(1956-2009)

Tam adı Cahide Birgül Sesveren’dir Ankara DMMA Mimarlık Fakültesi mezunudur. Mimar olarak devlet kuruluşlarında on beş yıl çalışarak 1999 yılında emekli olduktan sonra yazın çalışmalarını İstanbul’da sürdürdü.

Yazarlığa TRT Ankara Radyosunda “Arkası Yarın” lar ve radyo oyunları ile başladı. Yirmi kadar oyunu oynandı. Kaplumbağa Sever misiniz?  adlı oyunu Türkiye’yi temsil etmek üzere Avrupa’nın Sesi radyosuna gönderildi. Kadın Eserleri Kütüphanesi’nin açtığı ana-kız temalı oyun yarışmasında  Biblolar  Özendirme Ödülü aldı. Daha sonra Tiyatrokare’de Nedim Saban’ın gerçekleştirdiği work shop çerçevesinde  Fotoğraflar  adlı çalışması sergilendi. Yazıları Radikal gazetesi ve Pazartesi dergisinde yayımlandı. Radyo oyunları TRT Ankara Radyosu’nda seslendirildi, TRT İstanbul Televizyonu için metinler yazdı. Emin Bey Pansiyonu adlı oyunu ile 1999 Devlet Tiyatroları Tiyatro Oyunu Yarışmasında üçüncülük ödülünü aldı. ”Fotoğraflar” adlı oyunu ile British Council’ün açtığı ”Uluslararası Yeni Tiyatro Yazarları” yarışmasında Doğu ve Yarı Merkezi Avrupa grubunda yarı finale kaldı.

Cahide Birgül, 2009 yılında Ankara’da vefat etti. Karşıyaka Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Çağdaş edebiyatımızda mensur tarzdaki eserleriyle yer edinen Cahide Birgül ,  Yazarlığın temelini oluştururken daha önce yazdığı tiyatro oyunlarından alıntılar yaptı. Gerçeklik unsurundan çok kurgu üzerine kurulu olan romanlarında hayal gücünü esas aldı. Daha önce bilinmeyen, tanınmayan ve tecrübe edilmemiş dünyalara sahihlik görüntüsü vererek anlatmayı tercih etti. Dünya edebiyatına polisiye roman türündeki romanlarıyla yön veren Patricia Highsmith ve George Simenon’dan etkilendi. Romanlarında gizem ve merak unsurunu eserin sonuna kadar koruyan yazar, karakterlerin iç dünyalarını yansıtırken psikolojik çözümlemelerden sıklıkla faydalandı. Polisiye roman türüne çok yakın bir tarzda romanlarını yazan yazar, olay örgülerini karmaşık ve anlaşılması zor bir yapıda kurguladı. Gerilim unsuruna bağlı kalarak romanlarını kaleme alan Cahide Birgül, yalnızlık, aşk, aile içi çatışma, bunalım, huzursuzluk, tek başınalık ve insani ilişkilerdeki bozulma, yozlaşma, yabancılaşma gibi temalara yer verdi. Tematik yönelimini romanlarında aynı çizgide tutan yazar, bu temaları suç ve suçlu ilişkisini esas alarak yansıttı. Karakterlerini yaratırken iyi-kötü ekseninde kesin şablonlar çizmedi. Romanlarının sonuna kadar karakterlerin rollerini sürekli olarak değiştiren yazar, çoğu zaman karakterlerini iç sesleriyle konuşturma yoluna başvurdu. Birgül’ün romanlarında sıkça rastlanan unsurlardan biri de, anlatıya kasvetli ve karanlık bir atmosferin hâkim olmasıdır. Birgül romanlarında hava ekseriya bulutlu ve yağmurludur. Tasvir edilen evler ise penceresinden pek güneş ışığı girmeyen, roman kişilerinin kapkara gölgelerinin dolaştığı kasvetli, dehşetengiz yerlerdir.

Bununla birlikte -üniversitede aldığı mimarlık eğitiminin etkisinden olsa gerek-, Birgül romanlarında mekânları, olay örgüsüne bağlı olarak çok iyi kullanır. Okurun zihninde hikâyenin/olayların/kişilerin birbirini tamamladığı neredeyse kusursuz bir tablo meydana getirir.

Ancak yine de, anlatı esnasında okuyanın zihninde çeşitli imgeler uyandıran Birgül’ün romanlarından ayrılırken okurun belleğinde kalan, -Geceye Uyananlar’daki kamçı gibi özel nesneleri saymazsak- eşyalar veya mekânlar değildir. Onun metinlerinin iz bırakan tarafı okuru o karanlık ve kasvetli dünyalara sokmaktaki, yaşanan bunalımı hissettirmekteki başarısıdır.

Bugün her yazdığını gök kubbede parlayacak eşsiz bir yıldız sanıp göğsüne takan, okur sayısını da bu yıldızın bakiliğine emare sanan yazarların aksine Birgül’ün -ilk romanının önsözünde yer alan- yazmaya ve yazarlığa dair şu açıklaması oldukça anlamlıdır:

“Onu (romanı) elime aldığımda sevinçten çok mahcubiyettir beni kuşatan. ‘Bu ne küstahlık?’ derim kendi kendime. ‘Yazıyor ve bastırıyorsun. İnsanlar okusun diye. Bu nasıl bir kendini beğenmedir?’ diye sorarım. Çünkü yazmanın tüm aşamalarında tek kişilik bir eylem olduğunu düşünürüm. Sonunda da öyle olmalı, madem bir kişi yazdı, sadece o kişi okumalı. O kadar… Bundan sonrası tam bir ‘kendini bilmezlik’ hali bence. Ama hangi yazar egosuyla başa çıkmış ki, ben çıkayım?”

Nitekim o, yazarlığa dair bu mütevazi ve yalın tavrını üslubuyla da sürdürür. Yalın diliyle, merceği altına aldığı sıradan insanlarıyla, okurlarına görünenin arkasında saklı bambaşka bir dünyayı gösterir.

Cumhuriyet Kitap’ın yayımlanan söyleşide Cahide Birgül’ü hem yazar hem de okur yönleri ile daha  yakından tanıma fırsatı buluyoruz:

Romanda öfkenin yer yer şiddete dönüştüğünü, öldürme isteğinin öne çıktığını görüyoruz… Deniz ”sıradışı” ve ”bencil” bir kişiliği temsil etmesine karşın aşık olunan… Deniz’in cazibesi nereden geliyor?

Şiddet duygusunu her insan içinde taşıyor… Ama kimimizinki hayatla, şartlarla, birlikte olduğumuz insanlarla besleniyor, daha üç noktalara gidebiliyor… Kötülüğün ise farklı bir cazibesi var… Onunla karşılaştığımızda sınırlarınızın zorlandığını, hayatınızın sıradanlığını, yabancısı olduğunuz çekici ama aynı oranda da ürkütücü bir şeyleri varlığını seziyorsunuz… Esin de Deniz gelene kadar yaşarken sorgulanmayan, ”yuvarlanıp gidilen”bir birliktelik sürdürüyordu. Onun hayatı Deniz ile değişti… Deniz bir kedi gibi eve, Esin’in babasının ve Esin’in yüreğine gelip yerleşti… Çekiciydi, değiştirebilme, karar verebilme ve verdiği kararları uygulama gücüne sahipti… Özgürdü ve bu da onu diğerlerinin gözönünde bencil ve acımasız kılıyordu. İşte tüm bu özellikler nedeniyle o ”âşık olunan”dı…

Sizinle yapılan söyleşilerde romanın tümüyle kurgu olduğunu söylediniz… Kurgu olmayıp gerçek bir öykü olamaz mıydı?

Ben romanın kurgu olmasından yanayım… Kurgu olmadığı takdirde hayatınızdaki hikâyeleri anlatmaya başlarsınız… Şöyle bir düşünün, hepimizin hayatında anlatılmaya ve dinlenmeye değer kaç hikâye var? Diyelim ki hepsini anlattınız… Sonra? Bence önemli olan hayal gücü… Varolmayanı, yaşanmayanı sahicilik duygusu vererek anlatabilmek…

Bir söyleşinizde Patricia Highsmith ve George Simenon’un sevdiğiniz yazarlar olduğunu söylemiştiniz… Romanda bu yazarların etkisi görülüyor…

Evet, bu iki yazarı da severek okurum… Polisiye türünde ünlenmiş olsalarda onların büyüsünün ve diğerlerinden ayrılan özelliklerinin insanı olduğu gibi anlatabilme yeteneklerinde saklı olduğunu düşünüyorum ben… Şematik bir kötü karakter çizmezler ve daima onların içine doğru bir yolculuğa çıkarırlar bizi… Ve biz de o karakterin yanında yer alarak romanın hakkını veririz…

Romanınızda iç seslere rastlıyoruz… Bu diyaloglar yer yer okurun da rol aldığı bir oyun tadı veriyor…

Hayat içinde bir şeyler yaşarken söylemek isteyip de söyleyemediklerimiz var… İç seslerin temelinde bu yatıyor… Söylediklerimizle çakışmayan, ama aslında dile dökmek istediklerimiz…
       

Biçemiyle, akıcılığı, kurgusu, pırıl pırıl Türkçesiyle son yıllarda okuduğum en iyi roman diyebileceğim Gölgeler Çekildiğinde de aile kurumuna da ciddi eleştiriler var… Yazar, aile kurumunun köklü bir değişim geçirmesinden yana… Çekirdek aile tiplerinin görünenin aksine ciddi mutsuzluk yuvaları olduğunu söylüyor ve devam ediyor: ”İnsanların zaman içinde birbirlerini acıtmaya başladıklarını, kendilerini saran çemberin dışına çıkmayı başaramadıklarını, sonuçta da giderek tükendiklerini ve beraber oldukları insanları da tükettiklerini düşünüyorum… Her şey dışarıya iyi yansıtılıyor… Kol kırılıyor, yen içinde kalıyor… Ama içine girdiğinizde kangren olmuş bir yara bekliyor sizi…”(Nemika Tuğcu)

Geceye Uyananlar gizli şiddetin, baskının yarattığı kuşku, korku, iletişimsizlik ve inançsızlığın toplumun en küçük birimi olan aile üzerindeki yıkıcı etkilerini anlatır. İki kardeşin anlatımlarıyla şekillenen romanda, aile bireylerinin iç dünyaları, okuyucuya zaman zaman gerilim öğeleriyle desteklenerek neredeyse bir psikolog gözüyle sunulur. İlk romanında gölgede kalmış eşcinsel bir aşka yer verdi.

“Birgül’ün yapıtı seçkin ve değişik özellikler taşıyor. Bugünkü yazın ortamımızda böylesine bir romanın çıkması doğrusu önemli bir gelişme. Bambaşka ve değişik bir yapıt. ‘Bir ruhsal bilmece romanı’… Bu niteliğiyle de yazınımızda kendine özgü az bulunur bir örnek olarak ortaya çıkıyor.” (Orhan Duru)

Edebiyatımızın erken kaybedilen kalemlerinden birisi olarak olan Cahide Birgül,yazdıklarıyla her daim kendi okurunu yaratmış ve sahici bir bağ kurmuştur. Birgül’ün kaleme aldığı romanlar Kafka Kitap tarafından, ölümünün 10. yılında bir kez daha okurla buluştu. Zamanın ötesine kalabilmeyi başarmış, yazdıklarında her daim sanatın tam da karşısında bulunan muhafazakâr tavrı eleştiren, yok eden, entelektüel bir sorumluluk alarak yaşadığı çağın sancılarına yakından bakan Cahide Birgül’ü saygı ve özlemle anıyoruz…

Gülayşen Erayda

ESERLERİ:

ROMANGölgeler Çekildiğinde (1998), Geceye Uyananlar (2000), 

    Ah Tutku Beni Öldürür müsün (2004), Eflatun Koza(2009)

SÖYLEŞİAklın Yolu Birdir (T. S. Halman’la söyleşiler, 2003)

KAYNAKÇA

biyografya.com.

teis.yesevi.edu.tr

Cumhuriyet Kitap- Söyleşi 24-Eylül-1998

.birgun.net

gazeteduvar.com.tr/dergi/2019/12/18/