı1943Adapte eser    
Evleniyorum  1944J. Foldes’ten çeviridir.  
Garip Bir İzdivaç1944Adapte eser  1965,   
Gençlik Rüzgarı1963   1964 
Gönül Yolu  1950Adapte eser    
Günah Bende mi?   1964 
Hemşireler  1944A.J.Cronin’den çeviridir.    
Işık Yağmuru  1962Adapte eser  1964   
İftira   1968 
İki Kalp Arasında  1972   
İlk Aşk  1967   
Jezabel/İhtiyarlamayan Kadın   Irene Nemirowsky’den çeviridir.    
Kalbin Sesi  1944Adapte eser    
Kezban           Kezban Roma’da  1941 1961   1963   1968   1970        
Kırılan Ümitler  1957   
Kıvılcım ve Ateş  1963Adapte eser    
Küçük Hanımefendi1945Adapte eser   2019’da Ermenice’ye çevrilmiştir.  1961   1970      2011
Lale  1945   
Mağrur Kadın1958Adapte eser  1962   1970                 
Meçhul Sevgili1945Stefan Zweig’den çeviridir.    
Mualla1941Adapte eser    1964   1971  1998     
Nişan Yüzüğü1945Adapte eser      
Nöbetçi Hemşire “Hemşireler” eserinden1947A.J. Cronin’den çeviridir.    
O ve Kızı1940     
Perdeler “Kızım ve Aşkım”1943     
Saadet Güneşi1944   1970 
Sabah Yıldızı1944Adapte eser  1968 
Safo1940Alphonse Daudet’ten çeviridir.    
Sarmaşık Gülleri1950Adapte eser  1968   
Sen ve Ben1933İlk Eseri “Milliyet”te neşredilmiştir.  1965   
Sevgim ve Gururum1959Adapte eser  1965   
Sevmek Korkusu1953Adapte eser    
Sonsuz Gece1935     
Sönen Yıldız 1956   
Uğur Böceği1974     
Uzayan Yollar1967Adapte eser    
Yabancı Adam1980     
Yılların Ardından1960   1964 

FİLME ÇEKİLEN ESERLERİ

Sıra No  Eserin AdıÇekildiği YılYönetmenOyuncular  
1Aşk Fırtınası1972Halit Refiğ Safa Önal  Bahar Erdeniz Kartal Tibet
2Aşk ve İntikam1965Süreyya Duru Şakir Sırmalı  Hülya Koçyiğit Cüneyt Arkın
3Bir Genç Kızın Romanı  1971Safa ÖnalTürkan Şoray Ediz Hun  
4Bir Pınar ki “yeni isimle çekilmiş”  1972  O. Nuri Ergün Safa Önal  Arzu Okay Kartal Tibet
5Bülbül Yuvası1961Nejat Sağdam   Belgin Doruk Gökhan Arsoy  
6Bülbül Yuvası1970Nejat Sağdam  Türkan Şoray, Murat Soydan  
7Çiçeksiz Bahçe1963Ümit Utku  Nebahat Çehre Orhan Günşıray  
8Garip Bir İzdivaç  1965Nejat SaydamTürkan Şoray Tamer Yiğit  
9Gençlik Rüzgarı1964Nejat Saydam  Türkan Şoray Ediz Hun  
10Günah Bende mi?1964Kemal Kan  Muhterem Nur Turgut Özatay  
11Işık Yağmuru  1964  
12İftira  1968Ümit Utku Bülent Oran  Selda Alkor Tugay Toksöz
13Kezban  1961 Belgin Doruk Ayhan Işık  
14Kezban  1963Arşavir AlyanakMuhterem Nur Gökhan Arsoy  
15Kezban  1968Orhan Aksoy Ahmet ÜstelHülya Koçyiğit İzzet Günay  
16Kezban “Kezban Romada”  1970Orhan AksoyHülya Koçyiğit Ediz Hun  
17Küçük Hanımefendi  1961Nejat Saydam  Belgin Doruk Ayhan Işık  
18Küçük Hanımefendi  1970Ertem Eğilmez Erdoğan Tünaş  Hülya Koçyiğit Kartal Tibet
19Küçük Hanımefendi2006TV DizisiTuba Ünsal Devrim Yalçın  
20Küçük Hanımefendi2011TV Dizisi Özer Kızıltan  Cansu Dicle Tosun Barış Bağcı
21Mağrur Kadın  1962Burhan BolanMuhterem Nur Muzaffer Tema  
22Mağrur Kadın1970Nevzat PesenTürkan Şoray Ekrem Bora  
23Mualla1964Ülkü Erakılın Bülent Oran  Türkan Şoray Ediz Hun  
24Mualla1971Nevzat PesenFatma Girik Kadir İnanır  
25Mualla1998TV Filmi Ülkü Erakılın  Nilüfer Açıkalın Kerem Alışık  
26Saaadet Güneşi1970Nejat Saydam Bülent OranHülya Koçyiğit Murat Soydan  
27Sabah Yıldızı1968Türker İnanoğlu Bülent Oran  Filiz Akın Ediz Hun  
28Sarmaşık Gülleri1968Nejat SaydamHülya Koçyiğit Kartal Tibet  
29Sen ve Ben1965Süreyya Duru   
30Sevgim ve Gururum  1965Süreyya Duru Erdoğan Tünaş  Hülya Koçyiğit Cüneyt Arkın
31Sönen Yıldız  1956Osman F. SedenGülistan Güzey Mahir Özerdem  
31Yaşlı Gözler1955Avni Dilligil Özdemir Birsel  Deniz Tanyeli Muzaffer Birtan
32Yılların Ardından    1964Arşavir Alyanak    Türkan Şoray Göksel Arsoy

ÇEVİRİLERİ :

1939Ateşli KalpMagali   
1940SafoAlphonse Daudet   
1943Jezabel / İhtiyarlamayan Kadın  İrene Nemirowsky 
1944  HemşirelerA. J. Cronin 
1945  EvleniyorumJ. Foldes 
1957  Nöbetçi HemşireA.J. Cronin“Hemşireler”den

AÇIKLAMALAR :

Münif Fehim Özerman (1899 -1983)

Ünlü tiyatro oyuncusu Ahmet Fehim Efendi’nin oğlu olan ve küçük yaşlardan itibaren ünlü sanatçıların olduğu bir çevrede yetişen Münif Fehim, 12 yaşında resim yapmaya başladı ve sonraki yıllarda da dönemin ünlü tiyatro kumpanyaları için afişler ve dekorlar hazırladı. Öğrenimini Üsküdar Sultanisi ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde yapan sanatçı, 1921 yılında İleri Gazetesi’nde basın hayatına atıldı;  Kelebek, Aydede, Akbaba, Zümrüdü Anka, İkdam, Vakit ve Son Posta gibi mizah dergileriyle gazetelerde karikatür ve desen çizmeye başladı.   Asıl ününü ilüstratör olarak yaptı. Kitap kapakları, dergi ve kitap illüstrasyonları ile yayıncılık ve grafik tasarım tarihinin temel taşlarından biri oldu. İlk karikatürlerinde stilize bir teknik kullanan Münif Fehim, 1923’ten itibaren suluboya tekniğine yönelmiş, daha sonra da resim yönü ağır basan karikatürler çizmiştir. Elli Türk Büyüğü ve Dünden Hatıralar gibi kitaplarla dizi yazıları da resimleyen sanatçı, ünlü Divan şiirlerinin bazı dizeleri için yaptığı resimlerle ünlenmiştir. Sanatçı, eski İstanbul yaşamını canlandıran resimleriyle de tanınır. -MüzayedeDünyası.com-

Ayşen Cumhur Özkaya

KAYNAK :

Selami Çakmakçı – Popüler Roman ve Muazzez Tahsin Berkand                                                      

Kadir Dede : Muazzez Tahsin Berkand’la İzdivaç

Ceylan Yenidoğan : Selim İleri ve Edebi Tenkit      

Ümran Özçelik : Muazzez Tahsin Berkand’ın  Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri

Ayfer Yılmaz : Popüler Roman ve Melodram Kavramları Çerçevesinde Muazzez Tahsin Berkand ve Sarmaşık Gülleri

Neslihan Karaalioğlu Alpagut – Bir Yazarı Romanların Araladığı Kapıdan Görebilmek Belki

Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü

Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi

Ömer Türkeş : Sayılarla Kadın Romanları

Rıdvan Çiçek : Popüler Roman Açısından Oğuz Özdeş’in Romanları Üzerine Bir Araştırma