1920 – 19 Kasım 1981
” İyi bir sanatçı olmak için önce, kendini, halkını sevmesi daha doğrusu bu halkın içinden bu halkın en devrimci sınıfına bağlılık göstermesi, içtenlikle bunu yapması şarttır”
1920’de Erzincan Kemaliye’de doğan Enver Gökçe dokuz yaşına kadar Eğin türküleriyle büyüdüğü memleketinden bir kış günü ailesiyle beraber ayrılır ve Ankara’ya yola çıkarlar, 1929 Türkiyesi yoksuldur, yolculuk zahmetlidir, kitabında Enver Gökçe bu göçü şöyle anlatır ;
“Ankara’ya gelişimiz çok soğuk, hemen hemen kışın yeni başladığı zamana rastlar. O zaman dokuz yaşındaydım. Yağmurlu bir günde köyden ayrıldık. Arapkir’e ordan da Hekimhan, Kangal yoluyla Sivas’a kadar kara yoluyla ve kış vaktinde yolculuğumuzu sürdürdük.
Ulaşım yolları iyi değildi. Hatta o koşullarla zor ilerliyorduk. Ve hayvanlarla geliyorduk. Hanlarda yata yata. O zaman uzun bir yolculuktan sonra, on bir günde Ankara’ya gelebildik.
Ankara yeni kurulabilen on beş bin nüfuslu küçük bir kasaba görünümündeydi. Şehir bugünkü Ulus ve Ulus’taki heykel çevresinde ve Samanpazarı denen yer etrafında, Ankara Kalesi’nin çevresinde toplanıyordu. Bundan böyle burada yaşayacaktık.”
Okullar çoktan açılmıştır devlet okuluna alınmaz, özel bir ilkokulda eğitimine başlar, ilkokuldan sonra Cebeci Ortaokulu’nu ve dönemin önemli liselerinden Gazi Lisesi’ni bitirir. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okurken birçok derneğe yazılır, dergilerde çalışmaya başlar, 1940’lı yıllarda, şiirle ve devrimci düşüncelerle daha da iç içedir artık. Ceyhun Atıf Kansu, Niyazi Akıncıoğlu, Arif (Barikat) Damar en yakın arkadaşlarıdır. Bu yılları da kendisi şöyle yazmıştır;
“İşte üniversiteye devam etmem sırasında, daha doğrusu devrimci fikirlere olan yakınlığım dolayısıyla, fakültenin ilk yıllarında itibaren, bazı derneklere ve yayınlara yöneldim. Bunlarla bağlantı kurdum.
Ülkü dergisi adlı ünlü Halkevi dergisinde çalışmaya başladım. Görevim düzeltmenlik ve dergi çıkarma tekniği üzerineydi. O zaman dergiye Ahmet Kutsi Tecer ve Bedrettin Tuncel yön veriyorlardı. İdare kısmında Ahmet Serdaroğlu adlı sevdiğim bir insan çalışırdı.
Dergiye, Nurullah Ataç, Ahmed Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer zaman zaman uğrarlar ve konuşurlardı.”
Ne Fayda
Sen benimsin,
Ciğerparem,
sevdiğim Gülden
ağır Söylemem sana
Saçlarına Kızıl güller takayım
Salın da gel,
Bir o yana Bir bu yana
Meğer Müşkil işmiş hürriyet
Savunmayla yetmiyor
Bir başka sevda
Telden Demirden geçsen
Mahpusu delsen
Ne fayda
Üniversite hocalarından olan Pertev Naili Boratav ile de çok iyi anlaştığını anılarını yazdığı kitabında belirtmektedir. Üniversite yıllarında Türkiye Gençler Derneği adında bir dernek kurdular. Bu dernek kendi deyimiyle anti-faşist bir dernekti ve dönemin Turancılar’ı bu dernekten rahatsız olmuş çeşitli saldırılar ve provokasyonlar yapmışlardı. Dernek olaylarında dört arkadaşıyla beraber tutuklanıp üç ay cezaevinde yatmıştı. Bu sırada da o meşhur Görüş Günü şiirini yazmıştı. Üniversiteyi bitirdikten sonra İstanbul’da Yurtlar Müdürlüğü’nde işe başladı.
Görüş Günü
Bugün görüş günümüz
Dost kardeş bir arada
Telden tele
Mendil salla el salla
Merhaba!
İzin olsun hapisane içinde
Seni
Senden sormalara doyamam
Yarım döner cıgaranın ateşi
Gitme dayanamam
1951 TKP tevkifatında Enver Gökçe 168 devrimci ile beraber tutuklandı. İstanbul 1. Şube’de ve Harbiye Cezaevi’nde iki yıl tutuklu kaldıktan sonra Adana’ya cezaevine gönderildi. Cezaevi günlerini şöyle yazar ;
“Gazetelerde okuduğumuza göre Sevim Tarı isminde bir kadın Paris’e giderken yakalanmış. Bunun üstünden bir süre geçti. Bundan sonra, buna dayalı olarak tevkifat başlamıştı. Ben de bir kaç öğrenciden sonra eylüle doğru tutuklandım.
O zamanlar İstanbul 1. Şubesi geçici hapishane olarak kullanılıyordu. Teker teker o günün devrimcileri ve demokrat fikirli gençleri alelacele tutuklanıyordu.
Tabutluklar, falakalar ve her türlü insanlık dışı işlemler yapıldı. Ve sonuçta yüz altmış sekiz insan askeri mahkemede yargılandı.
Ben savunmamı kendim yaptım. Hatırladığıma göre o zaman çok iyi bir savunma hazırlamıştım. Yapılan isnatları reddettim. Bazı arkadaşlarımla olan temaslarımın kanuni olduğunu gizli bir örgüt tarafından yönetilmediğimi iddia ettim. Fakat kaale alınmadı.
Ben savunmamın özünde Marksizmi istediğimi beyan etmiştim. Mahkeme bildiğini okudu. Sonuçta yedi seneye mahkum edildim. Ayrıca bu cezanın üçte bir bölümlük kısmı kadar da sürgün cezam vardı. Böylece mahkeme sonuçlandı ve herkesi ceza evlerine dağıttılar.
İleri cezaevleri statüsüne göre bütün Türkiye hapishanelerine dağıtılmış olduk. Son parti Adana Cezaevi’ne gönderildik. 1. Şube’de kaldığım zaman içinde işkence yapıldı. Havasız ve hatta ekmek ve su bile verilmediği günlerde iki yıl birinci şubenin ünlü odalarında gün geçirdik.
Bu arada içerde, bir çok kanunsuz işlemlerin yapıldığı doğrudur. O sırada ruhi depresyon geçirenlerin ve intihara yeltenenlerin sayısı da oldukça kabarıktır.
Adana’ya kadar parmaklarımızdan ve ellerimizden kelepçeli olarak getirildik. Siyasi koğuşa yerleştirildik. Adana’da Zeki Baştımar, Mihri Belli, Şevki Akşit de bulunuyordu.”
Toplam yedi yıl hapis yattıktan sonra hapis cezasının üçte biri kadar da sürgün cezasına gönderildi. Sürgünün bir kısmı Çorum’un Sungurlu kasabasında ve Ankara’da geçti. Hapishane hayatından sonra İstanbul’da bir dergide çalışmaya başladı. ”Bu işi bana Yaşar Kemal buldu” diyor kitabında. Bu yıllarda Pablo Neruda’nın şiirlerini ilk kez Türkçeye çevirerek Türkiye’de yayınlanmasını sağladı.
Türk dilinin tüm kollarına ve Divan edebiyatına hâkim olmasından dolayı da pek çok halk öyküsünün ve masalının yanı sıra en önemlisi Dede Korkut Hikayeleri’ni günümüzün Türkçesine kazandırdı.
Dost Dost İlle Kavga (1973), Panzerler Üstümüzden Kalkar (1977) cezaevinden dışarıya gönderdiği şiirlerinin basıldığı kitabıdır, “Yusuf ile Balaban” destanı ise kaybolup gitmiştir. Destanı yazma sürecini anılarında söyle anlatır ;
“Hapishanede herkes kendine göre bir işle meşgul olurdu. Günlük hapishane hayatının dışında benim işim gene sanat oldu. Şiirle uğraşıyordum. Bu arada benim önemli yapıtlarımdan birisi olan “Yusuf ile Balaban” ı yazmaya başladım. O devrelerde böyle bir şiir çalışması yapacağım belliydi. Birtakım sıkıntılar başlamıştı ve şiirin ilk mısraları dökülmeye başladı. ” Ve; zaman akar, zaman geçer, / Zaman zindan içinde. ” Dizeleriyle başlayan şiir kafamda şekillenmeye başladı. Ve sonuçta otuz şiirlik bir destan kısa bir müddet içinde zannederim bir ay içinde bitirmiş oldum. Destan böylece tamamlanmış oldu. Ben de rahatlamıştım ama, asıl iş bu parçaların dışarıya çıkarılmasıydı. Neticede o işi de başardım. Destan sağ salim dışarıya çıktı. Fakat daha sonra aynı titizlik destanın saklanmasında gösterilemedi. Ve eser tamamen bugün elimden çıktı. Kayboldu. Bugün destanın elimde kalan parçaları arasında sonradan, Başlangıç, Uy Kirpi Kız Kirpi, Bu Balaban’ın Dünyadan Göçtüğüdür, ve Kirtim Kirt adlı son bölüm kalmıştır.
Destanı birçok arkadaşım okumuştur. Dışarda da okunmuştur. Elden ele geçtiğini de öğrendim hatta. Destanı Ahmed Arif de okumuştur.”
Çektiği tüm acılara rağmen yaşamaktan, mücadele etmekten vaz geçmez. Yaşam felsefesini söyle anlatır;
“Hayatı tüm yönleriyle seveceksiniz.
İyilik kötülükleriyle, pisliğiyle, fakat seveceksiniz.
…Bunu sevdiğiniz bir sürede, bunları yapıtlarınıza geçirebildiğiniz ölçüde, büyük ve yol gösterici olacaksınız.”
Bazen de her şeye bir Hastir çeker;
“Oğul, uşak, bir de karım/ Kurt bana/ Hastir çeker/ Kuş bana/ Yılan bana/ Hastir çeker/ Çiyan bana/ Lan kardaş/ Bu nasıl yara”. Ankara’da bir huzurevinde tamamladı ömrünün son günlerini, dilinde acı bir türküyle: Gayri gider oldum kardaşlar/ Ve de kız kardaşlar/… Bu nasıl yara/ Kanar her yerimden/ Dövülmüşüm/ Sövülmüşüm/ Siktir çekilmişim yani/ Kendi öz yurdumda.”
1977 yılında ağırlaşan hastalıkları nedeniyle Bulgaristan’da tedavi gördü. Son yıllarını Ankara’da Seyranbağları Huzurevi’nde yaşayan Enver Gökçe 19 Kasım 1981’de Ankara’da hayata veda etti.
Sanatsal Gelişimi :
Her ne kadar “1940 Toplumcu Şairler” kuşağından sayılsa da, aslında o, halk şiir geleneğini derinden kavramış, gelenekle bağlarını güçlendirdikçe, onu devrimci bir tarzda dönüştürmeyi başarmış özgün bir şairdi. Bu yanıyla, serbest nazımdan da, Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet’in temsilcisi olduğu Garip şiir akımından da çok uzak, kendine özgü bir şiir dünyası kurmuştu.
Gökçe bitirme tezini “Eğin Türküleri” üzerine yazmıştır. Şiirlerindeki duruluk, imgelerindeki zorlamadan uzak doğallık halk kültüründen beslenmesindendir. Şiir bir dil sorunudur der ve kendini söyle ifade eder;
“Bence şiir, her şeyden önce, bir dil sorunudur. Türk dilinin bütün kollarını inceledim. Türkmence, Kırgızca, Karaimce, Göktürk ve Oğuz lehçeleri ve İstanbul ağızı… bunlar arasındadır. Ayrıca gene dilimizin güzel örneklerinin bulunduğu Dede Korkut gibi destansı halk hikâyelerini de saymak gerekir. Ben istedim ki, şiirlerim halkımızın bir türküsü, bir “Hoyrat”, bir “Ela Gözlü”, yahut bir “Bozlak” gibi ezgili bir şekilde okunabilsin. Ta ilk zamanlarda, şiire ilk başladığım zamanlarda bile, bu düşüncede idim. Bu yolla şiirlerimin daha bir etkin ve vurucu olma niteliğine varabileceğini sanıyordum. Bütün çabalarım bu yönde gelişmiştir. Şiirde halk söyleyiş olanaklarından yararlanma çok olağandır. Benim gibi halkın içinden çıkmış bir ozan için ise hepten olağan…”
Enver Gökçe’nin okul arkadaşı Prof. Dr. İlhan Başgöz, Enver Gökçe’nin ardından kaleme aldığı bir yazısında, Gökçe’nin şiirinin bir başka damarından söz eder bize. Divan şiiri ve özellikle de Nedim. Bu, çoğu kişinin aklına gelmeyecek, şaşırtıcı bir damardır. Abdülbaki Gölpınarlı‘nın dersleri ile başlayan bu divan edebiyatı ilgisi Enver Gökçe’nin şiirini kurmaya başladığı ilk dönemin en önemli unsurlarındandır. Zamanla bu ilgi söner ama bu ilginin izleri Enver Gökçe’nin şiirlerinde hem bir musiki hem de sözcük anlamında tortu bırakır. Başgöz bu etkiyi anlatırken “Halbuki bu şiirin ses ve söz dünyasını tanıyanlar, Enver’in bu yanını anlamakta güçlük çekmezler. Enver ‘gönlümüzce’, ‘evvel madde, ahir fikir’, ‘sol aşkı bilmezlenenler’, ‘hayal etmesi zor’, ‘ben berceste mısrai buldum’ derken sadece divan şiirinin usta söyleme geleneğini yansıtmaz, onun sözcükleri ile de konuşur” demektedir.
Gökçe şiirinin son damarı ise modern şiirdir. Nazım Hikmet ve Gökçe’nin Türkçeye çevirdiği Neruda ise, bu etkinin somutlandığı iki önemli isimdir. Bu iki isim yalnızca şiirsel dil bakımından değil; toplumcu edebiyat anlayışı bakımından da Enver Gökçe’yi derinden etkilemiştir.
İBRAHİM
Yan binmişsin eşeğe Kasketi de yıkmışsın afili Kaşın üstüne. Bir günün beyliği beylik Aldırma sat anasını; Olmasa da olur "Mükeyyifat"tan sayılır Gaz, tuz ve şeker.
Hadi sür Paçanın kokusunu aldı seninkiler! Küçük Yılmaz bekler şehir ekmeği He oğul, he! Senin de şansın var
Hadi şöyle gir de köyden içeri Ayaklarını sallaya sallaya, Bozkulağı anırta anırta Ko desinler Şahmaran'ın bağı var!
Sanat anlayışı…
Enver Gökçe en genel anlamda toplumcu şiir kategorisi içinde yer alır. Ama Nazım Hikmet ve Niyazi Akıncıoğlu ile birlikte Enver Gökçe için daha spesifik bir ayrımla “sınıf şairleri” tabiri de kullanılabilir. Enver Gökçe’de şiir macerasının ilk başlarında toplumcu şiirin bir başka ve çok daha güçlü kolu olan “halkçı şiir” şemsiyesi altında yer alırken, süreç içinde şiirlerinde kent ve somut emek ilişkileri daha belirgin bir tema haline gelmiştir. Zaten Gökçe’de açık açık ” Ben sınıf edebiyatı yapıyorum” der.
Enver Gökçe şiir de biçim ve içerik tartışmasında biçimi önemsizleştirmeden önceliği içeriğe verir. Ona göre “İyi, başarılı bir eseri meydana getirebilmek için önce bir sosyal içerik, sonra da estetik bir kılıf zorunludur…Örneğin Nazım’da ve Neruda’da bu sosyal ve estetik yönler bir bütün halinde ortaya konmuştur. Güzel ve kuvvetli olmak buradan ileri gelmektedir.”
Ölümünden sonra 1990’lı yıllarda şiirleri Ahmet Kaya tarafından bestelenip seslendirilmiştir. Ahmet Kaya’nın bestelediği Başlangıç, Yusuf Yusuf, Turan Emeksiz, Katilime Ferman, Meri Kekliğim, Kore Dağları, Hastir Lan, Gayri Gider Oldum (Haram Bana) Enver Gökçe şiirlerindendir.
Bestelenen Önemli Diğer Şiirleri
Dost/ Zülfü Livaneli- Dost
Görüş Günü/ Sadık Gürbüz-Görüş Günü, Selda Bağcan- Görüş Günü
Ne Fayda/ Sadık Gürbüz- Ne Fayda
Keban Dedikleri/ Sadık Gürbüz- Keban Dedikleri
Senin emekçin olaydım
Şen olası türküsü
Dost kokusu, dost selamı Türkiye (Ankara 1945)
Işın Güner Tuzcular
Kaynaklar
http://mahmutustun.blogspot.com/2016/12/ankaradan-bir-enver-gokce-gecti.html
https://tele1.com.tr/bir-meri-keklik-gibi-enver-gokce-153887/
https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2019/09/29/siirimizin-derin-yarasi-enver-gokce
birgun.net/haber/beni-cok-dovduler-80554
envergokçe.com
The Epoch times
Youtube videoları