“Çam kozalaklarına doğurganlığın sembolü olarak inanan eski toplumların bazılarında gebe kalmaya çalışan kadınlar bir çam kozalağını yastık altına yerleştirirmiş.”
Yangın çıkan ormanda, alevler küçülmüş, her yeri duman kaplamıştı. Dumanın ortasındaki büyük karyolada bir Kadın bir Erkek sırt sırta uyuyordu.
Ağaçların canhıraş çatırdamaları kadının kulaklarını tırmaladı. Gözlerini hafifçe araladığında korku tekinsizce tüm ruhunu sardı. Kadın yatakta doğruldu, etrafına baktı. Üzerlerine düşen sisten ve dumandan bir metre ötesini göremedi. Sıcağın bunaltıcılığıyla yanaklarının pembeden, kırmızıya geçişini sızlamaya karışık hissediyordu. Yataktan çıkmaya çalışırken, gözlerini ovuşturdu, uzun siyah saçlarını toplarcasına avuçladı ve omuzundan önüne doğru attı. Yataktan saldığı ayakları, toprağın sinesine çektiği sıcaklıktan ürkerek tekrar yatağa toplandı. Bacaklarını karnına çekti, sarıldı. Yaprak gibi tir tir tirerken, beyaz çarşafın ayak ucuna ilişti gözü. İri sayılabilecek sarı bir akrep, kıvrımlı kuyruğunu kaldırmış, zehirli okunu hazırlamış tekinsizce bekliyordu. Üzerinde ne olduğunu anlayamadığı ağırlıkla, ölesiye korkarken, boğazındaki düğüm konuşmasına ve hatta bağırmasına engel oldu. Akrebin gözlerinde, dün akşamın tehditkâr çiğ yeşilini gördü. İçgüdüleri kışkırtılmış, tutsak düşmüştü bir kere. Bu basiretsizliğinin Erkek’ten dolayı olmadığının farkındaydı. Yine de hazırlıksız yakalandığı kederiyle akrebe kitlenmişti.
“Git, git burdan! Seni pislik!”
Ağaçların birden bire yarattığı dev gölgeler ayak ucuna düştü, yeşilin çiğliğini ve parıltısını gizledi. Hemen ardından akrebe olan dikkatini kaybetti. Elinde hissettiği dokunuşla bir kez daha ürktü. Erkek, yönünü kadına doğru çevirmişti. Uyku arasında eliyle bir şeyler arar gibiydi. Dizlerinin üzerinde bulduğu elini yakaladı, önce hafif, sonra sıkıca tuttu. Kadın birden ortamın tehdirkârlığını unutur gibi oldu. Beyaz yatağın üzerine bir çam dalı düştü. Başını kaldırdı. Üzerinde bir tek kozalağın olduğu çam ağacının büyük dalı başlarına doğru iyice eğilmişti. Kadının aklına birden iki ay önce yastığının altına koyduğu kozalak geldi. Boşta kalan elini arkaya attı, yastığın altında aranmaya başladı. Kozalak oradaydı. Eline aldı, bir sağa bir sola çevirdi. Kozalağın çiçeğe benzeyen yeni bir yaprak verdiğini fark etti. Heyecanlandı, Erkek’e döndü onu uyandırıp, kozalağı göstereceği sırada, ayakucundaki akrebi tekrar anımsadı. “Her kadın gerektiğinde iyi bir iz sürücüdür.” diye mırıldandı. Elini erkeğin elinden çekti. Kozalağı avucunda, göğsüne yaklaştırdı. Geceliği terinin neminden sırılsıklamdı. Teyakkuza geçerek çiğ yeşili gözleri aramaya başladı.
Sis bir nebze dağılmaya, alevler sönmeye yüz tutmuştu. Toprak, dumanların dağılmasıyla daha net görünürken, sönmüş ateşin arkasında bıraktığı küller gibi, dinginleşiyordu. İçten içe öyle hissediyordu ki, tekin olmayan ortamda onu diri tutan tek şey akrebin varlığını bilmesiydi. Yatağın etrafında aheste aheste, sinsi adımlarla, zehri havada yürüyen akrebi fark etmesiyle, bakışları arkasından sürünür oldu. Korkusu büyüdü, ruhunu daha büyük bir sıkıntı sardı. Gözlerini kırpıştırmasıyla az ilerideki ufak alevleri fark etmesi, dudaklarından “Ateşş!” haykırışının çıkıvermesi çok hızlı oldu. Sesinin yüksekliğinden kendi rahatsız oldu. Göz ucuyla Erkek’e baktı, hala derin uykudaydı. Bir yandan uyansın isterken, diğer yandan da uyuması anlamsız bir teselli veriyordu. Sönmek üzere olan ağaçlara doğru uzandı, yetişemedi. Tekrar denedi, olmadı. Tek istediği kıvılcım halinde olan birkaç dala ulaşabilmekti. Yastığını yere attı, elinde tuttuğu kozalağı erkeğin avucuna bıraktı. Ayağa kalktı, yastığın üzerine basıp yerde bir ucu yanan dallardan birkaç tane topladı. Alevi üzerinde dallarla akrebin etrafını sardı, onun için küçük, akrep için büyük bir yangın çıkardı. Zehri havada olan akrep, deli gibi bir sağa bir sola çıkış yolu aradı, aradı. Bulamadı. Kıvılcım yatağın üzerine çıktı. Kötülüğün sıradanlığında akrebin son hamleleriyle kuyruğundaki iğnesini ensesine indirişini seyretti. Zehrin etkisiyle yavaş yavaş gelen ölümü, soluksuz bekledi. Yanan dalları art arda akrebin üzerine ittirdi, kokan et kokusunu içine çekerken, burun direkleri acıdı. Akrebin külleri toprağa karışırken, Kadın sessizce dudaklarında kaybolan, saplantılı cümleler kurdu.
“İşte bu kadar! Bizden uzak durmalıydın. Bana bulaşmamalıydın. Bize sinsice sokulmaya çalışmamalıydın!”
Erkek’in parmakları gevşedi, avucunda duran kozalak yuvarlandı, Kadın’ın eline bir ateş topu gibi dokundu. Bir kez daha ürktü Kadın. İçindeki kötüyle ilk kez bu kadar yakınlaşmıştı. O an bu yakınlaşmanın ona verdiği zevkten korktu. Kötüler çirkin olurdu. Kozalağı aldı, karnına doğru bastırdı, gözlerini kapattı. Ufak ufak damlamaya başlayan yağmurun huzuruyla, alevleri tamamen sönen ormana doğru baktı. Görüş alanı artık daha aydınlıktı. Karanlık düşüncelerinin temizliği oldukça uzun sürmüştü. Sabah güneşinin perdelerle oynaşması yatak odasının beyaz badanalı duvarlarına yansıdığında; vicdan azabı çeken katil kadar haraptı.
“Biz kadınların cinayetleri erkeklerinki kadar gürültülü değil Allah’tan. Nasıl da böyle ansızın alevleniyor, o zavallı insanlardan birine dönüşüyorum?”
Oturduğu yerden yorganın altına doğru bedenini kaydırdı. Elini göbeğinin üzerine koydu, kendi nefretinin ateşindeki merhametsizliğinden utandı. Hormonlarının şaşırtan oyunuyla, öfkeli ve mantıksız düşüncelerinin esaretinde yorulmuştu. İçindeki vahşi kadın tarafından baştan çıkarılmıştı. Bu tuzağa düşmüş olmaktan utanç duydu. Tazelenmiş güveniyle Erkek’e yüzünü döndü. Birleşen dizleri birbirini öpüyordu. Onun avuçlarına kozalağı bırakırken, ikisine ait ama ayrı bir ruhun varlığını da ilk kez açığa vuruyordu.
Özlem Budak